Türkiye'ye dönüşte Cumhurbaşkanı Erdoğan gece yarısı; "Rejimin çıkarları uğruna on binlerce masum insanın öldürülmesine göz yumulması durumunda, böyle bir oyunun ortağı da seyircisi de olamayız" şeklinde açıklamalar yaptı. Bu çok kritik bir hamleydi. Zira Tahran zirvesinden hemen sonra İdlib'e yönelik müdahale sanki Türkiye'nin de onayıyla olmuş gibi algılanabilirdi. Bu durumda, Türkiye'nin hem Suriye muhalefeti nezdinde hem de dünya kamuoyunda tarafından güvenirliği çok ciddi ölçüde sarsılacaktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu kısa açıklaması, iki işlev gördü. Birincisi, "gizli bir anlaşma yapmadık hala İdlib'e saldırıya karşıyız" mesajını verdi. İkinci nokta da tamamen birincinin sonucu olarak ortaya çıktı. Rusya, İran ve rejim, Türk heyetinin sessizce ülkesine dönmesinden sonra bölgeyi vurarak "Üç ülke toplandık ve birlikte teröre karşı mücadele veriyoruz" algısı yaratarak operasyonlarını meşrulaştırabilirlerdi. Dolayısıyla Erdoğan'ın bu kısa açıklamaları, söz konusu hamleyi de önlemeye yönelikti.
Gelelim mutabakatın İran boyutuna. Zira Soçi mutabakatını konuşurken İran'ı da ayrıca değerlendirmeliyiz.
İlk tespitimiz şu. İran,Türkiye ve Rusya'nın katıldığı Tahran zirvesinde ortaya çıkmayan çözüm, İran'ın dışarıda kaldığı Türkiye ile Rusya'nın masaya oturduğu Soçi'de ortaya çıktıysa, bu durumda İdlib'te çözümsüzlüğün temelinde İran faktörünün yattığını söylemek yanlış olmaz. Ancak bu durum, Astana üçlüsünün dağıldığı anlamına da gelmez.
Şimdi sırayla gidelim ve Soçi mutabakatı sonrası İran açıklamalarına bakalım.
İran Dışişleri Sözcüsü Behram Kasimi; "Üç ülke arasında devam eden istişare görüşmeleri hakkında bilgiye sahibiz. Birbirinin bilgisi olmadan hiçbir konu ele alınmıyor" demiş. Burada anahtar cümle "Birbirinin bilgisi olmadan hiçbir konu ele alınmıyor" cümlesi kuşkusuz.
Burada mesaj dünya kamuoyuna elbette. İran; sürecin dışında gibi görünsek de Soçi mutabakatından haberdarız, bilgimiz var diyor. Muhtemelen bilgileri de vardı zaten, bu konuda dürüst olduklarını söyleyebiliriz. Zira Soçi'deki toplantının olduğu gün, henüz mutabakatın açıklanmadığı öğlen saatlerinde, Behram Kasimi şöyle bir açıklama yaptı: "İdlib operasyonuna katılmayacağız." Bu açıklamanın da anlamı açıktı. Bir çatışmasızlık mutabakatı çıkacağını bilen İran, boşa düşmemek için bu barış açıklamasını yapmıştı. Türkiye ile Rusya'nın çözüm açıklamasının olduğu gün saldıracağız, savaşacağız açıklamaları yapmak İran'ı yalnız ve zeminsiz bırakırdı zira.
Gelelim Soçi sonrası İran tarafından yapılan diğer açıklamaya.
İran'ın BM Daimi Temsilcisi Golamali Hoşru; "Rusya ve Türkiye arasında Soçi'de gerçekleşen anlaşma, son haftalarda 3 ülke liderler zirvesi de dahil olan diplomatik çabaların sonucudur" dedi.
Şohru, Soçi anlaşmasından haberdarız açıklamasından daha güçlü bir söylem üretmiş. Soçi toplantısından çıkan anlaşma; üç ülkenin de dahil olduğu diplomatik çabaların sonucudur, demiş. Dolayısıyla anlaşmada bizim de katkımız var diyor.
Son açıklamaya da gelelim ve sonra toparlayalım.
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif sosyal medya hesabından "Son birkaç hafta içinde aktif bir diplomasi amacıyla Ankara ve Şam'a yaptığım çalışma ziyareti ardından İran, Rusya ve Türkiye'nin Tahran'daki üçlü zirvesi ve son olarak Soçi Zirvesi İdlib'de bir savaşın son bulmasına yol açacaktır. Diplomasi etkilidir." twiti attı.
İran tarafından gelen en güçlü açıklama da bu. Zarif, Soçi anlaşmasının bizzat kendi şahsının diplomatik ziyaretlerinin ve Tahran'daki zirvenin bir sonucu olduğunu açıklamış. Dolayısıyla çatışmasızlık anlaşmasında İran'ın kilit rol oynadığını söylemiş.
Elbette gizli görüşmeleri, diplomatik seyahatleri, kapalı kapılar ardında yaşananları bilemeyiz. Astana üçlüsünün bir parçası olarak İran'ın Soçi mutabakatında da rolü olduğu söylenebilirdi ancak Tahran toplantısında gördüklerimiz ve Suriye savaşı sürecinde tanık olduklarımızı üst üste koyunca İran'ın bu süreçte olumlu yaklaştığı sonucunu çıkarmak için kendinizi epey zorlamanız gerekir.
Önce Tahran toplantısına bakalım. İranlılar bu toplantıda diplomatik hayatlarının hatasını yaptılar. Müzakereleri kimsenin haberi olmadan canlı yayınlama gafletine düştüler. İşte kapalı kapılar ardındaki devletler arası bir görüşmeyi görme şansımızın olduğu anlarda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın nasıl ısrarla çözüm istediğini İran ve Rusya'nın buna nasıl direndiğini gördük. İran Cumhurbaşkanı'nın arkasındaki heyetin, Cumhurbaşkanı Erdoğan ateşkes istediği anlarda nasıl kıkırdayarak güldüklerini tüm dünya gibi biz de izledik. İran'ın çözüme karşı direndiğine, topu Rusya'ya attığına hepimiz şahit olduk.
Gelelim ikinci konuya. Yani İran'ın Suriye savaşındaki rolüne. Suriye iç savaşının başından beri çatışmalara bizzat katılan İran milis güçleri Esad rejiminin ayakta kalabilmesi ve böylesine katliamlar yapabilmesinin en büyük nedenlerinden biridir.
İran Devrim Muhafızları Ordusu Dış Operasyonlar Birimi Kudüs Gücü tarafından Suriye ve Irak'ta savaşmak üzere örgütlenen 15 farklı milis grubundan bahsediliyor bugün. Bu grupların büyük çoğunluğu Şam kırsalı, Halep ve İdlib bölgelerinde bulunuyorlar. Sayılarının 150-200 bin arasında değiştiği tahmin ediliyor. Yabancı ülkelerden de toplanan milis güçlerin sadece bir kısmı Esad kontrolünde hareket ediyor. İran, kendi güçlerini kendisi yönetiyor ve bu güçleri kimi zaman Suriye rejimine kimi zaman da Rusya'ya karşı bir koz olarak değerlendiriyor. İsrail'in Suriye konusundaki tüm hassasiyeti işte bu milis güçlerinin varlığına dayanıyor. Ancak İranlı milisler yapılan anlaşmalar ve Rusya'nın baskısıyla İsrail sınırından çekildikleri için şu anda tüm dikkatleri muhalefetin son kalesi İdlib üzerinde yoğunlaşmış durumda.
Dolayısıyla İran'ın İdlib konusundaki tavrı çok net. Esad rejiminin egemenlik sahasını genişletmek için bundan önce nasıl katliamlar yapılabildiyse, bir benzeri İdlib'te de gerçekleşebilir İran için. Tahran'da ev sahipliği yaptığı toplantıda Müslüman bir ülkenin liderinin ateşkes ısrarını Rusya liderine pas ederek geri çeviren İran için, kendi kontrolünde zayıflamış ve yıpranmış bir Esad rejimi son derece değerlidir. Suriye'de rejime muhalif olan bir tek varlık bile Esad kadar İran'ın da işine gelmez.
İşte tam da bu yüzden Soçi'deki mutabakat İran ve Esad rejimine rağmen yapılmış bir mutabakattır. Yazının başında da değindiğim gibi, bu durum Astana sürecinden İran'ın dışlanması anlamına gelmez. Zira Erdoğan ve Putin'in yaptıkları ilk açıklamalarda Astana sürecinin devamlılığı vurgusu, "İran'ı dışlamıyoruz" mesajını taşıyordu. İran'ın Suriye ile ilgili süreçten dışlanması büyük zahmetlerle kurulan dengenin bozulması anlamına gelir ki bunu ne Türkiye ne de Rusya ister. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun İranlı mevkidaşı ile telefon görüşmeleri ve ABD'de bir araya gelecek olmaları bu bağlamda değerlendirilebilir.
Sözün kısası şudur. Soçi mutabakatı, İdlib'te çatışmasızlık ilan edilmesi Türkiye'nin ısrarı ve iradesi sonucu oluştu. Bunu nasıl başardığımızı bir önceki yazımda ele almıştım. İran'ın kendine pay çıkarması anlaşılabilir ancak tarihe bir not düşmemiz de gerekiyordu.
Milyonlarca insanın hayatı Tahran'da değil, Soçi'de kurtuldu.