İdris Kardaş

İdris Kardaş

17 Nisan 2018, Salı

Dünya üçten de büyüktür

ABD-İngiltere ve Fransa'nın Suriye'de sınırlı süreli ve hedefli olarak gerçekleştirdikleri operasyon birçok açıdan incelenmeye, değerlendirilmeye çalışılıyor. Üzerinde en çok durduğumuz konu Türkiye'nin bu operasyon konusundaki duruşu. Kamuoyunda, görebildiğim kadarıyla üç farklı görüş var.

Birinci görüş; operasyon bir tiyatro oyununun icrasından başka bir şey değildi, görüşüydü. Ruslara haber verilmiş, operasyonu yapan güçlerden rejim değişikliği düşünmüyoruz açıklamaları yapılmış ve bazı göstermelik binalar vurulmuş o kadar. Trump, attığı twitlerle tansiyonu yükselttiği için mecbur kalınan bir operasyon bile olabilir. O kadar ciddiye alınacak bir durum yok. Ancak tiyatro oynansa da, bizim bu durumda elbette Esad'ı koruyacak halimiz yok. Operasyonu destekliyor ama daha önce kullanılan kimyasal silahlar yada konvansiyonel silahlara karşı benzer tepki gösterilmediği için de samimi bulmuyoruz.

Uluslararası ilişkilerde elbette samimiyet aranmadığı için de Türkiye ilk açıklamasında operasyonu desteklediğini yukarıda yazdığım şerhleri de ortaya koyarak açıkladı. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan çok net bir şekilde Türkiye'nin duruşunu özetliyor. Batı'yı iki yüzlü olmakla suçluyor. Esad'ı acımasız bir katil olarak kodluyor. Rusya ve İran'a Esad'a verdikleri destek yüzünden, ABD ve diğerlerine de YPG'ye verdikleri destek yüzünden çıkışıyor. İlkesiz olmayan bir denge söylemiyle bu operasyon sürecini çok iyi yönetti Türkiye.

İkinci görüş; dünyanın merkezi Batı'dır paradigmasını içselleştirmiş olanların görüşü. Demokrasinin işlediği, insan haklarının önemsendiği Batı dünyasının müdahalesi bu açıdan çok değerlidir diyorlar. Batı'nın iki yüzlü yada samimi olup olmadığı konusunu önemsemeyenler, bu operasyonu abartarak destekliyorlar. Kimyasal silahlara karşı büyük bir zafer ve Esad rejiminin artık yerinde duramayacağı gibi büyük sonuçlar elde edildiğini düşünüyorlar.

Üçüncü görüş; Batılıların Ortadoğu'da bir ülkeye yaptıkları operasyonu emperyalist ve işgalci bir tutum olarak görüyorlar. Bu görüşün hem sağ hem de sol taraftarları var. Antiemperyalizm çemberi etrafında olaya bakanlar ile bir İslam ülkesine hem de Miraç gecesi nasıl saldırırlar, diyenler bu görüşün şemsiyesi altında buluşuyorlar. Dolayısıyla hükümetin operasyonu desteklemesini eleştiriyorlar. Bu kesim de ayrıca tiyatro oynandığını söylüyor. Ancak buradaki nüans farkı şu. İlk gruptakilerin eleştirilerinin ağırlık merkezi, Batı'nın tiyatro oynaması iken, bu son gruptakilerin eleştirilerinin ağırlık merkezi, Batı'nın İslam ülkesine yada Ortadoğu ülkesine saldırması olarak ortaya konuyor.

Bu noktada bu kesime bir soru soralım. Ya operasyonda Esad da hedeflerin birinde olsaydı ve öldürülseydi nasıl bir tavır izleyeceklerdi? Milyonlarca insana zulmeden, 500 binden fazla insanın ölümüne sebep olan, taş üstünde taş bırakmayan, kimyasal silahlar kullanan bir caninin Müslümanlığı üzerinden operasyona karşı çıkacaklar mıydı?

Bunun diğer yönü de var elbette. Farz edelim ki operasyonda şehirler bombalandı ve sivil insanlar öldü. İşte bu noktada hükümetin tepkisi yine aynı mı olacaktı? Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı biraz tanıyorsak en yüksek perdeden bu üçlü koalisyona tepki koyacağını da biliyoruz. O zaman operasyonda sivillerin ölmemesi ve şehirlerin hedef alınmaması Türkiye'nin bunu desteklemesi açısından elini rahatlatan en önemli faktör odu.

İşte tam da bu noktada şunu sormamız gerekiyor. İlk günden bu yana Esad konusunda tavrı net olan Türkiye'nin, tiyatro olsun yada olmasın, sivillerin ölmediği, sadece Esad'a ve askeri binalara yönelik bir operasyona karşı çıkmasının bir anlamı var mıdır?

Gelelim operasyonun başka bir boyutuna. BMGK'nın beş daimi üyesinin karar alamadığı bir süreçte, BMGK'nın üç üyesinin bir operasyon yapması, BM ve BMGK'nın da yapısını ve işlevselliğini tartışmalı duruma düşürmüştür. Operasyonu destekleyin yada desteklemeyin farketmez, BMGK gibi bir kurumda reformun ve yeniden inşanın kaçınılmaz olduğunu gösteren bir tablo ile karşı karşıyayız. Bu noktada siviller ölmediğinden, şehirler bombalanmadığından ve hedef herkesin üzerinde ittifak ettiği kimyasal silahlar olduğundan; operasyon meşruiyet açısından sorgulanır olmadı.

Ancak ya siviller ölseydi ve şehirler yerle bir olsaydı. O zaman bu üçlünün tek başına nasıl böyle bir operasyon yapabileceğini ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın her seferinde ısrarla üzerinde durduğu "dünya beşten büyüktür" ilkesinin ne kadar önemli olduğunu konuşacaktık. Çünkü doğru olan, dünyada yaşanan herhangi bir zulme, devletlerin tek yada gruplar halinde müdahalesi değil, devletlerin üye olduğu ve desteklediği uluslararası kurumların müdahalesidir. Meşru olan da budur, uluslararası hukuka uygun olan da budur. Uluslararası kurumlar ve uluslararası hukuk bu zulümleri sonlandırmak açısından acizlerse, bu konuda yeniden düzenlemelerin yapılması, yeni bir paradigmanın ortaya konması elbette ki önemlidir. Türkiye bu konuda başat aktör olabilir. Bu eleştirilerini zaten yapıyor Cumhurbaşkanı Erdoğan. Bu yapıları yıkıp yeniden yapmalıyız. Uluslararası hukuku yeniden konuşmalıyız. Ceza mekanizmalarını yeniden ortaya koymalıyız.

Türkiye bu noktada operasyonu destekleyen ama BM kapsamında yapılsaydı daha doğru olurdu, tutumunu takınması önemlidir. Bunu yaparken de her zaman üzerinde durduğumuz "dünya beşten büyüktür" ilkesini zemin olarak kullanmalıyız. Cumhurbaşkanı Erdoğan, BMGK mekanizmasındaki arızaya vurgu yapmasının ne kadar anlamlı olduğu bu son operasyonda çok daha açık görülmüş oldu. Beş ülkenin karar alamadığı ve geri kalan üç ülkenin böyle operasyonlar yapabildiği bir durumda BMGK'nın ne anlamı var ki? Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önerdiği reform çalışmaları sadece eşitlik ve adaleti değil, BM'nin varlık yokluk mücadelesidir de ayrıca.

SON DAKİKA