Daha önce bu köşede birçok kez yazdığım gibi, bazı uzmanlar ve gözlemciler Halk Koruma Birlikleri (YPG) militanlarının ve ABD'nin bu örgüt ile ilişkisinin Türk-Amerikan ilişkilerinde muhtemel bir çıbanbaşı olacağı görüşünü dile getirmekteydi. Bu uzmanların tahminleri, çoğu kişinin beklediğinden daha çarpıcı şekilde gerçekleşiyor. Krizin ilk işaretleri, Ocak 2015'teki Kobani krizleri sırasında gelmişti. DAİŞ militanlarını Kobani'den çektiğinde, ABD Türkiye'nin sivillere güvenli bir sığınak sağlayarak ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) peşmergelerinin Türkiye topraklarından geçmesine izin vererek DAEŞ'e karşı mücadelede oynadığı rolü takdir etmişti. İkili ilişkilerde yoğun bir diplomasi trafiğine ve yüksek gerilime sahne olan bu dönemde Ankara sürekli, YPG'nin hâkimiyet alanını genişletme ihtimaline dair kaygılarını dile getirmiş ve bu durumun bölgeyi daha da istikrarsızlaştırarak Türkiye için güvenlik riskleri yaratacağını vurgulamıştı. Türkiye'deki barış süreci henüz sona ermemişti ve güneydoğu illerinde epey bir süredir göreli sükûnet vardı. PKK'nın militanlarını Türkiye topraklarından çekmemesi ve örgüt ile bağlantılı grupların Ekim 2014'te sokaklarda şiddet eylemleri düzenlemesi sürece dair kuşku uyandırsa da, iyimser bir hava vardı. Sürecin hedeflendiği gibi başarıyla sonuçlanacağı umuluyordu.
ABD'nin Kobani krizi sırasında YPG'ye doğrudan askeri destek sağlaması Ankara tarafından hoş karşılanmamıştı. Hava desteği vermesi bir ölçüde anlaşılabilir olsa da, Ankara'nın PKK'nın bir kolu olarak gördüğü bu örgüte havadan silah ve mühimmat sağlanması hiç beklenmedik bir gelişmeydi. ABD'nin Irak'ı işgalinden sonraki dönemde, PKK yüzünden ikili ilişkiler birçok kez sarsıntı geçirmişti. ABD açısından PKK Irak'ta asla bir öncelik olmamıştı. Ama PKK Türkiye için ciddi bir ulusal güvenlik tehdidiydi. Barış süreci sayesinde Türkiye özellikle güvenlik alanında nispeten huzuru sağlasa da, PKK hakkında ciddi kuşkular vardı. Derken Türkiye'nin NATO müttefiki ABD, PKK'yla bağlantılı bir örgüte aniden doğrudan askeri destek vermeye başladı.
Ankara'da yaşanan şoka rağmen, ihtiyatlı bir iyimserlik besleyenler bu desteğin DAİŞ'i Kobani'den çıkarmakla sınırlı kalacağını tahmin ediyordu. Ayrıca Türkiye'nin desteği sonrasında Demokratik Birlik Partisi'nin (PYD) Ankara ile ilişkilerini geliştireceği ve Türkiye'nin hassasiyetlerine saygı göstereceği umuluyordu. Ama bu beklentiler boşa çıktı. YPG Suriye'nin kuzeyinde gücünü artırmak için DAEŞ'le savaşarak uluslararası toplumun Suriye konusundaki acziyetinden ve DAEŞ'e karşı oluşturulan uluslararası koalisyonun perişanlığından faydalanmaya karar verdi. Bu amacını gerçekleştirmeye çalışırken, insan hakları örgütlerinin raporlarında belirtildiği üzere insan hakları ihlalleri yapmaya başladı. Ayrıca Arap ve Türkmen halklarına karşı savaş suçları işlemeye de başladı. Yani ABD'nin sağladığı destek, YPG'nin Ankara'nın taleplerine karşı daha duyarsız olmasına ve Suriye'nin kuzeyindeki diğer yerel toplulukları daha rahat hedef almasına yol açtı.
YPG kontrol ettiği bölgeyi gittikçe genişletirken, militanlarının önemli bir bölümünü PKK aracılığıyla Türkiye'den devşirmeye başladı. Ankara bu duruma ilişkin kaygılarını bir kez daha dile getirince, bu iki örgüt arasındaki ideolojik, örgütsel ve kişisel bağlantılara rağmen ABD ısrarla, YPG'nin farklı bir örgüt olduğunu ve terörist olarak değerlendirilemeyeceğini belirtti. PKK ani bir kararla ateşkesi sonlandırıp Türkiye'nin değişik yerlerinde güvenlik güçlerine saldırılar düzenlemeye başladığında, Ankara'nın endişeleri gerçek oldu. ABD Ankara'nın ülke içindeki terörle mücadelesini desteklese de, YPG'nin tamamen farklı bir örgüt olduğunu iddia etmeyi sürdürdü ve danışmanlar aracılığıyla örgüte yönelik askeri eğitim programları başlattı.
PKK'nın YPG'ye bilgi birikimini aktarması ve militan sağlaması Türkiye için büyük bir tehlike doğurdu. Ancak bu kaygılara karşın ABD yönetimi sürekli olarak, YPG'yi Türkiye hakkında uyardıklarını ve bu uyarıların örgütün Türkiye'yi hedef almasını engellemek için yeterli olduğunu söyledi. Ankara açısından bu açıklamalar ikna edici değildi. İki ülke arasındaki güven ve itimat krizi bu dönemde hızla tırmandı. Bu arada, PKK'nın güvenlik kuvvetlerine yönelik saldırıları ve çeşitli ilçelerde devlet otoritesine meydan okuması açıkça gösterdi ki, örgüt aslında barış süreciyle gelen huzurlu ortamdan istifade ederek Türkiye'ye karşı büyük bir saldırı başlatmak için yığınak yapmıştı. PKK militanlarını Türkiye'den çektiğini iddia etse de, güneydoğudaki bazı ilçelerde saldırı için hazırlık yapmaktaydı. PKK'nın verdiği sözleri tutmaması, ateşkesi aniden bitirmesi ve güvenlik güçlerine saldırılar düzenlemesi nedeniyle Ankara, YPG'nin Türkiye'nin hassasiyetlerine saygı göstermesi konusunda umut beslemiyordu.
Ankara'nın YPG ve PKK ile ilgili endişeleri artarken, ABD DAEŞ'le mücadelede neredeyse tamamen YPG'ye bağımlı hale gelmişti. PYD Rusya ile ilişki kurmaya başladığında birçok kişi, Rusya Suriye rejiminin yanında savaştığı, ABD Esed'in çekilmesini istediği ve Rusya ABD'nin desteklediği muhalif grupları da hedef aldığı için ABD'nin bu duruma olumsuz tepki göstereceğini düşündü. Oysa ABD YPG'ye sağladığı desteği daha da artırdı ve örgütü destekleme konusunda Rusya ile adeta yarış içine girdi. ABD başkanı Obama'nın DAİŞ ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk giderek artan bu desteği göstermek için Kobani'yi ziyaret etti. ABD yönetiminin Ankara'nın bu gelişmeye yönelik tepkisini tahmin etmemiş olması imkânsızdı.
Bu kritik dönemde, YPG ile ilişkiler nedeniyle ikili ilişkilerin geleceği hiç olmadığı kadar karanlık görünüyor. ABD'nin YPG'ye verdiği destek için açık bir risk değerlendirmesi yapmadığı ve bir çıkış stratejisi belirlemediği anlaşılıyor. YPG'nin uluslararası koalisyon hesabına DAEŞ'i yeneceği, toprak elde etmeye çalışmayacağı ve siyasi emeller peşinde koşmayacağı varsayılıyor. Türkiye'nin PKK ile mücadelede ve müzakerelerde elde ettiği deneyimler, farklı ve daha sıkıntılı bir geleceğe işaret ediyor. Gidişat kontrol altına alınamazsa, ikili ilişkilerin geleceği açısında uzun dönemli sonuçları olacaktır.