Türkiye bir seçim maratonunu daha tamamladı. Fakat önümüzdeki süreçte dış politika karar alıcılarını çok yoğun ve bir o kadar da zorlu bir gündem bekliyor.
Ortadoğu
Gün geçmiyor ki Ortadoğu'nun bir başka köşesi alev almasın! Libya, Yemen ve Suriye... Özellikle Suriye'de yaşanan son olaylar, Türkiye'nin bölge ile ilgili dış politikasının hassas parametreler üzerinde olduğunu ve gelişen olayların Türkiye'yi bölgede denge ve zemin değişikliğini itebilecek yerlere varabileceğine işaret ediyor. Şüphesiz Türkiye'nin 10 yıl içerisinde Suriye ile ilişkilerini, savaşın eşiğinden stratejik ortaklığa taşımış olması başlı başına bir başarı hikâyesidir. Hem Türkiye'nin Ortadoğu politikasındaki hem de İran-İsrail çatışmasındaki konumu sebebiyle Suriye bölgede özel önem taşıyor. Nitekim Türk Hükümeti Sözcüsü yaptığı açıklamada "Türkiye ve Suriye bitişik nizam iki bina gibi. Suriye'deki hiçbir gelişmeye kayıtsız kalamayız" dedi. Ve Türkiye bu ana kadar da bu önemin verdiği hassasiyetle dengeyi korumaya çalıştı. Ama belli ki Esad iktidarı şiddet kullanmaktan çekinmeyecek.
Geçenlerde İran medyasında, Suriye'deki olayların arkasında Başbakan Erdoğan'ın olduğuna, Türkiye'nin Suriye'ye karşı iftira kampanyası başlattığına dair haberler yer aldı. Birkaç gün içinde ise Şam'daki Türk Büyükelçiliği önünde Türkiye aleyhinde protestolar meydana geldi. Başbakan Erdoğan'ın uyardığı Esad, ertesi gün özel Temsilcisi Hasan Turkmani'yi Ankara'ya gönderdi. Bir yerde de Suriye'nin bugünkü ilişkileri içinde dünyaya açılan tek kapısı Ankara. Önceki gün Suriye'deki Uluslararası İzleme Komitesi ise Esad Yönetimi'nin geri adım atmak niyetinde olmadığını, Türkiye sınırına 20 km. mesafedeki bir kasabaya tanklar gönderdiğini açıkladı.
Batı, Libya'da büyük bir fiyaskoya gidiyor olmalı ki Kaddafi'nin satranç oynadığı fotoğraflar gazete ve televizyonlarda görülünce NATO Genel Sekreteri, AB ülkelerini savunmaya para harcamamakla suçladı. AB'nin de parası yok. Gerçi biz olduğu zamanları da iyi hatırlıyoruz ki bu işleri hep ABD'ye havale etmişti; bu işe de Washington'ın kesesine güvenerek giriştiği, ama Temsilciler Meclisi'nin Libya operasyonuna mali yardım konusunda Obama yönetimine zor anlar yaşatacağı konuşuluyor.
Dolayısıyla Esad'ın güvendiği bir başka nokta da, ABD'nin Libya operasyonundaki mesafeli duruşu, AB'nin ise işi hem eline yüzüne bulaştırmış olması, hem de mali yetersizlik ortamı ve tabii Suriye'nin Rusya ile olan iyi ilişkileri.
Belli ki Türkiye önümüzdeki dönemde hem Batı ile Suriye arasında hem de kendi içinde bu meseleye çokça mesai harcayacak. Aslında Türkiye açısından da Suriye vazgeçilebilir değil. Suriye'nin çökmesi, Türk Dış Politikası'nı ve Türkiye'nin güvenliğini (Türkiye sınırında kurulan çadırlara Suriye'den gelenlerin dün itibarı ile 10 bin kişiyi aştığı belirtildi) büyük bir meydan okumayla karşı karşıya bırakabilecek potansiyeldedir. Türkiye'nin Esad'ı reformlar konusunda uyarması, Başbakan Erdoğan'ın "Maalesef Esad Ailesi ve özellikle Mahir Esad insani davranmıyorlar" demesi, Suriye'de oluşacak büyük bir iç kaosun, Alevi-Sünnî çatışmasına dönüşmesi ve bir sonraki adımda bunun önce Lübnan ve sonra çatışmaya teşne de görünen İran ve İsrail'i içine almasının bölgeyi içine atacağı ateş çemberinin korkusundandır. Dolayısıyla Türkiye, önümüzdeki dönemi, bölgeyi bu ortama sevk edebilecek tehlikeli işleri bertaraf etmeye çalışmakla geçirecek gibi...
AB
12 Haziran seçimleri Türkiye'ye, Batı ile ilişkiler konusunda farklı tecrübeler yaşattı. Başta The Economist, New York Times, Financial Times olmak üzere birçok etkin yayımda Türk seçmenine tavsiye mektupları gördük. Bu durum Türk kamuoyunu çok meşgul etmiş olsa da sonuçları demokrasi belirledi. Seçim öncesi olduğu gibi seçim sonrasında da Batı basınında farklı çıkışlara hep beraber rastladık.
12 Haziran seçimleri sonrasında kaleme aldığı makalesi, İngiliz Times gazetesinde yayımlanan İngiltere'nin eski Dışişleri Bakanı Jack Straw, yazısında Türkiye-AB ilişkileri konusunda seçimin mağlubunun Türkiye değil AB olduğunu ifade etti. Straw makalesinde Türkiye'nin kendine güvenen güçlü bir portresi olduğunu, maalesef Brüksel'de Türkiye'nin güçlenen ekonomisinden ve artan bölgesel etkisinden rahatsızlık duyan bir kesim bulunduğunu ifade etti. Straw, bugün gelinen noktada eğer suçlanması gereken bir taraf varsa bunun kesinlikle AB olduğunu ifade ederek, AB'yi sert bir dille eleştirdi. Yine aynı günlerde Avrupa basınında Türkiye'deki seçimleri ve Türk Dış Politikası'nı analiz eden bir başka yazı da AB'nin eski Dış Politika Yüksek Temsilcisi Javier Solana'ya aitti. Seçim sonuçlarını ve Türkiye'nin bölgedeki artan gücünü birçok kriter açısından analiz eden Solana "Eger AB, bir müze değil, küresel bir oyuncu olacaksa bu Türkiye'siz olamaz" mesajı verdi.
Straw'ın makalesinde "Brüksel'de, Türkiye'nin bölgede artan etkisinden ve gelişen ekonomisinden rahatsız olan bir kesim var" diye eleştirdiği zevattan, Alman Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi(CSU) Bavyera İçişleri Bakanı Hermann, Türkiye'deki seçimler hakkında şu açıklamada bulundu: "Seçim sonuçları, Türkiye'nin giderek İslamcı, muhafazakâr ve milliyetçi bir toplum oluşunun ve AB'den uzaklaştığının göstergesidir".
Heralde, Hermann'a Türkiye'nin tek cevabı şu olmalıdır: Eğer Türkiye, bir gün milliyetçilik ya da İslamcılığı aşıp aşırı ırkçılığa varmak isterse, ırkçılık adına dünyada alabileceği en güçlü örnek her zaman yanı başındaki Almanya olacaktır.
Hamiş: Sarkozy'nin Türkiye'ye bağırıp çağırmasına çok da aldırmamak gerek. Zira Türkiye'ye hem kısa hem de uzun vade de Avrupa'dan gelebilecek en büyük tehdit ve tehlike her zaman Almanya'dandır.
baha.erbas@usasabah.com