Öncelikle Erdoğan'ın "Nazi" benzetmesi yüzünden Almanya ile aramızdaki iplerin kopacağını zannedenler fena halde yanılıyorlar.
Almanların Twitter'dan Erdoğan aleyhine attıkları tüvitler aslında yabancı düşmanlığı, İslamofobi ve Türkiye karşıtlığından kaynaklanıyor. Yani mesele Erdoğan'ın şahsıyla ilgili değil. Doğrusu Almanya'da Erdoğan'ın şahsı bahane edilerek yukarıda saydığım hususlardan kaynaklanan hastalıklar nüksetmiş durumda. (Haliyle bu hastalıkların gerçek tedavisi Erdoğan'ın gitmesiyle değil bu marazların izalesiyle olabilir)
Burada zurnanın zırt dediği yer: Türkiye'nin Almanya'nın gerek ticari gerekse askeri alanda en önemli partnerlerinden biri olduğu gerçeğinde saklıdır. Yani işin içinde arpa var arpa! Bira göbekli Almanlar arpa suyunu da çok severler ama bu yazıda işin o tarafı bizi ilgilendirmiyor.
Aslında Merkel ve koalisyon ortakları Türkiye ile gerilimi kontrollü biçimde tırmandırarak 24 Eylül 2017'de yapılacak seçimlere yatırım yapıyorlar. Zira Alman halkında şimdiki hükümete yönelik hoşnutsuzluk hakim. Açıkçası Şansölye ve ekibi bu tür uyuzluklarla seçmen kitlesindeki olumsuz durumu lehine çevirmek istiyor. Yani Türkiye ile böylesine yapay bir gerilim biçare Alman politikacılara mal bulmuş mağribi misali ilaç gibi gelmiş durumda.
Almanya'nın (silah yönetmeliği gereği) en büyük silah pazarı Türkiye. Almanya bize sattığı silahlardan hatırı sayılır miktarda para kazanıyor yani.
Öte yandan gerçek anlamda sığınmacı akınlarını durdurabilecek tek ülkenin Türkiye olduğunu Almanlar çok iyi biliyor. Zira ülkemiz tampon ülke konumunda.
Diğer yandan halihazırda riske atamayacakları 6 binin üzerinde Alman firması ülkemizde devasa ticari yatırımlara imza atmış durumda.
Keza Alman turistlerin en çok ziyaret ettiği ülkelerin başını gene Türkiye çekiyor. (Mısır ve Yunanistan'ın bütün ıkınmalarına rağmen)
Hal böyle olunca Türk ve Alman ilişkilerinin oldukça köklü olduğunu hatırlayıp (Çünkü Osmanlı dönemine dayanıyor) görünüşe aldanmamak lazım. Bir iki yapay depremle bir şeycikler falan olmaz. Özcesi elleri mahkum bize.
Bu dediklerimizi destekleyen sıcak bir olay da daha geçen gün gerçekleşmedi mi?
Almanya ile aramızın böylesine limonî olduğu bir dönemde Almanya, Öcalan posterleri dahil PKK'nın tüm paçavralarının kamusal alanlarda kullanılmasını yasakladı. Tam da istediğimiz gibi. Yetmez ama şimdilik bu gelişmelere gevrek gevrek gülerek "EVET" diyoruz
Hollanda niye kudurdu?
Hollanda'da bu hafta genel seçimler var da ondan. Hollanda halkının genelinde İslamofobi, yabancı düşmanlığı, Erdoğan ve Türkiye karşıtlığı yaygın.
Irkçı Wilders'in Hollanda halkının bu hassas sinir uçlarına ustaca dokunarak hatırı sayılır oranda oy toplayacağını iyi bilen VVD'li başbakan Rutte, bakanlarımızın referandum çalışmalarına yasak getirerek yani bu durumu iç politika malzemesine dönüştürerek tribünlere oynadı, kahraman olmaya çalıştı. Sanırım başardı da.
Sömürgeci Hollanda gene çıkarları doğrultusunda insafsızca hareket etti anlayacağınız. Ama bunun bir bedeli olacak tabii. Bu bedeli 16 Nisan'dan sonra ödemeye başlayacaklar. Şimdilik olayı akarına bırakmakta yarar var.
Baksanıza bize dokunmaya çalışan yanıyor. Zarrab aleyhine hazırladığı saçma sapan bir iddianameyle bize şantaj yapmaya kalkan ve on parmağında on kara olan Başsavcı Preet Bharara'nın ipini Trump çekti. Bir imzayla Başsavcı bozuntusunu sokak kedisi gibi kapının önüne koyuverdi.
Önceki yazılarımızda dedik ya Trump'la her şey daha iyi olacak diye. Bakın yavaş yavaş haklılığımız ortaya çıkıyor. Sırada Fetullah'ın ölü ya da diri iadesi var...
Doğu Perinçek
Doğu Perinçek falso üstüne falso yapıyor.
Punduna getirse Erdoğan'ı bir şekilde devirecek ama bir türlü beceremiyor.
Şu sıralar ısrarla "Milli Seferberlik Hükümeti" kuralım çağrısı yapıp duruyor.
Takmış bir kere, tekrarlayıp duruyor.
Aydınlık yazarları da yazıp duruyor.
"Bu hükümet hemen istifa edecekmiş, yerine HDP dışındaki bütün partilerin katılacağı bir koalisyon hükümeti kurulacakmış" mış.
Neden? Çünkü AK Partinin devri bitmişmiş de ondan.
Tabii bu herifin ağzı torba olmadığından büzülemiyor.
Ramazan bayramına daha 4 ay var, seyran da değil, nereden çıktı bu "Milli Seferberlik Hükümeti" lafı.
Hiç işte. Laf ola beri gele...
Aklınca fırsattan istifade etmeye çalışıyor. Hükümete kapak atmaya yelteniyor. Nasrettin Hoca gibi kör bir umutla gölün maya tutmasına uğraşıyor. Nafile bir çabayla akıntıya karşı kürek çekiyor da diyebilirisiniz.
Saçmalama yarışında Kılıçdaroğlu mu önde yoksa Perinçek mi, pek anlayamadık doğrusu...
Girdiği her seçimden ezici bir zaferle çıkan, 15 Temmuz Darbe girişimini halkın desteğiyle bastıran Ak Parti iktidarı; Avrupa'nın, FETÖ'nün, HDPKK'nın ve bu adamın isteği doğrultusunda iktidardan gidecek! Kendi kendine. Halkın dediği değil de bu zatın ve ihanet şebekelerinin dediği olacak yani.
Aklına turp sıkayım senin e mi!
Fazıl Say
Fazıl Say'ın adı Milli Eğitim Bakanlığı tarafından orta öğretim müzik dersi müfredatından çıkarılmış.
Peki Fazıl Say ne yapmış da adını müfredattan çıkarmışlar?
Bunun birkaç nedeni olabilir:
-Sırf Erdoğan'la papaz oldu diye Avrupa'nın kendisine ödüller yağdırmasından ötürü. Tıpkı Can Dündar gibi.
-Halkımızın muhafazakâr kesimine "Ulan öküz Anadolulu!" diyen Nevzat Tandoğan kafasıyla baktığı için.
-Dinimiz aleyhine sosyal medyada paylaşımlarda bulunduğu için.
-Neredeyse yaptığı her açıklamayla yalnızca yerli-yabancı Erdoğan düşmanlarını mutlu ettiği için.
Piyanistimiz tepkisini "Bir sanatçı müfredattan korkmaz. Müfredat nedir ki?" cümlesiyle güya eğitim sistemini eleştiren bir imayı da araya sıkıştırarak vermiş.
Her neyse...
Erdoğan'ın aleyhine konuşan herkese sahip çıkan CHP elbette ki bu adama da sahip çıkmış. CHP'li Zeynep Altıok hemen Fazıl Say'ın adının müfredattan çıkarılmasını Meclis gündemine taşımış ve soru önergesi falan vermiş. Zart zurt işler yapmış yani.
Velhasıl milletimize karşı bu tür gıcıklıkları yapan birinin adının müfredattan çıkarılması çok yerinde olmuş. Vesile olanların eline sağlık...