İstanbul bu hafta, Soğuk Savaşın sona ermesinden beri insani güvenlik alanındaki en önemli zirvelerden birine ev sahipliği yapıyor. Bu ilk Dünya İnsani Zirvesi'nde, yardımseverlik, insani yardım, krize hazırlık ve kalkınma ile ilişkili konulara odaklanılacak. Zirvenin zamanlaması son derece önemli zira dünya bu günlerde, II. Dünya Savaşı sonrasındaki en ciddi insanlık facialarından ve felaketlerinden birine tanık olmakta. Çatışmalar, iç savaşlar, mültecilerin ve ülke içinde yerinden edilmiş insanların sayısı ve tüm bu krizlerin boyutu, hızla değişen küresel bir sistemde uluslararası toplum ile uluslararası kuruluşların kapasitelerini ve güçlerini zorluyor.
Devletler topluluğunun bu ciddi insani sorunlarla baş etmek için oluşturduğu kurumların köhne ve yetersiz oldukları ve günümüzün sorunlarına çözüm üretemedikleri görülüyor. Son birkaç yılda kriz bölgelerinin sayısının giderek artmasıyla beraber, bu sorunlar daha da bariz hale geldi. Uluslararası toplum bu bölgelerde çatışmaları önleme, kriz yönetimi ve insani yardım konularında son derece başarısız oldu. Suriye'deki iç savaş, bu başarısızlığı daha net biçimde gösterdi. Suriye'ye komşu ülkelerdeki mültecilerin sayısı katlanarak artmasına ve Suriye'nin önemli bir bölümü ülke içinde yerinden edilmiş insanlarla dolmasına rağmen, uluslararası toplum bu krize genelde klasik uygulamalarla tepki verdi.
Bu başarısızlığın nedeni kısmen, uluslararası sistemin değişmekte oluşu. Hâlihazırdaki istikrarsız sistem, sistemdeki aktörlerin değişen güç dengeleri, değişmekte olan ittifaklar ve güç rekabetleri gibi geleneksel güvenlik kaygılarına odaklanmasına yol açtı. Ancak bu akışkan uluslararası sistemde insani güvenlik boyutu çoğu kez ihmal edildi. Mevcut uluslararası örgütler ve kuruluşlar miadını doldurup yetersiz hale geldiği halde, uluslararası toplum var olan sorunlarla baş etmek için yenilikçi çözümler bulamadı. Bu başarısızlığın bir başka boyutu da, kapasite yetersizliğinden ziyade uluslararası aktörlerin insani krizleri çözme konusundaki istekliliğiyle ilgili. Gelişmiş ülkelerin birçoğu, uluslararası örgütlerin bütçelerine katkıda bulunsalar da dünya çapındaki insani yardım çabalarına katılma konusunda gönülsüz davrandı. Kriz bölgelerine coğrafi açıdan uzak olmalarının, insani felaketlerin etkilerinden uzak kalmayı sağladığını düşündüler. Birçok Batılı ülkenin Suriyeli mültecilere kayıtsız kalması ve şefkat göstermemesinin sebebi biraz da, bu ülkelerdeki bazı karar alıcılarda gözlenen söz konusu hissiyat. Oysa son mülteci akını da gösteriyor ki, günümüzün küresel dünyasında bazı insanlar tehdit altındaysa, bu durum eninden sonunda herkesi etkiler. Suriye'deki krizin boyutunun geç anlaşılması, uluslararası toplumu sorunun daha da kötüleşmesini engellemek için bazı adımlar atmaya yöneltti. Ancak gelinen noktada bu çabaların yetersiz kaldığı görülüyor.
Dünya İnsani Zirvesi, bu tür konuların tartışıldığı bir foruma dönüşecek ilk büyük toplantı. Zirvenin gündeminde beş konu olacak: çatışmaların önlenmesi ve sona erdirilmesi, savaş kurallarına riayet etmek, kimseyi sahipsiz bırakmamak, ihtiyaçları karşılamak ve insanlığa yatırım yapmak. Zirvenin değişik oturumlarında, bu sorunlara ve zorluklara yönelik kısa, orta ve uzun vadeli çözümler kamu ve özel kuruluşların temsilcileri tarafından tartışılacak.
Tabii bu zirvenin Türkiye'de düzenleniyor olması rastlantı değil. Türkiye son yıllarda insani yardımlar açısından en cömert ülkelerden biri oldu. Türkiye bilhassa Suriye'deki savaşın başlamasından bu yana milyarlarca dolar harcadı ve Beşşar Esad rejimi ile DAİŞ'in zulmünden kaçan 3 milyona yakın mülteciyi ayrım yapmaksızın kabul etti. Türkiye'nin bu cömertliği, şu ana kadar neredeyse tüm uluslararası örgütler ve dünya devletleri tarafından kabul ve takdir edildi. Myanmar'daki Arakan Müslümanlarından Somali halkına kadar çeşitli insani krizlerin mağdurlarına yardım eden örnek bir ülke olan Türkiye, bu zirveye ev sahipliği yaparak uluslararası toplumun bir diğer büyük sorumluluğunu daha yerine getiriyor.