Washington'da bir grup Türk gazeteci hafta içi her gün ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki'nin günlük basın toplantılarına katılıp, Türkiye'yi şikayet ediyor.
Bu akım Gezi olaylarında başladı, 17 Aralık sonrası zirveye çıktı. Türkiye'de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın her sözünü, hükümetin her hamlesini, kendilerince yontup, çanak soru haline getirip, ABD Dışişleri sözcüsünün önüne koyuyorlar.
"Türkiye, El Kaide'yi destekliyormuş, ne diyorsunuz", "Türkiye'de falanca öldürüldü, filancaya şu yapıldı, ne düşünüyorsunuz", "Türkiye gazı şuradan, petrolü buradan alıyor, siz ne diyorsunuz", "Türkiye'de demokrasi bitti, hukuk yerlerde, basın özgürlüğü zaten yok" gibi sorular karşısında Psaki'nin yanıtı genellikle "endişeliyiz, kaygılıyız" oluyor.
Sonra gazetelerinde manşet, televizyonlarında birinci haber yapıp, "ABD'den sert uyarı" diye yazıp, konuşuyorlar. Demiyorlar ki, "biz gidip Amerika'ya kendi memleketimizi şikayet ediyoruz".
Son olarak geçtiğimiz Perşembe günkü basın toplantısında yine bir gazeteci iç güvenlik paketini sordu. ABD sözcüsü Psaki yanıt vermedi, gazeteci "ama falanca insan hakları örgütleri bu pakete karşı, demokrasiyi yok sayıyor, vs" diye ısrar etti, kadın "Türkiye'nin iç sorunu, benim ekleyecek bir şeyim yok" diyerek, Türkiye bahsini kapattı, Filistin'le ilgili sorulara geçti.
1,5 yıldır belki daha fazla bir zamandır, top yekun bu işi yapıyorlar. Organize bir şekilde, Türkiye'yi ABD'ye şikayet ediyorlar. Muhatapları ise ABD Dışişleri Bakanlığının sözcüsü olan Jen Psaki adındaki bir kadın.
Yahu bu kadın, Türkiye için "endişeliyiz" dese ne olur, iç güvenlik paketiyle ilgili çanak soruya istenilen yanıtı vermeyip, " o Türkiye'nin iç sorunu" dese ne olur? Siz, memleketinizi ABD'ye şikayet ettiğinizle kalıyorsunuz, o kadar.
Bunu neden yaptığınız zaten malum. Derdiniz ne insan hakları, ne hukuk, ne de demokrasi, tek derdiniz var o da Erdoğan. Erdoğan'ı da devirmek için ABD sözcüsü üzerinden algı operasyonu yoluyla iş çevirmeye kalkıyorsunuz.
Zaten derdiniz gerçekten insan hakları, basın özgürlüğü olsa, Psaki'ye iç güvenlik paketini değil, CHP'nin gazetelere el koyma planını sorardınız.
Derdiniz ki "Türkiye'de ana muhalefet partisinin Genel Sekreteri, seçim sonrası ilk iş olarak bazı gazetelere el koyacaklarını açıkladı, bu konuda ne düşünüyorsunuz?"
Türkiye'yi Mısır'a çevirmeye çalışan CHP zihniyetinin gazete baskını planı, bugüne kadar sorduğunuz konuların tamamından daha vahim bir durum aslında, Türkiye'deki demokrasi, insan hakları ve basın özgürlüğü adına.
Mısır dedim çünkü CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin'in 8 Haziran'da yapmak istediği baskının fikir babası Mısır'daki Cunta yönetiminin lideri Sisi'dir.
Sisi, 3 Temmuz 2013'te akşam saat 18.00'de darbe yaptıktan sonra, daha ertesi günü bile beklemeden, ilk iş olarak darbe karşıtı olduğu bilinen 17 gazete ve televizyona baskın gerçekleştirmişti.
Sisi'nin silahlı adamları, 17 gazete ve televizyonunun kapısına kilit vurup, binalarında yakalanan yüzlerce gazeteciyi de hapse atmıştı.
O malum gazeteciler, Gürsel Tekin'in sözlerini, ABD sözcüsüne sormadılar. Aslında iyi de ettiler. Anadolu Ajansının da Washington'da muhabiri var, istese o sorardı bu soruyu ama ne gerek var.
Ne diye memleketimizdeki darbecileri, darbe sevdalılarını ABD'ye faş edelim. Hadi ettik diyelim, ABD sözcüsü, CHP'ye ayar verse, kaç yazar?
Türkiye 28 Şubat tarihi itibariyle bambaşka bir sürece girdi, bambaşka bir Türkiye olma yolunda belki de son viraj aşıldı, düzlük görüldü ya da en azından aşılmak üzere. Çözüm sürecinin en tarihi anlarındayız.
Bir yanda bir zamanlar hayal olan "PKK meselesini çözebilmek" gibi dev projenin mimarı olan bir hükümet var, öte yanda seçimi kazandığı takdirde ilk iş olarak gazetelere el koymayı hayal eden bir ana muhalefet.