24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalandı. O günden bugüne, cumhuriyetin temel kurucu anlaşmasını hep "Lozan, zafer mi hezimet mi?" ikilemine sığdırmaya çalıştık. Soru tehlikeli olunca ortaya çıkan cevaplar arasındaki mesafe de hep gayritabiî olageldi.
Lozan'ı Sevr ile mukayese edip Cumhuriyet tarihinin en başarılı diplomatik zaferi ilan etmek ne kadar gerçek ise Lozan'ı kurulduğu günden bu yana Türkiye'nin bütün sorunlarının ve atlattığı bütün badirelerin menşe'i saymak da o kadar gerçektir! Bunlar tehlikeli ve bir o kadar da zararlı yollardır! Bundan kasıt, "Lozan eleştirilemez" değildir. Ama kasıt, kurucu-temel garantör olan bir anlaşmayı sadece hezimet ya da sadece bütün dünyayı dize getirmiş bir zafer olarak okumanın, milletçe tarihsel perspektifimizde doğuracağı mahzurlardır.
Musul Vilayeti Meselesi ve Irak Sınırı (Her ne kadar 1926'da karar bağlandı ise de), Ege Adaları ve Kıbrıs Meselesi, Boğazlarda Egemenlik Sorunu ile ilgili hususlar Lozan'ın yumuşak karnı olarak gösterilip hep eleştirilmiştir. Fakat ekonomik olarak asırlarca Türkiye'nin belini bükmüş kapitülasyonlar da Lozan ile kaldırılmış, Duyun-i Umumi Meselesi karara bağlanmıştır. I. Dünya Savaşı'ndan sonra imzalanmış olan antlaşmaların tamamı çoktan tarihin sayfalarında yerini almış, yürürlükten kalkmış iken bugün Lozan hala ayaktadır. Fakat Lozan müzakereleri, hem içerde hem de dışarıda kolay bir süreç olmamıştır. Zira Lozan için Birinci Meclis feshedilmiş, seçimlerle İkinci Meclis iş başına gelmiş, orada da çok çetin tartışmalar sonrasında Lozan kabul edilmiştir.
Mesela Lozan Antlaşması 20. maddesi şöyledir: "Türkiye, İngiliz Hükümeti tarafından Kıbrıs'ın 5 Teşrin-i Sâni 1914'de (5 Kasım 1914) ilân olunan ilhakını tanıdığını beyan eder". Böylelikle Türkiye'nin elinden çıkan Kıbrıs, ta 1959 Zürih ve Londra Antlaşmaları ile tekrar Türkiye'nin garantörlüğünü kazanabilmiştir. Yine aynı şekilde Boğazlardaki statü konusunda da daha sonra 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye'nin egemenliği sağlanabilmiştir. Hatay 1939'da anavatana katılmıştır.
Hem Birinci Meclis'te hem de İkinci Meclis'te en çok tartışma konusu olan sorun ise Musul Meselesi olmuştur. Mesela, Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, meclis kürsüsünde "Mehmetçiğin süngüsüyle kazanılan muazzam zafer, Lozan'da heba edildi" diyerek çok sert eleştirilerde bulunmuştur. Musul Meselesi konusunda meclisin hassasiyetini sadece Musul Vilayeti'nin stratejik önemi ve petrole bağlamak da tek başına doğru değildir. Zira o gün mecliste bulunanlar için Musul Vilayeti, Ankara ya da Samsun'dan farksız bir vatan toprağıdır, işgale uğramamış, kaybedilmemiştir. Zira unutmamak gerektir ki I. Dünya Savaşı sona erip Mondros Mütarekesi imzalandığında, İngilizler bütün çabalarına rağmen Musul'u ele geçirememiş ancak Altınköprü Hattı'na kadar ilerleyebilmişlerdir.
Anlaşma imzalandığında 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Sabis Paşa ordusu ile beraber hala Musul'da, I. Kafkas Kolordu Komutanı Mirliva Kazım Karabekir ise ordusu ile beraber hala Tebriz'dedirler. Mondros Mütarekesi imzaladıktan sonra İstanbul Hükümeti'nin emri ile Musul ve Tebriz'i Türk askeri boşaltmıştır.
Musul Meselesi, mecliste tartışılırken mebuslar şöyle demektedirler: "Eğer Musul'u verirsek yarın Erzurum'u müdafaa etmek zorunda kalırız". Lozan'dan aylar öncesine kadar Atatürk ve İnönü'nün de bu yönde beyanları vardır. Hatta 2 Mart 1923 tarihli meclis konuşmasında İnönü şöyle demektedir: "Gerekirse Musul için savaşırız!". Türkiye Kurtuluş Savaşı'nı Yunan ordularına karşı kazanmıştır. Ama Musul'da o gün İngiliz orduları vardır. Musul için savaşmak o tarihte İngiltere ile savaşmak olacaktır ve açıkçası Türkiye'nin böyle bir gücü de yoktur. Nitekim Lozan tartışmalarının en sert anında Atatürk "Musul'u kolaylıkla alabiliriz. Fakat Musul'u aldıktan sonra muharebenin hemen son bulacağına kani olamayız."(1) diyerek olası bir savaşın Türkiye'yi sürükleyebileceği tehlikelere işaret etmiştir.
Daha sonra İngiliz belgelerinden öğrendiğimize göre İngiltere, Musul Vilayeti'nin bir kısmını ve Musul petrolünden de ciddi bir payı gözden çıkarmıştır ama İngiliz istihbaratı, o süreçte hem Ankara'daki meclisi hem de Lozan'daki heyetin Ankara ile yazışmalarını gizlice takip etmektedir. Lozan Müzakereleri esnasında heyetin Ankara'ya gönderdiği ortak notada "Kapitülasyonları tamamen kaldırmak ve sulh için Musul'dan feragat etmek tek yol görünüyor" denmektedir ve bu yola gidilmiştir. Fakat burada şunu ifade etmek lazımdır ki o gün dahi Atatürk, İsmet İnönü, Kazım Karabekir ve Fevzi Çakmak gibi simaların tamamı, Musul Meslesi'nin geleceğin Türkiye'sine pahalıya mal olacağını, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü tehlikeye düşürebileceğini görmüş, itiraf etmişlerdir!
Aynı Lozan, ta Osmanlı döneminde başlayıp bugünlerde de sık tartışılan "Azınlıklar Meselesi"ne nokta koymuştur. Kurucu anlaşma olarak Türkiye'deki azınlıkların hukuki statülerini Lozan çizmiştir. AB'ye üyelik süreci için Türkiye'deki azınlıkların hukuki statülerini tartışmaya açtırmak, kabul edilebilecek bir şey değildir. Cumhuriyet, Lozan'dan sonra 2 defa Lozan'ı aşmıştır. (1-1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi, 2-1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları.) Ama hiç geri adım atmamıştır. Yarını belirsizliklerle dolu AB için bunu yapmayalım!
Hamiş 1: İngiltere'nin bir yerden sonra Lozan görüşmelerinde, Musul Vilayeti'nden ve petrolünden Türkiye'ye bir pay vermeye razı olmuş olması ise o gün kendi içindeki dengelerin bir sonucudur. Zira David Fromkin'in A Peace to End All Peace adlı ufuk açıcı ve her Türk aydınının mutlaka okuması gereken eserinde de belirttiği gibi, o günler sadece Ankara Hükümeti için değil dönemin süper gücü İngiltere için de çok zor zamanlardır. Zira aynı günlerde Avam Kamarası'nda, olası yeni bir savaş halinde Yeni Zelanda ve Filipinler'deki İngiliz Donanmaları'nı getirebilmek için Donanma Bakanlığı'nın parasının olmadığı konuşuluyordu.
Hamiş 2: Osmanlı Sadrazamları'ndan Mahmut Şevket Paşa'nın kardeşi ve 1936 yılında Irak Başbakanı olan Türkiye taraftarı Hikmet Süleyman'ın 1930'larda defalarca kez Ankara'ya gelerek Irak'ın Türkiye ile birleşmesi konusunu Atatürk ile görüştüğü, Irak Genelkurmay Başkanı Bekir Sıtkı Paşa'nın bu konu çerçevesinde görüşmelerde bulunmak için Ankara'ya gelirken 12 Ağustos 1937'de Musul Havaalanı'nda İngiliz ajanları tarafından suikastla öldürüldüğü ve suikasttan hemen beş gün sonra, 17 Ağustos'ta, Hikmet Süleyman'ın başbakanlıktan istifa ettirilip, tutuklandığı ise biliniyor.
1- T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları; Cilt IV, s.171
baha.erbas@usasabah.com