Kayıp İngiliz kızlar konusunda Türkiye'yi suçlayanlar, aldıkları yanıt karşısında susma haklarını kullanıyorlar. Mevzu bahis Türkiye olunca kıyameti koparanlar işin ucu İngilizlere dokununca gıklarını çıkarmıyor.
3 İngiliz kız Londra'dan kalkıp, Suriye'ye gittiler ve DAİŞ'e katıldılar. İngilizler hemen Türkiye'yi suçladı. Hatta "Türkiye'ye dedektif yollayalım" diye küstahça bir öneride bile bulundular.
İlk olarak kızların ailesinden yanıt geldi. Aileler, İngiliz polisini suçladı. Sonra Londra Büyükelçimiz Abdurrahman Bilgiç, gerekli izahatı yaptı, suçun Türkiye'de olmadığı resmiyet kazandı.
Hemen ardından da işin içinde aslında Kanada istihbaratının olduğu ortaya çıktı. Türkiye bu meselede suçlu olmadığı gibi bizzat mağdurdu, suçu işleyenler ise Kanada istihbarat servisi CSIS'di.
Ortada ciddi bir skandal var. Terör örgütüyle yapılan bir işbirliğinin ayrıntıları var. Ottawa sessiz, vaziyeti kurtarmaya çalışan birkaç CSIS yetkilisi "bu tür olaylar sıkça yaşanır, Ortadoğu'daki Kanada büyükelçilikleri, Irak'la, Suriye'yle ilgili bilgi satmaya gelen Araplarla dolu" benzeri açıklamalar yaptı.
Birkaç adım ötesine giden eski istihbaratçılar ise CSIS'ın Kanada'ya yapılan göçlerle ilgili bekçi rolü gördüğünü ve bu nedenle kaos ortamlarında bu tarz bilgi toplama işlerinin yapıldığını belirtti.
Ama ortadaki durum, bir istihbarat teşkilatının bilgi toplamasının da biraz ötesinde duruyor. Daha çok Londra-Rakka arası hizmet veren turizm acentesi gibi. Pasaportlar, kimlikler, biletler ayarlanıyor, güzergah belirleniyor, karşılama için bir casus gönderiliyor ve Londra'dan yola çıkan 3 kız, Rakka'ya teslim ediliyor.
Yani Batı, mevcut sistemlerinde Suriye ve çevresinde freelance casuslar görevlendiriyor.
Kanada eski bir Fransız ve İngiliz kolonisi, Birleşik Krallığa bağlı bir ülke. Kanada vatandaşı olmak için Kraliçe'ye bağlılık yemini etmek gerekiyor.
İngilizlerle organik bağı olan Kanada, Müslüman ülkelerin başını ağrıtacak işler de yapmadı değil. Mesela Pakistan'da darbe girişimleriyle ünlü cemaat lideri Tahir-ül Kadri, yıllarca Kanada'da yaşamış, ülkesindeki örgüt üyelerini Kanada'dan yönlendirmiş ve Kanada vatandaşı olan bir zattır.
Gülen'le Kadri'nin ortak yönleri bir hayli fazladır, ikisinde de benzer yapılanma faaliyetleri bulunur. Gülen'in de ABD'den sonra ikinci durağının Kanada olacağı hep söylenir.
Tekrar asıl meseleye dönelim. Ortada bir skandal var dedik, skandalın kahramanları ise Kanada istihbaratı ve İngilizler.
Türkiye'ye hücum edileceği zaman ortalığı ayağa kaldıranlar, tüm suç ve suçluların deşifre olmasına rağmen susmayı tercih ediyorlar.
Neymiş, Türkiye teröre destek veriyormuş, Terörün sponsoruymuş. 1,5 yıldır bıkmadan usanmadan bu yalanı söylediler ama her defasında da ortadaki asıl suçlunun kendileri olduğu ortaya çıktı.
Sadece İngiliz-Kanada skandalı değil aynı durum daha evvel Fransızlar için de yaşandı. 24 Eylül 2014'de Suriye'den Türkiye'ye girişte yakalanan Fransız vatandaşı 3 terör şüphelisi, Ankara tarafından, Fransa'ya gönderildi. Adamların havalimanında alınması gerekiyordu ama Fransız polisi uyuduğu için 3 zanlı ellerini kollarını sallayarak Fransa'ya giriş yaptı.
O zaman Fransız İçişleri Bakanı, yine Türkiye'yi suçlamıştı, "Türk polisi şüphelileri yanlış havalimanına gönderdi" demişti. Oysa bir gün sonra Türkiye'nin adamları Marsilya'ya yolladığı ancak havalimanındaki pasaport kontrol cihazı arızalı olduğu için zanlıların yakalanamadığı ortaya çıktı.
Tıpkı 7 Ocak'ta Çarli Hebdo saldırısını gerçekleştirenlerle irtibatlı Hayat Bourmediene olayında olduğu gibi. O zaman da Türkiye'yi suçlamışlardı, oysa kadın Suriye'ye gitmeden önce Paris'ten elini kolunu sallayarak Madrid'e gitmişti.
Bitmedi, 3 Şubat'ta da yine Fransa merkezli bir skandal daha yaşandı. Nice kentinde askerlere bıçakla saldıran eylemcinin, 3 gün önce Suriye'den Türkiye'ye giriş yaparken yakalandığı ve Türk makamlarının durumu Fransa'ya bildirdiği ortaya çıktı.
Ancak ne hikmetse Fransız polisi yine olaya Fransız kalmış ve Türkiye'nin sınır dışı ettiği şüpheli 72 saat sonra Nice kentinde saldırı gerçekleştirmişti.