Peçko'nun önünde oturuyorum. Fırın bizim. Göksu burası. Fatmagül'ün ibretlik, meraklı serencamı burada kayıt altına alınıyor. Hemen sandalyelerimizin önünde. Fatmagül'ün o kitsch "ilk günahı" bu evde varid olduktan beridir böyle burası. Allah'ınızı severseniz! Güzelim Göksu deremiz düşük bir algı düzeyinin kollektif radyoaktivitesiyle kararmaktadır, kirlenmektedir gün be gün. Deremizde balıklar artık bu zehirle uyuşmuş, melülleşmişlerdir. Yuvarlacık gözlerini suyun parmaklıklarına dayamışlardır. Kuyruklarını çırpa çırpa, oval ağızlarını hidrolikmiş gibi aça kapaya, öööylece durmuş izlemektedirler bu meş'um evi. Onlar da, evet! Yöre halkı ve civar vilayetlerden bu beldeye sefer eyleyen tutkulu "dizi hacıları" da balıklar ve sair nebatat, hayvanat ile birlikte yekvücud halde burada ve hazır haldedirler her gün. Alah'ınızı kitabınızı severseniz! Bu nedir! Benim şu iki kuruşluk kahve keyfimin içine acı siyanürler akıtmaktadır bu devasa anlamsızlık. Bu örgütlenmiş budalalık! Bu görülmemiş vahdet ve helecan ve heyecan dalgasının birlikte mest ettiği ara halka "Türlerin Kökeni" canlıları benim sinirlerimi perişan etmektedir bu sabah! Kahvem yürümedi damarlarımda. Aha işte! Şikâyetim okurlara değil, Yaradan'a. İşbu evin etrafına Japon yapıştırıcısıyla yapıştırılmış bu dev karınca karaltısına. Burada bir bayağılığın sonunu bekleyen kımıl kımıl kalabalığa. Kış boyu da böyle oldu burası. Nöbet tuttular. Yepyeni bir sanayi kuruldu onlar yüzünden burada. Kafeler açıldı. Fiyatlar yükseldi. Kötü bir porno dikkati yüzünden. Bu kalabalığın bu yüreği ağzında halleri sabah sabah beni -durun, Tanzimat yazarları gibi yazıcam- per-i periişaan eyledi, asabımı yerle yeksan eyledi. Bitti. Bitiyor inşallah. Bitiyor. Allah büyük. Bitiyor.
Başka bir siyaset mümkün!
Çocukken futbol oynardık. Bazen karanlıkta da. Okul dönüşleri. Geceye kalma ve esaslı baba dayakları yeme pahasına. Ölümüne. Hüseyin vardı. Bizimle aynı sınıftaydı ama bizden epey büyüktü. Neden mi? Bir kere IQ ondan nefret etmişti işte, sebebini bilemem. Ön beyin aksamındaki (frontal cortex) devrelerde hayati bir temassızlık belki. Belki tam bu yüzdendi, belki kafasının arkasındaki o pazı yumrusu çıkıntı yüzünden, bilemiyorum: Şiddet, hile ve desise insanıydı. Onun takımının hilesiz ve kaba güç kullanmadan oyun aldığı görülmemişti. Yeteneksizin başkanıydı. Ama onu oyundan uzak tutmak ne mümkün. Döver, söver, ağlar, yakarır, yine küfreder, yumruğunu çenemizin altına dayar, gözyaşları içinde ısrar ve tehdit ederdi. Nihayet zorla oyuna girer, zorla kazanırdı. Hüseyin'in sadece "Kazanmak" için bizi, takım arkadaşlarını ve hatta maçı bahane olarak kullandığını bugün, şimdi, bu yaşımda anlayabiliyorum. Ama o yıllarda bu duruma sadece katlanıyordum. Katlanıyorduk. Hep beraber. Arkadaşlarımızdan biri değil; başımıza gelmiş bir şeydi Hüseyin. O varken sadece onun kazanmasına odaklanırdık maçta. İki takım birden. Asla eğlenmezdik. Takım arkadaşları da dâhil, hepimiz, maçın ilk dakikalarından itibaren tuhaf tutsaklara dönüşürdük. Ama bir zayıf noktası vardı Hüseyin'in! Maçın a-priori sonucu kuvveden fiile çıktığında; yani maçı Hüseyin'in takımı kazandığında sadece takım arkadaşlarının değil, bizim DE sevinmemizi isterdi! Hüseyin'in takım arkadaşları dâhil -Hüseyin Hariç- hepimiz, bağrımıza taş basar, acımızı içimize akıtır, Hüseyin'in zaferle kurduğu bu çarpık ilişkinin bir parçası olmaya -çaresiz- boyun eğerdik.
Bu böylece ne kadar mı sürdü? 1920'lerden taa bu günlere kadar. Ak Parti'nin, kafalardaki bütün istifhamları izale edip, ezici bir üstünlükle üçüncü kez iktidara geldiği yıla kadar. Maç, daha insani şartlarda ve futbola müsait saha zeminine kavuşana kadar.
Peki, bu daha ne kadar sürer böyle derseniz, onun için de bir hikâyem var bakın. Beyazların Kızılderilileri merteklerle çevirdikleri ağıllara (rezervasyon) bizon sürüleri gibi topladıkları yıllar. Rüzgârla Konuşan Geyik, Dikilip Bakan Kurt, Oturan Boğa, Cochise, Geronimo, Azgın At gibi adlar taşıyan şeflerin halkı, ağıllara tıkılmış. Tabii, depresyonun dibi çok geçmeden bulunuyor. Çıldırıyor özgür ruhlar. Kendilerini imha ediyorlar. İntihar. Delilik. Şiddet... Durun, diyor Beyazlar, bunları rehabilite edelim. Futbol maçı kuruyorlar. Kızılderililer maç yapmayı bilmedikleri için, iki takıma beyazlar da konuluyor. Karşıyı dize getirmek üzere yol göstermeleri için. Maç bitiyor. Kazanan tarafın beyazları çılgınlar gibi seviniyor, haykırıyor; ama kazanan tarafın Kızılderilileri çok üzgün! Soruyor rehabilite uzmanları: Neden? Maçı ve zaferi bilmeyen kazanan takım Kızılderilileri (Bunların şimdi Ak Partililer olmasını yürekten dilerdim) açıklamaya çalışıyorlar: "Bizi bu kadar sevindirmesi gereken ama kardeşlerimizi üzen ne yapmış olabiliriz, acaba!?"
23/06/11