2014 yılının Ocak ayında tutuklandıktan sonra Çin'in en tanınmış siyasi mahkûmlarından biri haline gelen İlham Tohti, geçen hafta ömür boyu hapse mahkûm edildi. Bu önemli karar ve onun Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki etnik gerilim ve Çin'deki insan haklarının durumuyla ilgili olası etkileri, Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler ve Irak Şam İslam Devleti'yle (IŞİD) Kürt gruplar arasında Kobani'de devam eden çatışmalar arasında birçok kişinin gözünden kaçtı.
İlk olarak bu karar, Çin'in insan hakları konusundaki tutumu ve uluslararası toplumun ilkelerini hiçe sayması açısından gittikçe öngörülebilir hale geldiğini gösteriyor. Çin'de İlham Tohti'nin tutuklanması aslında hiç kimseyi şaşırtmadı. Çin'deki temel hak ve özgürlükler ile değişik insan hakları sorunları üzerinde çalışan aktivistleri bu ömür boyu hapis cezası bile şaşkınlığa uğratamadı. Uluslararası toplum yıllar içinde bu tür ihlallere sürekli tanık olmaktan dolayı daha az duyarlı hale gelmeye başlarken, Batılı ülkeler de Çin'de insan hakları alanında meydana gelen en ufak iyileşmeden dolayı memnun olmayı "öğrendi." Küçük jestler ve münferit siyasi mahkûmların uluslararası baskılar sonucu salıverilişi yıllarca, ülkedeki durumun düzelmesi yönünde "önemli bir adım" olarak görüldü. Ancak bu "önemli adımlar" yapısal bir reforma veya ülkedeki insan haklarının durumunda iyileşmeye yol açmadı. Pekin reform yapmaya hiçbir zaman yanaşmazken, Batı demokrasileri Çin'le yaptıkları görüşmelerde insan hakları konusunu giderek daha az gündeme getirmeye başladı. Küresel ekonomik kriz durumu daha da kötüleştirdi. Zira çoğu Batılı ülke, insan hakları meselesini ekonomi politikaları ve Çin'le olan ticari ilişkileri açısından bir yük olarak görür oldu.
Söz konusu yaklaşım bu ülkelere kısa vadede fayda sağlasa da, uzun vadede uluslararası sistemin geneli için büyük bir tehdit oluşturuyor. Burada gözden kaçan nokta şu: bir ülkenin kendi vatandaşlarına yönelik davranışları o ülkenin dış ilişkileri üzerinde önemli bir etkide bulunur ve o ülkenim daha uyumsuz, saldırgan veya daha iddialı olmasına yol açabilir. Ayrıca tek bir ülkenin uluslararası toplumun ilkelerini hiçe sayması bile, dünyanın diğer bölgelerindeki daha az güçlü başka otoriter rejimler için bir örnek oluşturarak otoriterliğin yayılmasına yardım edebilir. Bu durum, günümüzde zaten istikrarsız olan uluslararası sisteme açık bir tehdit oluşturuyor.
İkinci olarak, Çin'deki Uygurlar arasında en ılımlı kişi olarak kabul edilen İlham Tohti'nin tutuklanması ve müebbet hapse mahkûm edilmesi aynı zamanda, bölgedeki olası bir etnik çatışmanın zeminini hazırlıyor. Çinli yetkililer şu ana kadar Uygur azınlığın taleplerini ve şikâyetlerini dile getiren hiç kimseyi dikkate almadı. Uygur muhalefetinin örgütlenmesine ve hak talebinde bulunmasına olanak tanıyan siyasi bir ortam mevcut değil. Her tür eleştiri büyük bir tehdit olarak algılanıyor. Bu durum tarafların sorunları ve olası çözüm yollarını tartışabileceği sağlıklı ve anlamlı bir diyaloğun ortaya çıkmasını engelliyor. Ülke dışındaki Uygur örgütleri "dış güçlerin güdümündeki kuruluşlar" ve "dış unsurlar" olarak görülürken, daha dini karakterli ve muhafazakâr örgütler de "kökten dinci" ve "radikal" olarak nitelendiriliyor. Uygurlar ile Çin devleti arasında anlamlı ve sağlıklı bir diyaloğun ortaya çıkması açısından en son umut, İlham Tohti gibi kişilerin ön plana çıkmasıydı. Ama Tohti'nin tutuklanıp mahkûm edilişi Çin'in bu sorunun varlığını kabul etmediğini, Uygur halkının dertlerine ve şikâyetlerine kulak asmamaya devam edeceğini ve sorunları çözmek için Uygurlarla diyaloğa girmeyeceğini gösteriyor. Bu diyalog kurulmadıkça, iyimser olmak ve ülkede sıkça tekrarlanan "sosyal uyumu" sağlamak zor olur.
Her iki sonuç da, Uygurların özgürlüğü ve güvenliği ile Çin'in istikrarı ve refahı açısından olduğu kadar, uluslararası sistemde insan hakları ile temel hak ve hürriyetlerin geleceği açısından da açık bir tehdit teşkil ediyor. Bu yüzden söz konusu karar, bölgedeki etnik çatışmanın sona ermesi konusunda çok daha az umutlu olmamız için birçok sebep sunuyor.