Ayasofya'nın yeniden cami yapılmasının sorgulanması hem önemlidir hem de tehlikelidir.
Ne acıdır ki bizim topraklarımızda, bizim tasarrufumuzda olması gereken bu konunun yetkililerimiz tarafından dillendirilmesi bile yeni terör eylemlerine hatta suikastlara yol açabilir.
Çünkü Ayasofya salt cami ya da kilise değildir. Ayasofya İstanbul'un fethinin ve Doğu Roma İmparatorluğu'nun yıkılışının simgesidir.
Ayasofya'nın yönetimi İstanbul'un, İstanbul'un yönetimi Türkiye'nin, Türkiye'nin yönetimi de İslam aleminin yönetimi anlamına gelir.
Ayasofya'nın idaresi hâlâ elimizde olmadığına göre yukarıdaki formülü tersten okuyabiliriz...
Ayasofya'nın cami yapılmasını talep etmek yalnızca müşteri memnuniyetine, tribünlere oynamak değildir. Ayasofya'nın yeniden cami olarak açılması bunlardan çok daha fazla bir şeydir. O yüzden bu konuda boşuna endişeye ve korkuya mahal vermemek lazım.
Tamam mesele çok ciddi ama getirisi de bir o kadar risk almaya değecek kadar önemli.
Böylesine ülkemizin çıkarına olabilecek bir mevzuda sırf ecnebilerin takdirini kazanmak için laga lugalarla kıllık yapmanın, mızmızlık etmenin bir alemi yok yani...
Açıkçası Ayasofya'nın yeniden ibadete açılması demek "Osmanlı Medeniyeti"nin yeniden dünyayı şekillendirmeye başlaması demek. Bu konunun önemini kefere anladı ama henüz bizim liberal eşekler anlamadı...
Bediüzzaman, Ayasofya'nın yeniden cami olarak açılmasını "Hıristiyanlığın İslamiyet"e yeniden tabi olmasının işareti olarak yorumlar...
Özcesi, böyle bir adım dünyadaki tüm dengeleri sarsacak öneme haiz bir gelişme olacaktır!
Doğrusu İstanbul'un fethiyle Ayasofya camiye çevrildi ve 500 yıl cami olarak hizmet verdi. Kaldığı yerden hizmete devam etmelidir. Bu Müslümanların en doğal hakkıdır.
Öte yandan yeniden kiliseye değil de camiye çevrilmesi fikrinin İstanbul'un sosyolojik yapısı da göz önüne alındığında ne kadar doğru olduğu görülecektir.
Diğer yandan Sultanahmet'te cami sıkıntısı olmadığı, Müslümanların çevre camilerde namaz kılma ihtiyaçlarını yerine getirebileceklerinden dolayı Ayasofya'nın müze olarak kalmasının gerektiği fikri yersizdir. Zira mesele sadece Ayasofya'da namaz kılma meselesi değildir...
Fırsatı değerlendirmek lazım
Nasıl ki normal koşullarda "Taksim'e cami yapacağız" desek Gezi zekalıların taşla, sopayla, sapanla bize saldırdıklarına, memlekette kıyameti kopardıklarına tanık olacağız...
Ama gel gör ki şu sıralar Gezi zekalılar sırf kendilerine referandum öncesi cami düşmanlığı yapıyorlar dedirtmemek (oy kaybına maruz kalmamak) için dut yemiş bülbül gibi sessizler daha doğrusu kuzu postuna bürünmüş kurt gibi sinsi bir şekilde referandum sonrasını bekliyorlar.
Aynı bunun gibi hazır ABD ve AB ile aramız bozukken şu Ayasofya meselesini de referandum öncesi itekleyerek yeniden camiye dönüştürsek fena mı olur yani?
Böylece bir taşla beş yüz kuş vurmuş oluruz...
Doğru söylüyorsun, yeniden camiye dönüştürme süreci acılı ve sancılı olacak ama işin sonunda "Osmanlı Medeniyeti"nin "Batı Medeniyeti"ne, "Hilal"in "Haç"a ve adaletin zulme galebesi var...
İlyas Salman kafayı Erdoğan'la bozmuş!
İlyas Salman adında bir oyuncumuz var. Ününü "devrimci kimliğine" olduğu kadar filmlerde oynadığı "çirkin adam" rolüne de borçludur.
Aklını şişmiş para keseleriyle bozmuş bu adam, "Camiye bile yüzlerce koruma ile giden Erdoğan, meclise bisikletle giden Avrupalı liderlere 'Huzurla sokağa çıkamazsınız demiş! Yorumsuz!" yazarak Twitter'dan cik cik ötmüş. Yanına da Hollanda Başbakanı'nın işine giderken çekilmiş bisikletli fotoğrafını yapıştırıvermiş. Bu tür gazlar bu tiplerin ne ilk haltı olacaktır ne de son.
Bir kere Hollanda, kendisini fasulye gibi nimetten saysa da aslında ciddiye alınan, değer verilen, dişe dokunur yanı olan bir ülke değildir. Dış kapının mandalıdır, daha açık (kapalı) ifadeyle irapta mahalli yoktur. Hepi topu 16 milyon nüfusu olan küçük bir ülkedir.
Dünya siyasetindeki konumu fındık kabuğunu doldurmaz.
Türkiye gibi kanın gövdeyi götürdüğü, sıkıntılı Ortadoğu'da da bulunmuyor.
Üstelik kendisine has bir medeniyet iddiası ve insanlığın kurtuluşuna dair yüreğinde taşıdığı bir davası da yok.
Tavşan botu gibi ne kokar ne bulaşır. Kendi halinde etkisiz bir Avrupa ülkesidir.
Hollanda Başbakanı'nın bisiklete binerek işine gitmesine diyecek bir şey yok.
Ama öte yandan, "çok icraatı olanın çok dostu, çok dostu olanın da bir o kadar düşmanı olur" demişler.
Adam akıllı icraat yapan, mevcut zalim sisteme baş kaldıran, dünya düzenine aykırı olarak "ben de varım" diyen bir Türkiye'nin Cumhurbaşkanı tabii ki korunmalıdır. İçte ve dıştaki sinsi düşmanlar o kadar çok ki, bu bizim için oldukça önemli ve gerekli bir durumdur.
Biz en belalı coğrafya olarak kabul edilen Ortadoğu'da bulunuyoruz. Dört yanımız daha doğrusu her tarafımız, altımız üstümüz dahil yerli-yabancı düşmanlarla çevrilmiş durumda.
Daha şunun şurasında 15 Temmuz'da ülke olarak direkten dönmedik mi?
Merhum Başbakanımız Nihat Erim'in Dragos'taki evinin yakınında uğradığı suikastı ve ardından gelen seksen darbesini ne çabuk unuttunuz!
Diğer bir konu da, Erdoğan o konuşmasında Avrupalı liderlerden falan bahsetmedi, genel olarak "batılılar" kelimesini kullandı.
Erdoğan; ırkçılığın, kafatasçılığın, yabancı düşmanlığının, İslamofobi'nin zirveye ulaştığı "Avrupa"yı ve Ortadoğu'da Müslümanların kanını akıtan, terörle savaşır gibi yapıp aslında İslam'la savaşan, İran'la Türkiye (Mısır) arasında Şii-Sünni savaşı çıkarmaya çalışan, Ortadoğu'da İran'ın önünü açarak bölgeyi ona teslim etmeye yeltenen, savunduğu ve kendi insanına tanıdığı demokrasi, özgürlük ve barış gibi değerleri Müslümanlara çok gören "batılıları" ve onlara kuçukuçuluk yapan içimizdeki "batıcıları" kastetti.
Lütfen cümleyi doğru okuyup, doğru anlayıp, doğru anlamlandırıp, doğru yorumlayıp ona göre sosyal medyada paylaşımlarımızı yapalım...
Aslında İlyas Salman'ın niyeti belli: Aklınca, Erdoğan'ın korumasız dolaşmasını ve böylece emri hakkın vaki olmasını istiyor. Buna zavallılığın dibi denmez de ne denir acaba?