"Devlet milletin emrine girdi. Bürokratik oligarşinin hakimiyetine son verdik. Sosyal restorasyonla kardeşliğimizi yücelttik. Anayasal değişikliklerle sistemimizi demokratikleştirdik. Zihniyet dönüşümünü tamamladık, şimdi kurumsal dönüşümü tamamlama zamanıdır. Yeni bir düzen inşa etmek zahmetlidir. Eski düzenden beslenenler değişime düşman olurlar."
Cumhurbaşkanı Erdoğan İstanbul Sinan Erdem'de yeni seçimler için AK Parti'nin manifestosunu açıkladı. Konuşmanın bütününe baktığınızda ve Cumhurbaşkanı'nın değindiği noktaları tek tek ele aldığınızda hiçbir konuyu kapsam dışı bırakmadığını, yeni yüzyıla doğru giderken Türkiye'nin manifestosunu ortaya koyduğunu görüyorsunuz.
Konuşmasının hiçbir yerinde polemiğe girmedi Cumhurbaşkanı. Hatta çok sık yaptığı gibi gençlerin tezahüratlarına bu kez karşılık da vermedi. Çok netti, odağını hiç dağıtmadı, gündelik sığ siyasetin tartışmalarına girmedi, klasik vaatlere değinmedi, çok sevdiği rakamları da hiç kullanmadı bu kez. Daha çok işin felsefesini ortaya koydu. Ancak bu, sadece Ak Parti'ye ait ve sadece bu seçimlik bir manifesto konuşması değildi. Türkiye'nin, bölgenin ve bir medeniyetin felsefi zeminini ortaya koydu.
Sadece Selçuklu, Osmanlı, Türkiye değil; kendi bölgesinde bağımsız bir şekilde sömürülmeden, işgal edilmeden, dizayn edilmeden yaşamak isteyen tüm medeniyetlerin çığlığı olduğunu ve olmaya devam edeceğini hatırlattı Erdoğan. Sadece Fatih'ten söz etmedi, Selahaddin Eyyubi'den de söz etti. Değindiği tarihsel isimlerin tamamı kendi medeniyetlerinin direniş sembolleri olmuş isimlerdi. Ortadoğu'nun, Afrika'nın, İslam coğrafyasının yaşadığı tüm zulümlerin bir fotoğrafını çekti konuşmasında.
Dünyanın Doğu'sunun yaşadığı bu zulme, beyaz adamın bu topraklarda yüz yıllardır uyguladığı sömürü düzenine karşı çıkışın bir sembolü olduğunu söyledi Türkiye'nin.
Türkiye'nin üstlendiği rol gerçekten de çok büyük, tarihi, derinlikli ve eşsiz.
Bu rolün hakkını vermek için, bu mücadeleyi esaslı yapabilmek için, yüz milyonlarca insanın umudu olmayı sürdürebilmek için gerekli iradeye sahip olduğunu anlattı Erdoğan.
Bu iradeyi pratiğe çevirmek için ne yapılması gerektiğini, nasıl birlik olunması gerektiğini ve en önemlisi bu mücadelenin kalesi olan Türkiye'nin nasıl güçlü olması gerektiğini vurguladı.
"Türkiye kendi ve benzer durumdaki ülkeler adına onurlu bir yer elde etmenin mücadelesini veriyor" derken bu mücadelenin asgari talebinin eşitlik, onur ve adalet olduğunu tekrar hatırlattı.
Türkiye güçlendikçe "dünya beşten büyüktür" diye haykırmakla kalmayacağını, dünyanın beşten büyük olduğunu dosta düşmana göstereceği iddiasını, yine Türkiye'nin üzerine düşen görev bağlamında söyledi.
Basit bir seçim propaganda konuşması değildi bu. Hatta bir propaganda konuşması bile değildi.
Gelecekteki Türkiye'nin, gelecekteki Ortadoğu'nun ve dahi gelecekteki Doğu'nun, kendisini sömürenlere karşı vereceği mücadeleye hazırlık konuşmasıydı bu.
Küreselleşmenin ve iddialarının sona erdiğinin farkında olunduğunun ve bu bağlamda yeni dünyaya hazırlık konuşmasıydı.
Türkiye'nin bu sürece nasıl girmesi gerektiğini anlatan felsefi zemini oldukça güçlü bir konuşmaydı.
Dünyanın her yerinde yaşanan haksızlıklara, zulümlere karşı direnişin devam etmesi gerektiğini, Türkiye'nin dışında bu rolü üstlenebilecek başka bir devletin maalesef olmadığını anlattı Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Karşısında "yatırımları durduracağız", "uçakları satacağız", "sarayı satacağı" gibi sığdan da öte bir vizyonsuzluğa sahip olan siyasi rakiplerinin ne dedikleriyle ilgilenmeyen, milletin gücüne güvenen ve dolayısıyla kendine de güvenen, Türkiye'ye kimsenin hayal edemeyeceği bir vizyon ve rol atfeden, bunun için çalışan, emek veren, yüreğini ortaya koyan bir liderin konuşmasıydı dün izlediğimiz.
Bir Cumhurbaşkanı olmaktan, siyasetçi olmaktan çok daha fazlası vardı dünkü konuşmada. Salona girerken anons edildiği gibi, demokrat devrimci bir lideri dinledik. Meseleyi, vizyonunu sadece seçimleri kazanmanın çok ötesine taşımış tarihsel bir misyonu olduğunun bilincinde bir lideri dinledik. Her ne olursa olsun, bu bizim kazancımızdır.