Tunus'daki devrim ve Mısır'da Mübarek Rejimi'nin alaşağı edilmesinden bu yana Ortadoğu tarihinin önceki dönemlerinde hiç olmamış büyük bir sosyo-siyasal travma ve dönüşüm yaşıyor. Bu tarihi dönüşüm sadece bölgedeki geleneksel monarşilerin geleceğini derinden sarsmakla kalmıyor aynı zamanda başta ABD olmak üzere bütün bölgesel ve küresel güçleri temel strateji ve bölgesel açılımlarını da ta Atlantik'ten Hind Okyanusu'na kadar yeniden gözden geçirmeye, farklı bir formata başkalaştırmaya mecbur kılıyor. İkircikli ittifaklar, dondurulmuş sınırlar, karanlık-kirli rejimler dönüşümün getirdiği ve daha da getireceği yüksek riskle karşı karşıya. Bu kasvetli durum, en çok Obama Yönetimi'ni yeni bir "Ortadoğu" yol haritasına mecbur kılıyor ama Obama Yönetimi böyle ağır bir taahhüde yanaşmıyor, zayıf kalıyor. ABD'nin sadece Suriye politikası-ki müphem olmaktan daha ziyade kararsız ve aciz duruyor- ya da Suriye'de süren vahşetin karşısında takındığı tutumu değil aynı zamanda Washington'ın aynı noktada inatçı duruşu- eski ve çok defa denenmiş taktik ve stratejileri yeni durumlar, dengeler ve şartlar karşısında da tekrar tekrar uygulamakta beis görmemesi- ABD'nin son bir kaç yılda bütün Ortadoğu'daki etkinliğine ve manevra alanlarına büyük darbe indirdi, indiriyor. Bu durumun daha uzun vadede ABD'nin hem bölgedeki büyük güçlerle hem de küresel güçlerle arasındaki farklılık ve açmazı ABD aleyhine genişletmesi kaçınılmaz görünüyor. ABD'nin bölgeyle ilgili olan Dışişleri, Beyaz Saray ve Pentagon'daki bürokratları ve diplomatları aynı eksik strateji ve taktikleri güderek farklı sonuçlar elde edeceklerini, bir başarı hikayesi doğurabileceklerini düşünüyolar ki; ABD bölgede attığı hemen her adımda bir "çifte standart" imajı bırakıyorken ne mümkün! Bush ve Obama Yönetimi'ne Savunma Bakanlığı yapmış Robert Gates, cesur ve ibretlik bir tarzla yazdığı anılarında "Duty: Memoirs of a Secretary at War" Washington'daki diplomat, bürokrat ve politikacıları dar görüşlülük, bilgisizlik ve dünyayı tanımamakla suçluyor.
Hala şu sorunun umumi cevabı bizi ikna etmiş değil: ABD'nin küresel "yumuşak gücü"ve imajına hangisi daha fazla zarar veriyor. Bir yanda Putin'in Sovyet İmparatorluğu'nun hinterlandını kendi nüfuz sahasında tutma telaşı-ki kısa vadede gayet kahramanca ve iddialı görünüyor ama bu gidişle uzun vadede sadece Rusya'nın daha da parçalanıp dağılmasına yol açacak gibi duruyor-, İran'ın sinsi nükleer ve bölgesel hırsları ve Çin'in Asya Pasifik'te artan gücü mü; yoksa ABD'nin hiç de ikna edici olmayan, dar görüşlü küresel açılımları, özellikle de Ortadoğu'da, ABD'ye daha çok zarar veriyor…? Geçtiğimiz günlerdeki bir sohbetimizde, 30 sene boyunca önce Oxford sonra Harvard Ortadoğu Kürsüleri'ne başkanlık yapmış Harvard Üniversitesi'nden Prof. Roger Owen "ABD'nin bir Ortadoğu stratejisi yok!" dedi.
Soğuk Savaş'tan bu yana, ABD liberalism ve demokrasinin amiral gemisi oldu. Bu yolda askeri müdahaleler yaptı, darbeleri destekledi, yönetimleri alaşağı etti, vs. Mesele, Mısır gibi özel bir ülkede tarihte seçimle ilk defa iş başına gelmiş bir yönetimin ya da Mürşi'nin iyi idare edip etmediği değil, kaldı ki Mürşi'nin öyle bir hazırlığı olmadığı da belli idi; mesele Mürşi ya da İhvan ı Müslimin'in de ötesinde, Suriye'de binlerce insan Esad Rejimi tarafından öldürülürken susup, Saddam kimyasal silahlar edindi diye kalkıp 12 bin km öteden gelip Irak'ı yerle bir edip "demokrasi ve insan hakları uğruna" deyip Suriye'deki vahşete susmanın verdiği ve vereceği onarılamaz zararı görememekte. Mesele; ABD'deki bu duruşunun bütün Ortadoğu sathında "Arap Baharı" dedikleri sürece umut bağlayan yüzlerce milyon insanın düşünce dünyasında nasıl bir izah ve karşılık bulduğunun Washington'da anlaşılamamış olmasında...
Bütün bu karmaşa içinde, Ortadoğu bu tarihsel süreçten geçerken aşikar görünen tek sonuç, sürecin kısa vadede belki istediği sonuçları alamayacak olabilmesine rağmen uzun vadede bölgeyi daha açık toplumlara, rejimlere, daha güçlü sivil haklara ve özgürlüklere doğru mutlaka itiyor olması. Bu kesinliğin dışında hiçbir şey kesin ve mutlak değil;rejimler, sınırlar, ittifaklar herşey göz ardı edilemez bir riskle karşı karşıya.
Türkiye bölgenin en uzun demokrasi tecrübesi olan ülkesi. Şu veya bu şekilde 1876'dan bu yana parlementer sistem tecrübesi var. Tarihin bu kavşağında bunun Türkiye'nin üzerine yüklediği sorumluluklar var. Türkiye bölgenin en büyük ekonomisi, finans piyasası ve ordusuna sahip. Türkiye dünya rezervlerinin %60'inin bulunduğu bir bölgede, zengin enerji kaynakları olmayan, dünyanın en çok petrol ve doğalgaz ithal eden ülkelerinden birisi. Türkiye Ortadoğu halklarına petrolü olmadan başarılı bir ekonomi hikayesi bulunan, demokratik, güçlü kurumları olan, nüfusunun %98'i müslüman olan bir örnek…Model olmanın da ötesinde bir tarz…Bir asıra yakındır totaliter rejimlerin idaresi altındaki Ortadoğu halkları için Türkiye istikrarsızlık denizinin ortasında güvenli bir ada, güçlü bir liman. Türkiye'nin en büyük yumuşak gücü bu!
Türkiye, Arap Dünyası'nın içinden geçtiği süreçten geçen asırda darbelerle, kesintilerle geçti. Avrupa Koloniyolizmi asırlarca Afrika ve Asya'nın masum milletlerini perişan etti. Bunun bütün bölge halkları nezdinde yarattığı psikolojik bir travma ve derin bir hafıza var ve Avrupa bu travmayı silmeye kanıt olacak aksi hiçbir şey yapmadı bugüne kadar.Türkiye kendi tecrübesinden demokrasinin bir yaşam şekli, mantalite, uyum zenginliği ve ahengi olduğunu, dışardan bir gücün empoze edeceği bir duruş olmadığını gördü, biliyor. Türkiye'yi Arap halkları nezdinde 'tek'kılan kendi içlerinden birisinin, bin yıldır beraber oldukları birisinin başarı hikayesi olması. Türkiye'nin en büyük kredilerinden birisi arkasında NATO üyeliğinden de doğan bir güç ve güçlü bir ordu varken hiçbir zaman yayılmacı bir ajanda tutmamış olması…Bu Türkiye'nin Arap halkları nezdindeki güçlü sesinin nedenlerinden birisidir. "Erdemli Güç" ifadesi burdan geliyor.
Bugünlerde Batı başkentlerinde Arap Baharı'nın Türk dış politikasının manevra alanını kısıtladığı, Türkiye'nin bölgedeki gücü ve imajına darbe vurduğu gibi şeyler konuşuluyor. Aslında Türkiye bu sürecin uzun vadede kazananı olmak için kısa vadeli hesapları daha çok ertelemiş, konjonktüre uymak yerine farklı ve tek başına bir duruş sergileyerek, yalnızlaşmak değil, erdemli bir çizgide saf tutmak gibi bir yol tutmuşa benziyor. Evet kısa vadede Suriye, Mısır gibi idarelerle sert rüzgarlar esiyor ama bu idarelerin yerlerinde yeller estiğinde Türkiye'nin bugünkü duruşu o zaman nasıl yad edilecek? Tarih bugünleri yazarken ne diyecek? Türkiye, Suriye ile olan yüksek entegrasyon kapasitesini, bunun sağladığı ekonomik avantajları, sosyo ekonomik menfaatleri hiçe sayıp zulüm altındaki Suriye halkı için, yüz binlerce mülteciye kapı açıp milyarlarca dolar harcadı mı denilecek yoksa "Sıfır Sorun"dan herkesle soruna gelindi" mi denilecek…? ABD, İngiltere, Suudi Arabistan, BAE, Mısır'da darbeyi iteklerken her biri başka başka yerlerde yakalandılar. Aceba sular durulunca, orta vadede Arap Baharı en haşin Riyad'ı vurunca Suudların ve Emirlerin Mısır'daki darbeyi alkışlayıp "Çek Diplomasisi" mi övülecek yoksa Türkiye'nin prensipleri için menfaatlerini kurban ettiği onurlu duruşu mu yad edilecek? Tarih suların hangi safında durur? Hiç acır mı kimseyi yargılarken? Anlaşılan o ki Robert Gates'in o çok yakındığı Washington'daki arkadaşları hala ne Türkiye'nin duruşu ve gücünü ne de içine düştükleri durumu çok iyi tahlil edebilmiş değiller! Belli ki Gates feryat etmekte çok haklı!
Bugün Türkiye ne doğu'dur ne de batı! Türkiye ne sadece doğu ve batı arasında bir köprüdür; ne de artık eskisi gibi sadece bir tampondur. Türkiye; doğu'da da batı'da da insanlık için herkesin sustuğu yerde konuşabilen en kadim "Erdemli Güç'tur"
bahaerbas@fas.harvard.edu