Şüphesiz 1942'den Soğuk Savaş'ın bittiği 1990'ların başına ve hatta bugüne kadar Amerikan Dış Politikası'nı en çok etkilemiş ve birçok konuda teorik olarak yönlendirmiş olan, büyük düşünür ve Yale'li Profesör Nicholas J.Spykman, Kenar Kuşak (Rimland) Teorisi'nde şunları söyler: Kim Kenar Kuşak (Rimland)'a hükmederse Avrasya'ya hâkim olur; kim Avrasya'ya hâkim olursa dünyanın kaderini belirler. (1)
Spykman'a göre Türkiye İç (Kenar) Hilal bölgesinde yer alır ve Türkiye dünya kalesine sahip olmayı arzulayan bir büyük güç için kaleye yapılacak son kuşatma bölgesinin tam ortasındadır. Dolayısıyla dünya hâkimiyetinin yolu Türkiye'nin tam ortasında yer aldığı merkez-kuşatma bölgesinden geçer.
Klasik imparatorlukların tasfiyesinden bu yana Avrasya demek dünya hâkimiyetinin temel koşulu demek olagelmiştir. İngiltere ile Rusya arasında 19. asrın sonunda başlayan "Büyük Oyun" da bizatihi bu stratejik gerçekliğin yansımasıdır. Dünyadaki güçler dengesi 20. asırda içine okyanus ötesi ilk büyük güç olan ABD'yi dahil etmiş, Avrasya'daki eski imparatorluk tasfiye olmuş, yeni süper güçler dengesi kurulmuşsa da; Avrasya'nın dünya hakimiyeti adına fonksiyonu değişmemiştir. Başka bir deyişle Avrasya'nın 1900 yılının süper gücü İngiltere için arz ettiği önem, 2000 yılının hakim gücü ABD için arz ettiği önemden azdır diyemeyiz.
Burada Türkiye'yi ilgilendiren, Avrasya'da ve Avrasya dolayısıyla dünya siyasetinde meydana gelen gelişmeler, bu gelişmelerin Türkiye'ye etkileri ve Türkiye'nin bu süreçteki muhtemel rolüdür. Çünkü bir bakıma Avrasya'nın geleceği demek hem Türkiye'nin hem de tarihsel olarak Türkiye'nin hinterlandı, etnik ve kültürel olarak mücaviri olan bölgelerin de geleceği demektir. Zamana ve mekâna göre farklı şekillerde tarif ediliyorsa da Avrasya ya da Avrupa + Asya... Türkiye sahip olduğu jeopolitik kaldıraç etkisi ile neresinden bakılırsa bakılsın bu bölgenin kadim geçiş merkezidir.
Soğuk Savaş bitince Batılı bazı gözlemci ve teorisyenler "Artık Türkiye'nin Batı Dünyası için önemi kalmadı" dediler. Maalesef Türkiye 1990'ları bu söylemlerin verdiği psikolojik baskı ve etkiler ile geçirdi. Soğuk Savaş döneminde Türkiye, etrafı tamamen Doğu Bloku ülkeleri ile çevrili, bloğun lideri Komünist Rusya ile komşu ve daha dönemin başında (1945), Komünist Rusya'nın Boğazlar, Kars ve Ardahan ile ilgili tehdidine maruz kalmış, bütün dönem boyunca tehdit algılamasını "Komünizm" üzerine inşa etmişti. Türkiye, komşuları içinde kendisi gibi Kuzey Atlantik İttifakı'nın tek üyesi olan Yunanistan ile dahi ezeli düşman, aşılamayan bölgesel güvenlik blokajı içinde daima savunma hattı ve psikolojisi içinde olan, Batı İttifakının bittiği yerde, Batı dünyası için stratejik bir uç/kanat ülke konumundadır.
Önce 1989'da Varşova Paktı'nın ardından 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılması İki Kutuplu Üç Bloklu Yalta Düzeni'ni tarih sahnesinden tasfiye etmiştir. Sovyetler Birliği ve Yugoslavya'nın dağılması ile birlikte Balkanlar'dan Orta Asya'ya, Doğu Avrupa'dan Kafkaslara dünyanın kadim merkezinde haritaların ve siyasi aktörlerin değişmesi çok düzlemli ve çok boyutlu küresel etkiler yarattı. Türkiye'nin Sovyetler Birliği ve Yugoslavya'nın dağılmasıyla dünya sahnesinde yerini alan yeni devletlerle olan tarihi, etnik ve kültürel bağları Türkiye'nin bütün bu bölgelerde Soğuk Savaş yıllarına nazaran daha bağımsız ve aktif politik ataklar gerçekleştirmesi için önünü açtı; harekât ve manevra alanını genişletti. Değişen haritalar ve siyasi aktörlerle beraber girilen yeni süreç bütün bölgeyi kaotik bir çatışma ortamına sürükledi. Bosna Savaşı ve Kosova Sorunu, Dağlık Karabağ Sorunu, Karadeniz ve Kafkaslardan büyük ölçüde Rusya'nın çekilmesi, Birinci Körfez Savaşı ve sonrasında Ortadoğu'da değişmeye başlayan dengeler...
Bütün bunlar bölgenin, kurulacak "Yeni Düzen" için de vazgeçilmez ve hayati olacağını hemen teyit etti. Bölgede değişen dengeler ve yaşanan kaotik çatışma ortamları, Türkiye'nin sınırları dışında gerçekleşen fakat merkezinde Türkiye'nin olduğu yeni bir stratejik ortam doğurdu. "Artık Türkiye'nin Batı Dünyası için önemi kalmadı" diyen ağızlar kapanmadan kurulacak "Yeni Dünya"da Türkiye'nin ABD, AB ve Rusya gibi güç odaklarının çıkar ve hesaplarının kavşağında olduğu düşünen akıllar ve hesap eden güçler için sürecin hemen başında belirdi.
Hâkim güç olabilmek ve bu statüyü idame ettirebilmek için jeopolitiğin büyük güçlere dikta ettiği hususlar vardır. ABD'nin küresel hâkimiyeti ve dünya barışının geleceği için Balkanlar'dan Orta Asya'ya, Doğu Avrupa ve Kafkaslardan Ortadoğu'ya jeopolitik ortam ve ittifakın nasıl şekilleneceği ne kadar önemli ise dünyadan Türkiye'ye bakınca Türkiye de o kadar önemlidir.
Bir önceki yazımızda Rusya'nın AB ve Çin arasında sıkışmasının ABD için Avrasya'da doğuracağı mahzurlardan dolayı gelecekte Rusya'nın AB ve Çin arasında dengeleyici rol oynayacağı muhtemel bir ABD-Rusya ittifakından bahsetmiştik. Böyle bir ittifakın gerçekleşip Rusya'nın AB ve Çin arasında dengeleyici role sahip olması, gelecekte Avrasya'da gerçekleşecek ve Türkiye'nin lehine olabilecek en önemli senaryolardan biridir. Eğer Rusya, AB ve özellikle Almanya ile ilişkilerini çok daha ileri safhalara taşırsa bu AB'nin ve Alman sermayesinin sadece Rusya'ya değil Rusya üzerinden bütün İran ve Orta Asya'ya nüfuz etmesi demek olur ki Türkiye'nin ve mutlaka ABD'nin başına gelebilecek en kötü şeydir.
ABD ve Rusya'nın muhtemel işbirliği sanılanın aksine Türkiye'nin bölgede önemi azaltmayacak Türk-Amerikan ilişkilerini daha geniş bir ortama sevk edip zenginleştirecektir. Daha da açığı Türk-Amerikan ilişkileri, sadece Kıbrıs, Irak, İran, Ortadoğu, AB, NATO olmaktan çıkacaktır.
(1)- Nicholas J. Spykman, America's Strategy in World Politics.
baha.erbas@usasabah.com