04 Aralık 2012, Salı

Melisalar gelecek yaza açarlar mı?

Burada makro siyaset ve güncel haberler alanına girmeye hiç niyetim yok! Biliyoruz ki, neredeyse saat başına bir büyük acı düşüyor. Yürekler yanıyor. Çirkinlik büyüdükçe, büyüyor. Ne kadar güzellik varsa, sanki küçülüp en kuytu köşelere saklanıyor! Yine de direnmek zorundayız! İyiliklere, güzelliklere, sevinçlere sımsıkı sarılmalıyız. Başka çare yok!

İster küçük bir bahçen olsun, ister balkondaki saksılar… Toprağa bu kadar uzak kalmak, hep uzaktan bakmak yanlış! Bir keyifse bu eğer, pek eksik… Geçen hafta birden harekete geçtik. Küçük bir yer açtık kendimize. Eylül ayında ekilip dikilecek fidanlar, soğanlar aldık. Bitkilere yer açmak için günü çapa yaparak falan geçirince akşamına avuçlarım su topladı. Bilgisayar klavyesiyle haşır neşir olmaktan nazeninleşmiş ellerimin başına böyle bir şeyin gelmesinden daha doğal ne olabilir! Hiç aldırmadım avuçlarımın ağrısına. Çünkü içimdeki heyecan çok güzel ve güçlüydü. Bakalım ne olacak? Mavi zambak soğanları günü geldiğinde toprağın üzerinde filizlenecek mi? Melisalar gelecek yaza açıp bahçeyi mis gibi kokutacak mı? Ya biberler? Ya boyunlarını büküp soluverirlerse?

Ülkü Tamer'in şu dizesi pek bilinir: "Yazın bittiği her yerde söylenir." Doğrudur! Çünkü hiç tartışmaya gelmez bu gerçek. Bahara, kışa benzemez. Bir kere, Eylül boyunca günler ne kadar sıcak geçerse geçsin, akşamları ürperir, üşürsün. İçine durup dururken bir melankoli çöker. Zaten birçoklarımız için yazın bitişi çocukların okullarının başlangıcıyla mühürlenmiştir. Sonra ışık gitgide sararır. Yapraklar hazana hazırlanır… O zaman, mesela, Marguerite Duras'dan "Yaz Yağmuru"nu okuyarak yaz mevsimini hiç değilse zihinde uzatmak mümkün müdür? Şu sıralarda bu sorunun cevabını test ediyorum.

Çeşme'den Ildırı'ya doğru Manzara Cafe diye bir yer var. Ildırı köyü ve Erytrai harabelerine pek yakın bir noktada, denize tepeden bakan bir yer. Manzara da manzara hani! Enfes bir deniz ve sanki üzerine serpiştirilmiş gibi adacıklar. (Antik çağın Hippos adaları) Pazılı, lorlu gözleme ve tatlı tatlı esen rüzgârın keyfini de eklemeliyim. Oturduk. Bir yandan yedik, içtik, bir yandan manzarayı seyrettik. Hatta biraz da yanımızda getirdiğimiz kitapları okuduk. Ne hoştu!

Monokl Yayınları'ndan çıkan Christian Bobin'in "Eksik Parça" adlı deneme kitabı alıp götürdü beni. Bir aydır elimden düşmüyor. Eksik kalan aşka, çocukluğa, yetişkinlikteki yalnızlığa ve eksikliğe ve daha birçok şeye anlatılmaz bir zarafetle dokunup geçiyor Bobin. Meraklısına tavsiyemdir. Sözünü edince, kitaptan şu cümleyi alıntılamamak olmaz: "Çocuklar denizciler gibidir; gözleri nereye çevrilse, o yer uçsuz bucaksız."

L'Ultimo Bacio/Son Öpücük. 2001 Yapımı (hâlâ çok taze) bir İtalyan filmi. Sundance'da seyirci jürisinin birincisi olmuş. Yaz sonu rüzgârlı bir öğleden sonra evde oturup DVD'den izledim. Her yaş ve başta kadınerkek ilişkileri üzerine bu kadar açık sözlü başka bir filmi epeydir hatırlamıyorum. Hem komik hem fazlasıyla dramatik! Fakat aşkın eninde sonunda sağlam bir ilişkiye dönüşebileceğine inanarak yola çıkan gençlere bu filmi hiç izletmemeli! Çünkü onların umuda ihtiyacı var.

"birden hatırladık seninle buluşamadığımız günleri/gel ey büyük bakış yüce suskunluk gel artık beri" Sabah kalktım, Turgut Uyar'ın "Münacat" şiirini okudum. Ne iyi yaptım.

13-26 EYLÜL 2012

SON DAKİKA