Hiçbir şehir kartpostallardaki görüntülerine sonuna kadar sadık kalamaz. Ne gelip geçen zaman izin verir buna, ne de manzaraya bakan gözün aldatıcı estetiği! Belki bir tek Venedik hariç!
Müthiş bir resim bu şehir. Sonuna kadar klişe fakat aynı zamanda sonuna kadar gerçek bir resim! Ama işin bu yanı ben pek ilgilendirmiyor. Durmadan Venedik'i özlememin, yolumu sık sık oraya düşürmek istememin en temel sebebi ne biliyor musunuz? Bu şehirde yürümenin keyfi… Bir labirentte dolaşıyor, sürekli yolunuzu kaybediyor ama mutlaka gideceğiniz yere varıyorsunuz. Malum, labirenti andıran her şey baştan çıkarır insanı. Başta kadınlar tabii.
Geçen cumartesi Alaçatı pazarında bir tezgâh ki, başından ayrılmak imkânsız. Koyu yeşil dalları üzerinde bırakılmış nar kırmızı domatesler… Urla'nın yerli domatesi. Hemen alıp eve koşuyorum. Dilimleyip üzerlerine Ravika'nın limon aromalı sızma zeytinyağını gezdiriyorum. Mmmm! Şükür!
Antonioni'nin 1962 yapımı L'Eclisse (Bizde ne bağlantısı varsa, "Batan Güneş" diye gösterilmişti) filmini kısa süre içinde ikinci kez izledim. DVD'den tabii. 1960'lardan bugüne bir kâhin gözüyle bakmış ve bizi uyarmış sanki Antonioni! Ve tabii o sahne: Monica Vitti'nin "keşke sevmeseydim seni… ya da daha çok sevseydim" dediği sahne.
Nihayet Selahattin Yusuf'la hayalini kurduğumuz sohbet programını yapmaya başladık. Daldan dala uçuyoruz, tutabilene aşk olsun! Adı "Kaçış Planı." (Salı günleri A Haber'de saat 23'te. Tekrarı da Pazar günü 17'de.) Aramızda kalsın, ilk programda uğur niyetine Hindi Zahra'nın çok sevdiğim şarkısı "Beautiful Tango"yu çaldım. Ama klibin güzelliği bir gitar eşliği ve ev halinde şarkının söylenmesiydi. Meraklısı hasmetbaba.tumbrl.com'dan klibi izleyebilir.
Ah, İskenderiye Dörtlüsü! 1980'lerin başında hayatıma girip bir daha yakamı bırakmayan dört ciltlik o müthiş nehir roman! Son günlerde yine Justine'i karıştırmaya başladım. Malum, Lawrence Durrell'ın doğumunun yüzüncü yılı. Uluslararası edebiyat çevreleri için 2012 "Durrell Yılı". Haydi gelin, Justine'den bir iki alıntıyla burada da onu analım: "Gövde uyanmaya görsün, ruh uykuya dalar"; "Değiştiği yoktu, sadece kendine yeni bir maske bulmuştu."
Çengelköy'de gecenin ileri vakti… İskele Çınaraltı'nda… Kekeç, Yusuf, Kılıçarslan ve ben. Nasıl koyu ve alıp götüren bir muhabbet! Bir de Osman Konuk olsa, tam olacak! Onun yokluğunda Osman'ın şiirinden konuşuyoruz. "Start tabancasıyla intihar eden adamdan, Arjantin'e aşık olup Almanya'yla evlenişimizden" falan…
İki gövdeli geleneksel esspresso ve kahve pişiricilerini asla modern makinelere değişmem. Yeni aldığım üstü sarı, altı siyah Bialetti marka kahve pişiricisine bayılıyorum.
Zattere'de "Nico'nun Dondurmacısı"nda oturmuş güneşi batırıyoruz. Tatlı bir rüzgâr esiyor Adriyatik'ten şehrin iç taraflarına doğru. Guidecca kanalında vaporetto'lar, su taksileri, feribotlar cirit atıyor. Kahvelerimiz ve spritzler geliyor. İyiyiz, hoşuz ve belki tam da bu yüzden azıcık hüzünlüyüz. Yola çıkmadan çantaya Haydar Ergülen'in "Üzgün Kediler Gazeli"ni attığımı hatırlıyorum. Çıkartıp okumaya başlıyorum: "Bir zarf gibi yırtılmasın kalbimiz, çıkarın beni mektubun içinden."
14 5 - 18 TEMMUZ 2012