Chicago'da gerçekleşen NATO Zirvesi birçok açıdan gerçekten tarihi idi. Zira 2012 yılı, ABD'nin 1942'den bu yana dış politika ve küresel güvenlik alanında hem teorik hem de taktiksel olarak en keskin dönüşüm sürecinin başlayacağı yıl olarak ortaya çıktı. NATO Zirvesi de bu sürecin girizgahıydı.
Bugün NATO'nun en büyük küresel operasyonu olan Afganistan'ın geleceği de bu zirvede genel hatları ile belirlendi. NATO'nun Afganistan'daki durumu ve bunun Atlantik İttifakı'nın geleceğine etkisi, ABD-Çin-Rusya perspektifindeki yansımaları, NATO'nun Kosova'daki misyonu, NATO'nun varlığının ABD-Avrupa ittifakındaki hassas konumunun gelecekte özellikle Rusya için neleri beraberinde getirebileceğine dair önemli işaretlerin belirdiği bir zirveyi geride bıraktık. Zirve AB-Türkiye ilişkileri açısından kritik bir sürece başlangıç olabilecek potansiyeli de barındırıyor. Zira ABD'nin Avrupa'daki askeri gücünü kademeli olarak Asya-Pasifik'e kaydırma kararı aldığı bir iklimde geleceğin AB'sinin Türkiye'ye bakışında farklı ufuklar belirmesi beklenebilir.
Zirve sonunda varılan mutabakat sonucunda NATO, Afganistan'ın genel güvenliğini 2013 yılı içinde Afganistan güvenlik güçlerine teslim edecek. Afganistan'daki muharip NATO gücü ise 2014 yılı sonuna kadar tamamen ülkeden çekilmiş olacak. Afganistan ile ilgili zirvede gündeme gelen fakat nihai çözüme varılamamış olan önemli başka bir husus da 2014 sonrasında Afganistan Ordusu'nun bütçesinin-ki 285 bin kişilik askeri gücü ile birçok NATO ülkesinden daha büyük bir orduya tekabül ediyor-nasıl ve ne yolla temin edileceği idi.
Avrupa'nın ekonomik olarak büyük sıkıntı içinde olduğu, Washington'ın dünyaya duyurduğu "Yeni Küresel Doktrin"de de ifade ettiği gibi ABD savunma harcamalarından önümüzdeki 10 yılda 480 milyar dolarlık tasarrufun planlandığı bir ortamda bu durumun NATO'nun önünde duruyor olması ise başka bir sorun. Fakat bugün İSAF gücünün en büyük unsuru olan ve 2014'ten sonra Afganistan'da kalacak olan ABD'nin muhtemelen büyük oranda bu yükü çekeceği şimdiden görülüyor. 2014 sonrasında Afganistan'da kalacak tek yabancı güç ABD olacak fakat Amerikan askeri gücünün ne kadarlık kısmının hangi şartlarda Afganistan'da kalmaya devam edeceği henüz açıklık kazanmış değil.
NATO Zirvesi tarihi idi fakat bu durum kamuoyunda pek de öne çıkmayan bir strateji değişikliğinden kaynaklandı. Şöyle ki; ABD Başkanı Obama geçtiğimiz Ocak ayında ABD'nin 21. Yüzyıl Küresel Stratejisi'ni açıkladı. Obama'nın açıklamalarının ardından Pentagon'un kamuoyu ile paylaştığı Küresel Güvenlik Doktrini Raporu (to articulate priorities for a 21st century defense that sustains U.S. global leadership), ABD açısından 1942'ten bu yana yapılmış en önemli küresel kırılma ve dönüşüm noktası olarak görülüyor.
Raporda, Türkiye'nin ABD için çok kritik önemini geleceğin dünyasında da korumaya devam edeceği vurgulanırken diğer yandan da ABD'nin geleceğin dünyasındaki ana güç-rekabet-güvenlik eksenini (Avrupa ya da Ortadoğu üzerinde değil) Asya-Pasifik'te inşa edeceği, Avrupa'da NATO gücü şemsiyesi altındaki ABD gücünün büyük bir kısmının Pasifik'e kaydırılacağı açıklandı. Zira bu zirve ile beraber ABD'nin Avrupa'daki askeri varlığını Avrupa'nın içinde bulunduğu böyle zor bir dönemde Asya-Pasifik'e kaydırmaya başlamasının ABD, AB ve dünya açısından öneminin ne olacağı resmen tartışmaya açılmış oldu. Zira bugün ABD'nin dokuz Avrupa ülkesinde 95 bine yakın askeri personeli bulunuyor. Bugün ABD'nin sırf Almanya'da 21 askeri üssünde toplam 54 bin civarında bir askeri personeli bulunuyor, bunu 10 bin 800 asker ile İtalya, 9 bin 300 asker sayısı ile İngiltere takip ediyor.
Avrupa 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana tarihinin en büyük ekonomik kırılmasını ve güvenlik dönüşümünü yaşıyor. Bu durumun AB'nin geleceğin dünyasındaki kurumsal kimlik algısını nasıl şekillendireceğinin, Almanya'nın hem AB ülkeleri ile -özellikle Fransa ile- olan ilişkilerini Almanya-Rusya ittifakı ile aynı sepete koyup koymayacağının, bu kritik ittifakın ABD'nin Avrupa'ya olan bakışına muhtemel etkilerinin ne olup olmayacağının hesabı ilk defa bu zirvede bu kadar ciddi yapılmış oldu.
Zira Avrupa'nın küresel oyuncu olmaya dair kalkışmaları ile sistemik olarak kerhen içine kapanma durumu tarih açısından Avrupa'nın belki de modern dönemdeki en büyük ifrat-tefrit noktası oldu. Bu durum ise hem ABD'yi hem Rusya ve Çin'i hem de özelde Almanya'yı başka yollar düşünmeye itti, itiyor. Zira görünen o ki Chicago Zirvesi ile beraber AB'nin ekonomik potansiyelini ve dinamizmini gelecekte de koruyacak ve bunu askeri olarak ikame edebilecek küresel bir oyuncu olamayacağı fakat aynı AB'nin geleceğin dünyasında tek başına kaderini ABD'ye bırakmak istemeyeceği-ve dahi ABD'nin de bu yükü almaya hiç de eskisi gibi niyetli olmadığı bütün taraflarca anlaşılmış görünüyor.
Chicago Zirvesi geçtiğimiz seneye damga vuran ve halen ABD-Rusya arasında kriz konusu olan "Füze Kalkanı" dolayısıyla da taraflar arasında yeni bir süreci ön ayak olacak gibi görünüyor. Rusya'nın 2008'deki Gürcistan Savaşı'nda bölgedeki müttefiklerinin kendisinden beklediği tutumu sergileyemeyen ABD, 2008'den bu yana ilk defa resmi olarak bölgeye dair niyetini bu zirve vesilesi ile açıklamış bulunuyor.
Zirve öncesinde yayınlanan deklarasyonda "NATO olarak Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Moldova'nın toprak bütünlüğünü, bağımsızlığını ve egemenliğini savunmakta kararlıyız" ibaresi yer aldı. Tabii bu açıklama işgal altında tuttuğu Dağlık Karabağ meselesinden dolayı Ermenistan ile krize sebep oldu ve Ermenistan zirveye katılmadı. Ertesi gün Ermenistan Devlet Başkanı "Ermenistan'ın Rusya Devlet Başkanı Putin'in hedef ve politikalarını aynen benimsediğini" duyurdu. ABD'nin hem Çin hem de Rusya ile ilişkilerinin ziyadesi ile gergin olduğu bir dönemde Şangay İşbirliği Örgütü'nde Çin ve Rusya ile ortak olan Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan zirveye devlet başkanları seviyesinde katılmadılar. Ermenistan'ın dolaylı yolla protesto ettiği, Aliyev'in ise Türk Dünyası'ndan NATO üyesi Türkiye dışında katılan tek devlet başkanı olduğu, ABD'nin 2008'den bu yana ilk defa bu kadar yüksek perdeden Kafkasları gündemine getirmiş olması umalım ki Türkiye'nin de çabaları ile Dağlık Karabağ Meselesi'nde önümüzdeki dönemde olumlu gelişmeleri beraberinde getirsin.
Sırbistan'daki seçimleri Nikoliç'in kazanmış olması bir yerde Balkanlarda Moskova'nın kazanıp Washington'ın kaybedeceği yeni bir döneme başlangıç olabilir. Bu durum hem Bosna Hersek hem de Kosova'nın geleceğini derinden etkileyebilecek yeni kanlı bir dönemin başlangıcı olabilir. Herhalde Türkiye'nin bu bölgedeki en büyük tarihi görevi bir an önce Bosna-Hersek'in NATO'ya üye olması için gece gündüz çabalamaktır.
baha.erbas@usasabah.com