İçlerinde Türkiye'nin Musul Başkonsolosu'nun da bulunduğu, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) militanlarının 101 gün önce Musul'u ele geçirdiğinde esir aldığı 46 rehine, geçtiğimiz Cumartesi Türkiye'ye getirildi. Sürecin ve operasyonun ayrıntıları henüz açıklanmasa da, Cumartesi günü verilen bilgiler Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) çok disiplinli ve organize bir "istihbarat operasyonu" yürüttüğünü gösteriyor. Yine kamuoyuna verilen bilgilere göre, Türk istihbaratçıları ve güvenlik görevlileri bu operasyonu yabancı istihbarat kuruluşlarından hiçbir yardım veya destek almadan, sadece kendi imkânlarıyla ve yerel kaynaklarla gerçekleştirdi. Belli ki, Türk istihbaratı haftalar boyunca durumu bizzat sahada izlemiş, rehinelerin nerede olduğunu takip etmiş ve bu arada Afganistan ve Lübnan gibi değişik ülkelerde daha önce gerçekleştirdiği rehine kurtarma operasyonlarını gözden geçirmiş. IŞİD bu süre boyunca rehinelerin yerini birçok kez değiştirmiş ve rehineleri kurtarmak için yapılması düşünülen operasyonlar bölgedeki çatışmalar nedeniyle birkaç kez iptal edilmiş.
Şu ana kadar operasyonlar hakkında kamuoyuna sadece bu bilgiler verildi. Önümüzdeki günlerde rehinelerden bu 101 günlük esaret, IŞİD militanlarının onlara nasıl davrandığı ve esaretlerini bitiren süreçle ilgili muhtemelen daha fazla bilgi alabileceğiz. Bu bilgiler ve Türk kaynaklarının açıklayabileceği başka bazı ayrıntılar, IŞİD'i ve onun rehin alma operasyonlarını daha iyi anlamamızı sağlayacak.
Rehin alma olayları muhtemelen dünya hükümetlerinin karşılaşabileceği en zorlu sınavlardan biridir. Durumun hassasiyeti ve olası ağır sonuçları nedeniyle rehin alma vakaları birçok tartışmaya ve çekişmeye yol açar. Rehin alma olaylarının ne kadar hızlı bir şekilde ciddi hal alabileceğine dair en iyi örneklerden biri, 52 ABD diplomatı ve vatandaşının 1979 devrimini destekleyen İranlı öğrenciler tarafından rehin alındığı İran Rehine Krizi'dir. Bu krizin –özellikle de bir sonraki yıl yapılan ve rehineleri kurtarmakta başarısız olan operasyonların– hem iç siyaset hem de uluslararası siyaset açısından yansımaları oldu. Ben Affleck'in yönettiği 2012 tarihli ABD filmi "Argo", bu olayları ve rehineleri kurtarmak için yapılan başarılı istihbarat operasyonunu konu alır. Sonraki yıllarda patlak veren İran-Contra skandalı sayesinde tüm dünya, İran ordusuna silah satarak Lübnan'daki Amerikalı rehineleri kurtarmayı da amaçlayan çok daha karmaşık bir operasyonun ayrıntılarını öğrendi.
Son yıllarda zorlu ve sıkıntılı başka operasyonlara da tanık olduk. Örneğin 2002'de Moskova'daki bir tiyatroda yaşanan rehin alma olayı, bir kurtarma operasyonunun rehinelerin hayatlarını nasıl tehlikeye atabileceğini gösterdi. Çeçen direnişçilerin elindeki 850 rehinenin yaklaşık 130'u, Rus güvenlik güçlerinin baskınında ölmüştü. ABD'nin James Foley ile başka Amerikalı rehineleri IŞİD'in elinden kurtarmak için yaptığı operasyona ilişkin yakın zamanda yayınlanan bilgiler de, güncel olmayan istihbarat bilgileri ile rehinelerin yerini tespit etme konusunda yaşanan sorunların bu operasyonları nasıl başarısızlığa sürüklediğini gösteriyor.
Ayrıca, Afganistan'da 2009'da esir alınan Bowe Bergdahl'ın ABD'nin elindeki üst düzey beş Taliban üyesinin salıverilmesine karşılık serbest bırakılmasıyla ilgili yakın zamanda çıkan tartışmalar, bu operasyonların iç siyasette ne kadar ciddi çekişmelere yol açabildiğini gösteriyor. Son haftalarda daha ziyade Avrupa'da, Batılı hükümetlerin IŞİD'in elindeki vatandaşlarını kurtarmak için verdiği iddia edilen fidyelerle ilgili benzer bir tartışma başladı. Türk yetkililerin rehine operasyonlarıyla ilgili verdiği bilgiler, Türkiye'nin asla fidye ödemediği gibi rehinelere karşılık mahkûm takasına da girmediğini gösteriyor. Yine aynı bilgiler, Türk güvenlik görevlileriyle IŞİD militanları arasında silahlı çatışma yaşanmadığını da gösteriyor. Bunun yerine, Türk hükümetinin değişik kurumlarının Irak toplumunun Sünni aşiretleri gibi farklı aktörleriyle kurduğu bağlantılar, bu operasyonun başarısında önemli bir rol oynadı. Bu grupların böyle aşırı hassas bir konuda devreye girmesi nedeniyle IŞİD, rehineleri elde tutmanın kendisine umduğundan daha büyük sorunlar yaratabileceğini anlamış olabilir.
Değişken durum ile sahadaki aktörlerin kimi zaman öngörülemeyen hareketleri ve hamleleri göz önüne alındığında bu operasyon, bölgedeki en başarılı örneklerden biri olarak kabul edilebilir. Bu rehinelerin bölgede askeri saldırılar ve IŞİD ile sahadaki diğer kuvvetler arasındaki olası çatışmalar gibi herhangi bir askeri operasyon yaşanmadan, güvenle ülkeye getirilmesi önemliydi. Rehinelerin serbest bırakılmasından sonra Türk kurumlarının yetenekleri, operasyonel kapasiteleri ve bölgedeki benzer türden insani görevlerle ilgili özgüvenleri büyük ihtimalle artacaktır. Bunlar durumu değerlendirecek ve gelecekte buna benzer rehine krizlerini nasıl önleyebileceklerini belirleyecektir. Çok yararlı ve eğitici olabilecek her iki çaba da bölgede – özellikle de benzer durumlara düşmüş ya da düşebilecek sivilleri koruma konusunda– önemli bir rol oynayabilir.