Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni hükümet sistemiyle TBMM'nin açılış konuşmasını gerçekleştirdi. Meclis'in Bakanlar Kurulu sıralarının olmayan yeni hali, yeni sistemin somut sonuçlarından biriydi elbette. Yeni sistemi konuştuğumuz günlerde hep anlatageldik.
Meclis'te hükümetin ve bakanların olmaması Meclis'i çok daha bağımsız, itibarlı ve güçlü bir hale getirecek, milletvekilleri Meclis'in artık en güçlü aktörü olarak iradesi güçlenerek yasa yapacak. Önümüzdeki günlerde siyasi hayatın bu gelişmesini bizler de çok daha net hissedeceğiz.
Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açılış konuşması üç temel üzerinde şekillenmişti. Birinci bölümde yeni yönetim sistemini anlatırken, ikinci bölümde dış politika konusuna ağırlık verdi. Son bölümde de ekonomi konusunda mesajlar verdi Cumhurbaşkanı.
Bugün ilk bölümden bazı önemli noktaları birlikte değerlendirelim.
Cumhurbaşkanı'nın konuşmalarından alıntılarla gidelim.
"16 Nisan halkoylaması, yönetim sistemimizi değiştirdiğimiz bir büyük reformun, bir büyük bir devrimin adıdır. Bu çapta bir dönüşümü, pek çok ülke ve halk, ancak çok büyük çalkantılar yaşayarak ve çok büyük bedeller ödeyerek tamamlayabilmiştir.
Biz ise, Türkiye olarak, Türk Milleti olarak, demokrasinin kuralları içinde bu önemli değişimi suhuletle gerçekleştirmeyi başardık. Siyaset mühendisliği hesaplarının ürünü olarak değil, tamamen tarihimizin kendi tabii akışı içinde, halkımızın talebi ve rızasıyla gelişen bir sürecin aşamalarını hep birlikte yaşadık."
Bu konu önemli. Yani, değişimin kansız, şiddetsiz bir şekilde, barış içerisinde ve demokratik bir referandum ile hayata geçmesi konusundaki vurgu çok değerli. Bunun önemini tarih sayfalarında dünyadaki benzer büyük dönüşüm ve değişimlere bakarak çok daha iyi anlayabiliriz. Elbette bu değişim yeni bir sistemi ortaya koyuyordu ancak bir sürecin sonucu olarak ortaya çıkması değişimi meşru ve haklı kılıyordu. Zira yukarıdan aşağıya dayatılan bir siyaset mühendisliğinin ürünü değildi. Yüzyıllardır süren bir arayış, Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan krizler, darbeler, müdahaleler ve en son 2007'deki siyasi krizin bir sonucu olarak doğal bir şekilde karşımıza çıkan bir değişimdi bu.
Cumhurbaşkanı'nın yeni sistemin felsefesi üzerinde durduğu diğer bir nokta ise milleti merkeze alan bir devlet yapılanmasının oluşmasıydı. Cumhurbaşkanı'nın sözleri üzerinden gidersek.
"Her hal ve şart altında çareyi milletimizde, demokraside, milli iradenin üstünlüğünde aradık. Ülkemizi vesayet bataklığına itmek istediler, çözümü milletimize gitmekte bulduk. Uluslararası alanda ülkemizi kuşatmaya çalıştılar, gücümüzü milletimizden alarak yolumuza devam ettik. Bugüne kadar milletimizle birlikte hareket ettiğimizde üstesinden gelemediğimiz hiçbir sorun olmadı.
Milletimizin karşısında yürütmenin tek muhatabı Cumhurbaşkanıdır. Milli iradenin önünde engel oluşturan, sistem içindeki tüm vesayet mekanizmaları artık ortadan kalkmıştır. Böylece milletimiz, yetkiyi kime verdiğini ve gerektiğinde kimden hesap soracağını, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde bilmektedir."
Gerek içeride siyasete yapılan müdahaleler gerekse de dışarıdan gelen ekonomik ve siyasi saldırılara milletin gücüyle karşılık veren bir siyasi anlayışı var Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın. Zaten yeni hükümet sistemi de bu anlayışın kurumsal bir hale gelmesidir. Her türlü vesayet odağının, küresel ve ulusal medyanın, küresel ve ulusal sermaye gruplarının, lobi gruplarının, çıkar çevrelerinin güdümünde olmayan ve sırtını bunlara dayamayan bağımsız siyaset anlayışı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bugüne kadarki tüm başarısının formülüdür.
Zira 15 Temmuz gecesi telefonla bağlandığı televizyon ekranlarından söylediği en güçlü cümle "Milletin gücünün üstünde bir güç tanımadım ben bugüne kadar" cümlesiydi. 15 Temmuz darbe ve işgal girişimini başarısız kılan direnişin merkezinde zaten millet vardı. İşte bu gücü çok iyi bilen ve bu güce en fazla güvenen kişi Erdoğan'dı. Darbe gecesi halkı çağırmasının altında da millete olan bu güven yatıyordu.
Dolayısıyla yeni sistemle birlikte halkı merkeze alan, felsefi olarak böyle bir yönetim anlayışına sahip olan, teknik olarak Cumhurbaşkanlığı kurulları gibi araçlarla bunu hayata geçirecek olan bir sürecin ilk günlerini yaşıyoruz. Milletin merkeze alan bir siyasetçinin dışarıdan yada içeriden güç odaklarından bağımsız olma konusunda eli çok daha rahat olacağından ve bu sistem de milletten başka bir gücü siyaseti belirleyici kılmadığından, yeni gelecek her yönetici daha bağımsız olacak. Yani tam olarak bağımsızlığın kurumsallaşmasından bahsedebiliriz burada.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeni sistem ve dönem ile ilgili son vurgusu da diğer siyasi partilere yönelikti. Madem ki Meclis artık daha güçlü olacak, o halde Meclis çatısı altında bulunan partiler ile de bu manada yeni ilişki biçimlerinin tesis edilmesi gerekecekti. Bunun zeminini ortaya koyan bir çağrı yaptı Cumhurbaşkanı. Birlikte bakalım.
"Diğer partilere mensup milletvekillerinden de yürütme organı olarak bize destek olacak, yolumuzu açacak kanun teklifleri bekliyoruz. Türkiye'nin önündeki sıkıntıları, ancak hep birlikte çalışır, omuz omuza verirsek aşabiliriz.
Yeni dönemin ruhu, birlikte çalışmayı, birlikte inşayı, birlikte başarmayı gerektiriyor. Gelin Türkiye'yi birlikte hedeflerine ulaştıralım. Gelin demokrasimizi birlikte güçlendirelim. Gelin ekonomimizi birlikte büyütelim. Gelin milletimize birlikte hizmet edelim. Bu yöndeki gayretleriniz için şimdiden sizlere teşekkür ediyorum."
Eğer bu çağrılar karşılık bulursa Türkiye'nin, siyasi, sosyal, ekonomik her açıdan gelişmesinin önünde kimse duramaz artık. Muhalefetin daha yapıcı ve içeriği dolu bir muhalefet anlayışına sahip olması yeni hükümeti daha iyi kararlar almaya da itecektir elbette. Ancak bunun dışında sergilenen ezberlere dayalı, önyargılı ve yıkıcı bir muhalif anlayışı Türkiye'nin demokratik ve siyasi hayatı için yine bir kayıp olacaktır. Umarız yeni hükümet sistemi muhalefet partilerin de kendi değişim ve dönüşümüne vesile olur. Hayırlı olsun.