İdris Kardaş

İdris Kardaş

18 Ekim 2018, Perşembe

Algı savaşını kim kazanacak?

"Güçlüklere beraber göğüs geriyoruz."

Veliaht prens Muhammed bin Selman (MbS), kendisini kurtarmaya gelen ABD Dışişleri Bakanı Pompeo'yu bu cümleyle karşıladı.

Bir önceki yazımda ABD'nin İsrail ile birlikte, gerek İran gerekse de İsrail-Filistin konularında kullanmak istediği MbS'ye yaptıkları yatırımlardan kısaca bahsetmiştim. Sadece bu iki önemli konu da değil. Örneğin Suriye konusunda da S.Arabistan ABD için maddi açıdan önemli bir rol oynuyor. YPG'lilerin maaşlarının Riyad'dan geldiği sır değil. Bu yüzden de New York Times gazetesinin "Pompeo'nun Riyad ziyaretinde Suriye için kullanılmak üzere 100 milyon dolarlık para transferi yapıldı" iddiası kimse için sürpriz olmadı.

Hatırlayalım, Trump ilk yurtdışı gezisini S.Arabistan'a yapmıştı. Ayrıca özel temsilcisi Kushner de neredeyse her ay Riyad-Tel Aviv-Kahire üçgenine seyahatler yapıyordu.

Filistin konusunu İsrail lehine sonuçlandırmak, Kudüs'ü İsrail'in başkenti yapmak, söz dinlemezse Mahmud Abbas'ın yerine Dahlan gibi alternatifleri getirmek, Katar'dan haraç almak, Mısır'da darbe yönetimini meşrulaştırmak, Müslüman Kardeşler gibi hareketleri terör örgütü ilan etmek, DAEŞ gibi terör örgütleri ile İslam'ı eşitlemeye çalışmak, FETÖ gibi örgütlere BAE eliyle finansal destek sağlamak, Beyaz Saray üzerinde oldukça etkili olan FDD vb. düşünce kuruluşlarında Türkiye gibi "ayak bağı" ülkelere karşı algı operasyonları tasarlamak, bunlardan çok daha önemli olan İslam'ın ılımlaştırılması fikrini Suudi prens MbS eliyle ortaya atmak ve İslam'ı kendi yorumlarına ve çıkarlarına göre deforme etmeyi planlamak, İran'ı köşeye sıkıştırmak gibi birçok çalışmanın merkezinde Suudi Arabistan veliaht prensi MbS var. Yapılan tüm yatırımlar ve planlar onun üzerinde şekillendi.

Özellikle İran'a ambargonun uygulanmaya konulacağı şu günlerde Suudi Arabistan yönetiminin vahşi bir cinayetle anılması ABD için gerçek bir sorun. İran'a ambargo sonrası petrol fiyatlarında oluşacak dalgalanmaları dengelemek için ABD'nin Suudilere ihtiyacı vardı. Ayrıca Suudilerin İran'a ambargo sonrası elde edecekleri kazanımlar da bu cinayetle oluşan algıyla tehlikeye girdi. Sadece Suudilerin değil, onlara ortak olan Trump yönetiminin kazancı da aynı şekilde risk altında. Zira İran'ın dengesizlikleri, bölge üstünde istikrarsızlık yarattığı, demokrasi ve özgürlükler önünde engel olduğu teziyle kamuoyu desteği alan Trump yönetimi, ambargo için ortaklık kurduğu S. Arabistan'ın kendi konsolosluğunda Washington Post yazarını vahşice katletmesini içeriye nasıl anlatacak bilemiyoruz.

Pompeo'nun apar topar Riyad'a gitmesinin tek nedeni bu cinayetten MbS'yi ayrıştırmak. Peki bunda başarılı olabilecek mi? Birlikte göreceğiz. Algılar savaşı şimdi başlıyor.

Bir yanda Beyaz Saray'ın tüm imkanları, İsrail, Suudi Arabistan ve BAE lobi ve medya kuruluşları, İsrail ile ilgili planlarına leke düşmesini istemeyen evanjeliklerin tüm bileşenleri, büyük finans kuruluşları olacak. Diğer yanda Trump yönetimini en başından beri istemeyen küresel medya ve sermaye grupları, Trump karşıtı düşünce kuruluşları ve onların müttefikleri, AB ülkelerinde yerleşik olan bazı medya ve siyaset kuruluşları ile insan hakları kuruluşları yer alacak. Bu savaşta Türkiye çok dikkatli bir strateji izlemek durumunda. Zira bu savaşın sonucunda ABD'nin İran, Suriye, Filistin-İsrail ve diğer politikaları etkilenecek. En azından bir şekilde değişmek zorunda kalacak. Türkiye de kendisini yakından ilgilendiren tüm bu konu başlıklarında hem bölgenin hem de kendisinin çıkarına olabilecek en doğru tarafta durmaya yada tarafsız kalmaya çalışmalı. Öncelikle cinayetin objektif ve sağlıklı bir şekilde aydınlatılması konusunda çok titiz bir çalışma yürütülmeli ki bu tam da bu şekilde ilerliyor. Sonrası işin siyasi boyutu ve Türkiye kimseyle ilişkisini kesmeden soğukkanlı bir şekilde hamlelerini yapmak durumunda.

SON DAKİKA