Toskana'nın harika kasabası Lucignano'da bir kafe. Dışarıda öğle güneşi, içerisi loş… Adam ve kadın karşılıklı oturmuş kahve içiyorlar. Kadın adama "artık başka şeylerden konuşalım" diyor. Hangi "başka şeyler"? Daha o gün tanışmışlar oysa... Uzun süren bir sahne!
Kadına bakıyorum. Yüzünde zarif bir tül var sanki! Ardında bütün insanlığın sevinç ve acılarını saklayan bir tül! Hatırlıyorum; 1990'ların ortasıydı. Yönettiğim dergiye kapak yapmıştım o güzel yüzü.
Ve şöyle bir başlık atmıştım: "Romeo'ların Jülyet'i." Çok zaman geçti. Çizgiler, izler, yorgunluklar, olgunluklar hepsi var artık o yüzde ama etkisi hâlâ aynı! Şimdi İranlı usta yönetmen Abbas Kiorastami'nin "Aslı Gibidir" (Copie Conforme) adlı yeni filmini izlerken... Düşünüyorum da... Ya Juliette Binoche oynamasaydı bu rolü? Bu orta halli, iddiasız film böylesine duru biçimde insanın içine işler miydi hiç? Sanmam!
TNK'nın "Söyle Ruhum" ve "Yine Yazı Bekleriz" adlı şarkılarını dinlediniz mi? Dinleyin. Şunu da söylemeden geçmeyeyim; TNK ilk ortaya çıktıklarında kendilerini hafife alanları utandırıyor.
Ah şu kış güneşi!.. Bir yandan "eyvah, bu kış kurak mı geçecek?" diye endişeleniyorum, bir yandan da hâlâ Cahit Sıtkı'nın o güzel şiirindeki "üç mevsim güneşin seyrine dalan, kışın güneşin özlemiyle camların buğusunu yalayan çocuk" gibiyim ya, seviniyorum. Sonbahar güneşi bir tür vedadır, ayrılış hüznünü taşır. Kış güneşi bir armağan oysa!
Gelman koleksiyonundan Frida Kahlo- Diego Rivera resimleri… Tepebaşı'ndaki Pera Müzesi'nde 3. katta. Sergi 20 Mart'a kadar sürecek. Frida'nın alnına Diego'nun yüzü nakşedilmiş halde kendisini resmettiği tabloyu unutmak kolay değil. Bir aşkın anlatımı mı? Belki. Ama daha çok onu tutku ve bağlılığa hapseden kaderin anlatımı gibi!.. Ben sergiyi gezerken turistler çoğunluktaydı. Yüzlerinden okunuyordu; İstanbul'da çok ilginç bir Kahlo ve Rivera sergisinin karşılarına çıkması çok hoş bir sürpriz olmuştu onlar için!
Bir cumartesi sabahı. Erkenden çıktım. Ver elini otoyol! Hayret! Yıllardır yaptığımı yapmadım bu sefer! Darıca feribotuna sapmadım. Devam ettim; Gebze, Hereke, İzmit ve derken Maşukiye sapağı… Kartepe yolu. Nasıl düzgün bir dağ yolu! Etraf alabalık lokantaları, sucuk ekmekçiler ve kayak malzemeleri satan dükkânlarla dolu. Kartepe'nin zirvesinde İstanbul'a en yakın kış sporları alanı var, malum. Ama beni şu an ilgilendiren şey sadece güzel bir manzara ve leziz bir kahvaltı. Yolun 6. kilometresinde o harika dağ evi lokanta karşıma çıkıyor: Adı Manzara Restoran! Terasına çıktığınızda kanatlanıp Sapanca gölünün üzerinde uçacakmışsınız gibi hissediyorsunuz. Öyle bir manzara! Kahvaltı mı? Yolunuz düşerse süt ekşili çırpılmış yumurta söylemeyi unutmayın, bir de mıhlamayı…
"Güzel şeyler"de yeni Beşiktaş'ın adını anmamak olmaz! Hangi takımın taraftarı olursanız olun, Guti, Q7, Almeida, Simao, Fernandez'li bir takımı izlersiniz, o takımın atak iştahından etkilenirsiniz. Yalan mı?
Geçen gün Murat Menteş'in Aynalı Barikatlar kitabını yeniden okudum: Bir yerde "canilerle zenginler neden birbirlerini andırıyorlar?" diye soruyor. Yok, cevap şu an ilk aklınıza gelen şey değil. "Çünkü" diyor Menteş, "her iki kesim de ölümlü olduklarını reddediyorlar."
03/02/11