Sadece FETÖ meselesinde Batı özellikle son bir yıldır Türkiye'nin başındaki tüm belalara, Türkiye'nin mücadele ettiği tüm terör gruplarına kucak açtı.
PKK-PYD mücadelesinde Batı, tarafını terörden yana koydu.
14 Nisan'da AB'nin Türkiye ilerleme raporu açıklandı. Raporda AB'nin Türkiye'den istediği talepler, dayatmaydı.
Türkiye, Suriye sınırında PKK'nın Suriye uzantısı olan PYD terör örgütüyle mücadele halindeydi, işte bu mücadelenin son bulması istendi.
Aynı raporda PKK terör örgütüyle mücadeleye de vurgu yapıldı, bu da istenmiyordu.
Rapor anında geri iade edildi.
Aradan 3 hafta geçti, tarih 9 Mayıs 2016'ydı.
Türkiye ile AB arasında Mart ayında varılan mülteci anlaşmasında vize muafiyeti, bunun karşılığında da Türkiye'den Avrupa'ya giden yasa dışı Suriyelilerin iadesi içeren madde vardı.
Vize muafiyetinde 72 kriter belirlendi.
Türkiye'ye bunların 70'ine yakınını tamamladı.
Sonra birden hiç hesapta olmayan bir madde eklendi, o da terörle mücadele tanımının değiştirilmesiydi.
O talebin Türkçesi "PKK'nın yakasını rahat bırakın" demekti.
Bu dayatmaya da açık yanıt verdik, "siz yolunuza, biz yolumuza" dedik.
Tabi bu süreçlerde Brüksel'de PKK çadırı kuruldu, PKK teröristlerinin fotoğraf sergisi açıldı, AB başkentlerinde her hafta PKK teröristlerinin gösterilerine izin verildi.
AB, bu dayatmalardan vazgeçmedi.
Taviz vermedi, sonrasında ise 15 Temmuz kanlı darbe girişimi geldi.
Püskürtüldü, darbeci teröristlerle mücadele başladı.
İşte bu noktada, PKK-PYD terörüne arka çıkanlar, FETÖ terörüne de sahip çıktı.
Artık kesin bir şekilde anlaşıldı ki, Amerika da AB de, adı ister PKK, PYD ya da FETÖ veya başka bir şey olsun, önemli değil, yeter ki Türkiye'nin başına bela açan bir terör örgütü olsun, bunu sonuna kadar destekleyecekler.
Zira ortada bir terör yatırımı söz konusu. Amerika da AB de belli ki 30-40 yıllık yatırımlarının, tasfiyesine kıyamıyor, tasfiye edilmesinler diye de elinden geleni yapıyor.
İşte bu noktada bize bir yol ayrımı gösteriyorlar, "ya dediğimizi yaparsın ya da gidersin". Biz ikisini de seçmedik, direndik, 2013'ten bu yana da açtıkları tüm belalara karşı mücadele ettik ve hepsinden de zaferle ayrıldık, elhamdülillah.
Bu saatten sonra viraj daha da keskinleşti.
Türkiye ile Rusya arasındaki yakınlaşma, bu sürecin belirleyici unsuru olabilir.
24 Kasım 2015'te uçak krizini başımıza saranlar, bizim Moskova ile ilişkilerimizi baltaladılar.
Planları, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya lideri Putin'in yeniden yakınlaşmasıyla sekteye uğradı.
Türkiye ise bu konuda temkinli, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçtiğimiz hafta bir canlı yayında Rusya ile ilgili değerlendirmesinde söylediği "ABD ile Rusya farklı düşüncede de olsalar, olumsuz da birbirlerine baksalar, münasebetlerini hiçbir zaman kesmezler" ifadesi çok önemli.
Bu durumu yüzde yüz bir değişim olarak yani Batı'dan koptuk, Rusya'nın yanındayız şeklinde okumak hata olur.
Evet bir denge kuruluyor.
Ancak Moskova ile kurulan bu denge, Batı'nın kurduğu dengeye de karşı kurulan bir denklem aslında.
Yani dengeye karşı denge.
O nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Rusya ziyareti önemli. Tabi dediğimiz gibi marjinal bir değişim olmayacaktır, kimseyle bağlar yüzde yüz koparılmayacak, hiçbir tarafa yüzde yüz bir dönüş olmayacaktır.
Zaten bu nedenle ABD, Erdoğan'ın Putin'le yapacağı görüşmeyi çok ama çok yakından takip ediyor.
Ve yine bu nedenle de ay sonuna doğru Dışişleri Bakanı John Kerry, Türkiye'ye geliyor.
Şu unutulmasın ki, Türkiye hangi badirelerden geçerse geçmiş olsun ve bunların karşısında Batı hangi saldırılarıyla bizi tehdit ederse etsin, bu ülke bu bölgenin en önemli ve en vazgeçilmez gücü.
Kurulan dengelere karşı yürütülen denge politikası da Türkiye'nin bu gücünün bir göstergesi.
Türkiye, dış politika argümanlarını yerinde ve zamanında kullanmayı sürdürdükçe, dengelere karşı denge kurabiliyor.
Bu da Batı'nın terör örgütleri üzerinden kurduğu tuzakları bir anlama boşa çıkarıyor.
Şimdi istedikleri kadar teröre sahip çıksınlar, istedikleri kadar tehdit etsinler, Türkiye 3 yıldır bunlarla mücadeleyi öğrendi, mücadeleden zaferle çıkmasını da öğrendi, bu saatten sonra da onların kurduğu kumpaslara karşı Türkiye'nin de elinde kendi denge politikaları var.