Son birkaç yıldır İngiltere'nin AB Politikası ve AB ile ilişkileri daha önce hiçbir zaman olmadığı kadar gerildi. En son geçtiğimiz günlerde Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'nda İngiltere Başbakanı Cameron, İngiltere'nin AB ile ilgili 2015'ten sonra referanduma gitmesi gerektiğini ifade ederek gerginliği farklı bir safhaya taşıdı. Bu ifade son bir yıldır AB koridorlarında dillendirilen "İngiltere, AB'den çıkacak mı?" sorusunu alevlendirdi. 2012'de AB, Nobel Barış Ödülü'ne layık görülünce Cameron'ın itirazları ve "Bu ödül AB'nin değil NATO'nun hakkıydı. Avrupa'da barışı II. Dünya Savaşı'ndan bu yana NATO korudu" lafı İngiltere'nin Almanya'dan duyduğu rahatsızlığın bir başka ifadesi. Bu olayın hemen akabinde de Almanya ile İngiltere arasında AB Bütçesi ile ilgili soğuk rüzgarlar esmiş, Merkel "İngiltere bütçeyi veto etmemeli" diyerek Cameron'u uyarmıştı.
Aslında Cameron'ın Davos'taki konuşması tam anlaşılamadı ya da anlaşılmak istenmedi Brüksel'de. Cameron, İngiltere'nin AB'ye kapılarını kapamadığını ama AB'nin daha işlevsel hareket etmesi gerektiğini, birliğin birçok politikalarının-özellikle sosyo-ekonomik olarak- gözden geçirilip AB'nin kurumsal olarak daha güçlü ve liberal hale getirilmesi gerektiğine işaret etti. Bugün AB'nin geldiği noktada AB halkalarına refah ve faydadan daha çok zarar verdiğini ısrarla irdeledi. Cameron'ın en çok yakındığı nokta, AB'nin içinde bulunduğu ekonomik krizle beraber Yunanistan gibi iflasın eşiğindeki ülkelerin yükünü İngiltere'nin de çekiyor olma. Merkel'in AB Bütçesi'nin veto etmeyin uyarısı da bu noktadaki sancıdan kaynaklanıyor. Cameron'in, AB bürokratlarının haksız yere büyük maaşlar aldığından, İngiltere'nin birliğe yaptığı mali yardımın çok fazla olduğu ve İngiltere'nin birliğin fonlarından yeterince adil bir şekilde istifade edemediği gibi vurguları da burada şekilleniyor. Cameron ayrıca AB'nin dünya hasıla ve üretimindeki payının devamlı bir iniş sergilediğini bu durumun AB'nin geleceği ile ilgili en büyük tehdit ve tehlike olduğuna da işaret etti.
The Guardian'ın açıkladığı kamuoyu araştırmasına göre İngilizler'in sadece yüzde 31'i AB içinde kalmak taraftarı, öte yandan yüzde 48'i AB'den ayrılma fikrinde. İngiltere'nin finans ve iş çevreleri ise ayrılma veya izolasyon fikrine karşı çıkıyorlar. Geçtiğimiz günlerde Londra Borsası Başkanı Chris Gibson Smith'in 8 büyük şirketin CEO'su ile beraber kaleme aldığı ve Financial Times'ta yayınlanan makalede, Cameron'ın AB ile ilgili ülkeyi 2015'ten sonra referanduma götürme fikri eleştirildi. İzolasyonun İngiltere ekonomisine büyük zarar vereceği ifade edildi. İngiltere Hazine Bakanı Alexander da benzeri uyarılarda bulundu. Confedaration of British Industry'nin Başkanı Sir Roger Carr, Cameron'ın çıkışını eleştrip İngiltere'nin ayrılma fikrinden kesinlikle uzak durması gerektiğini ifade etti.
Cameron'ın bu çıkışında şüphesiz Muhafazakar Parti'nin içinde yükselen AB karşıtı blokun ve partinin seçmenlerinin de büyük etkisi var. Zira yapılan son kamuoyu yoklamaları, ençok AB karşıtı seçmen kitlesinin hala Muhafazakarlar'da olduğunu gösteriyor. Öte yandan Birleşik Krallık toplam ihracat-ithalatının yarısından fazlasını AB bölgesi ile yapıyor. En büyük ticaret ortağı ABD olmasına rağmen, ABD'den sonraki en büyük 4 ortağı AB ülkeleri;Almanya, Hollanda, Fransa ve İrlanda. Muhafazakar Parti içindeki bazı gruplar İngiltere'nin AB'den ayrılması ama İzlanda ve Norveç gibi AB Münhasır Ekonomik Bölgesi'nin bir parçası olmasını savunuyorlar. Fakat Cameron bu görüşe itiraz ediyor ve İngiltere'nin hem ortak pazarda kalması hem de AB'nin politikalarının belirlenmesinde söz sahibi olması gerektiğini söylüyor.
Birleşik Krallık, II. Dünya Savaşı'ndan bu yana ABD ile Avrupa'nın arasındaki en önemli denge unsuru olageldi. Temelde Kara Avrupası'nın içinde oluşacak ve İngiltere'yi tehdit edecek bir güç veya birlikteliği sabote etmek her zaman önceliği oldu. Avrupa'nın tam entegrasyonuna da her zaman bu yüzden karşı çıktı. Bunu yaparken de birliğin hem içinde hem de birlikten daha bağımsız olmayı yeğledi. Bu temel stratejisinden ve tabii Fransa'nın da endişelerinden dolayı 1973'e kadar birlik dışında kaldı.
Bugün AB'nin geldiği nokta, Avrupa'nın II.Dünya Savaşı'ndan sonraki en kritik eşiklerden birinden atladığını gösteriyor. Bir zamanlar tartışmasız dünya gücü olan ve hala bugün dünya sahnesinde diplomatik ve politik gücünü devam ettiren İngiltere bir karar noktasına doğru ilerliyor. Ama bu sadece İngiltere için böyle değil; AB kendisi de bir kimlik-birlik krizi içerisinde bulunuyor.
bahaerbas@fas.harvard.edu