Selahattin Yusuf

03 Aralık 2012, Pazartesi

“Tehlikeli belki” ve “muhalefet”

Şiir, ne için yürürlüktedir bugün ülkemizde? Bilemiyorum valla, tam. Vaziyeti, gidişatı nedir, nasıldır? Bilemiyorum. Ama bildiğim, daha doğrusu kestirmeye başladığım bir şey var: Giderek büyük şiirden uzaklaşıyoruz.

Bu memleketin en güzel, en hakikatli adamlarından birinin, sevgili Osman Konuk'un şiir kitaplarından birinin başlığıdır bu. Şiir, ne için yürürlüktedir bugün ülkemizde? Bilemiyorum valla, tam. Vaziyeti, gidişatı nedir, nasıldır? Bilemiyorum. Ama bildiğim, daha doğrusu kestirmeye başladığım bir şey var: Giderek büyük şiirden uzaklaşıyoruz. Osman Konuk ve birkaç büyük şair hariç, durum pek iç açıcı değil. Nasıl? Şöyle. Şiir, artık biraz kendini yazıyor gibi. Şiiri kuran büyük ruhlar, çoktan inzivaya çekilmiş bulunuyorlar. Şiiri şairler yazmıyor sanki artık. Onların etrafında büyük hareler oluşmuyor. Büyük haleler oluşmuyor. Sayın Cumhurbaşkanı, Sezai Karakoç için; "Faydalandığım, fikri yapımda emeği olan büyük bir şair ve fikir adamıdır" dedi. Ama burada da büyük bir problem var işte. Ben de tam burayı söylemeye çalışıyorum: Eskiden böyle olmazdı. Eskiden büyük şairler, halka olmuş bir topluluğun tam ortasında durur, konuşurlardı. Büyük ruhlarıyla, büyük heyecanlar kurarlardı. Ruhun binasını gün be gün, taşı çamurun üstüne, taşı taşın üstüne koyarak yaşarlardı. Yazdıkları, yaptıkları yankılanırdı. Şimdi yok pek böyle bir şey. İşte İbrahim Tenekeci'nin çabası: İtibar. İtibar dergisinin ilk sayısı iki baskı yapınca çok sevindik. Çok sevindik ve tatlı bir telaş aldı bizi. Altına bir mala harç da biz koyalım, diye koşuşturduk. Telaşımız, acil serviste beyaz gömlekleri dirseklerine kadar sıyrılmış, kan ter içinde kalp masajı yapan doktorların sevinç çığlığına benzedi biraz: "Geri dönüyor!"

Peki böyle oldu da ne oldu? "Yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.." Çok şey çıkar ve çıkıyor. Türkiye'de spekülatif bilgi-düşünce zaten yoktu ve daha da geri gitti-gidiyor demektir bu ve üzücüdür. Nüansların yavaş yavaş ortadan kalktığı anlamına geliyor çünkü bu. Nüansın hayati kanı damarlarımızdan çekildikçe, geriye pörsümüş düşünceler (Haşa! Düşünceler değil; kanaatler, yargılar ve giderek önyargılar) kalıyor. Onlar da ancak kavga etmeye yarayabiliyor, yetebiliyor. Dil nüanslar kurmaktan vazgeçtikçe, renkler soluyor, taraflar belirginleşiyor, siperler derinleşiyor. Başka herhangi bir sonucu olabilir miydi ki? Mümkün mü?

Küçük bir örnek vereceğim. Bu ülkede İslamcı ideoloji (Müslümanlar demiyorum; Müminler, hiç demiyorum. Arada önemli bir nüans var-Allah rızası için! Gerçekten VAR!) uzun on yıllar boyunca "Ayasofya Davası" güttü. Ayasofya'nın ibadete açılması, bir zamanlar "BİZ"im temel dava taşlarımızdan birisiydi. Büyük bir namus borcuydu bizim için bu mabedin ibadete açılması. Olmadı ama. Olmamasıyla ilgili değilim şimdi: En az Ayasofya büyüklüğündeki bir nüansın peşindeyim. Olmamasından sonra NE olduğuyla ilgiliyim. Hiç! Dalgınlık oldu. Yemin ederim! Sadece dalgınlık! Dalgınlıkla geçti gitti bu iş. Şimdi acıtıcı soru şudur: Neden? Hayır, muhalif değilim ben. Yanlış ve peşin düşünmeyin lütfen. Muhalif, kelime itibariyle "halef"ten geliyor. Yani "iktidarın" "halefi", "İktidarı murat eden". Siz ona "İktidarın ikizi" deyin ve yemin edin. Başınız ağrımaz. Değilim. Öyle bir derdim yok benim. İktidarı bütünüyle, tamamen, üstüne sönmemiş kireç dökerek ve ıslak mendille iyice silmeden, üzerimizden temizlemeden herhangi bir Hakikat yolunu tutamayacağımıza şu yaşımda inanmış bulunuyorum. İktidarı murat edenin çığırmalarına, bağırıp sövmelerine kulak tıkıyorum epeyi bir zamandır. Ne "muhalefetler" gördük: "İktidar" olmaya asla ve kat'a itiraz etmediler! Benim derdim başka. Ayasofya neden unutuldu?

Çünkü "hatırlandığında" da hatırlanmış değildi. Bunun için. Ayasofya'yı ilk hatırladığımızda, onu gündelik siyasetin ve kavganın konusu yaptığımızda, sadece bir siper daha kazmıştık/kazanmıştık. O kadar. Hangimiz Ayasofya'nın tarihini, mimarisini, iç mekânının karakteristik özelliklerini bilerek, içimize sindirerek, bizim için yeri doldurulamaz bir estetik varlık olarak temellük ettikten sonra yola çıkmıştık? Ayasofya'nın (o meşhur ve Türkiye için can alıcı ideolojik yan anlamıyla söyleyeceğim) dış görünüşünü aşabilmiş, kavgadaki yerini ve sembolik kullanım değerini kenara bırakabilmiş ve onunla gerçekten, ruhen bir karabet, bir ünsiyet kurabilmiş miydik?

Burada mesele Ayasofya da değil, dikkat ederseniz. Bambaşka bir şeyden bahsediyorum. Diyorum ki: Şimdilerde daha da kabalaşmış bir dille, bu kadar kabalaşmış, kalınlaşmış bir zihinle muhalefet edenlerin muhalefetine inanmıyorum. İktidar duygularını önce kendi nefislerinde terbiye edememiş insanların, grupların saf, iyi niyetli ve temiz gibi görünen diskurlarına şüpheyle bakıyorum. İçimdeki "Tehlikeli Acaba" beni bırakmıyor ki gönül rahatlığıyla ve coşkunca katılabileyim onlara.

02 - 15 ŞUBAT 2012

SON DAKİKA