Claude Debussy'nin harika yapıtı Claire de Lune'yi insan bir kez dinledi mi, hep tekrarı gelsin ister. Birçok versiyonu ve çok farklı yorumları vardır bu eşsiz yapıtın ama ben David Oistrakh'ın kemanından seviyorum. (Bkz.www.hasmetbaba.tumblr.com)
Birsen Tezer'in ne kadar farklı ve lirik bir sesi var. "Asla caz dinleyemem" diyebilecek kişileri bile alıp götürecek bir ses. Favori şarkılarım "Değirmenler" ve "Çığlık."
Susurluk yakınlarında bir benzincinin rafında görüp aldığım CD'ye bayıldım. Adı "Akustik Yol Şarkıları." Zamanında ortalığı dağıtmış, bir anlamda da "klasikleşmiş" ne kadar şarkı varsa (Loosing My Religion, Knocking on Heaven's Door, Ain't No Sunshine, Self Control, vs.) çalıp söylemişler. Kimler, bilmiyorum. Ama iyi söylemişler! Onları dinlerken gazdan hiç ayağımı kaldırmadan gitmek istiyorum, hiç durmadan gitmek…
Amy Winehouse'un ölümünden sonra şart oldu, "27'ler Kulübü"nden Jim Morrison'un hayat hikâyesini anlatan The Doors filmini bir daha izledim. Oliver Stone'un anlatımı çok çarpıcı fakat senaryo ne çok şeyi dışarıda bırakmış! Jim Morrison filmin yarısından sonra etli kanlı birisi olmaktan çıkıp kartondan bir kahramana dönüşüyor. Ama bir kez daha anladım ki, şarkı sözleri ve müziğiyle "The Lizard King", yani Morrison bugün için de eşsiz bir sanatçı ve büyük bir esin kaynağı!
Max Richter tutkum sürüyor. 1966 Doğumlu Alman bestecinin müziğinde bambaşka bir büyü var. Philip Glass kadar minimalist ve incelikli ama bir yandan da derinlerinde bir yerde Rachmaninoff saklayan ve sonra da caz ile elektronikanın sınırlarında dolaşmaya başlayan bir müzik! Aslında bu lafları paralayarak Richter'in müziğini tanımlama çabasına ne gerek var! Youtube'dan falan bir dinleyin, anlayacaksınız. Şu yazıyı bitireyim, hemen Richter'in 2010'da çıkan Infra adlı CD'sini müzikçalara koyacağım. Birisi Ekşi Sözlük'te bu CD'yle ilgili şu notu düşmüş: "Tanrım, müzik ne güzel bir şey."
Bugüne kadar Hümeyra şarkılarına hak ettiği değeri verdik mi, emin değilim. İnternetten falan eski Hümeyra şarkılarını bulup dinlemenizi isterim. Ah, hele o "Mevsimsiz Çiçekler" şarkısı. Nasıl "içerden" söylemiş, anlatılır gibi değil.
Bir öğleden sonra… Eleni Karaindrou müzikleri. Fırından yeni çıkmış kayısılı turta. Elimin altındaki Alain Finkelkraut'un "Sevginin Bilgeliği" adıyla epey zaman önce Türkçeye çevrilmiş olan Levinas incelemesi. Sonra bir de… Daha ne olacak, iyilik güzellik işte!
Sabah beşte birdenbire uyandım. Zihnimde belli belirsiz bir melodi! Durmadan tekrarlanıyor. Hatırladım sonra. Astor Piazzola'nın muhteşem bestesi Oblivion! Yatağımın yanı başında duran iPad'e uzandım. Youtube'u açtım. Ne çok yorumu var. Hepsini tek tek dinledim. Kapattığımda saat çoktan 8 buçuk olmuştu. Gidon Kremer yorumu eşsiz. Milva'nın söylediği şarkı versiyonu da üzerinde durulmaya değer. Kim yorumlarsa yorumlasın, açılış akorlarını duymak bile insanı heyecanlandırıyor.
Şimdi TNK'nin o güzel şarkısını mırıldanmanın tam zamanı: "Yine Yazı Bekleriz"
Dönüp dönüp Yann Tiersen dinliyorum. En çok da La Plage ve Summer 78'i. ,
Müzik olmayan her şeye gürültü muamelesi yapan modern insan nasıl da yanılıyor ve bu yüzden hayatını eksiltiyor, bir bilse… Şu an rüzgârı dinliyorum… Dinledikçe anlıyorum: Konuşuyor rüzgâr, anlatıyor.
8-21 KASIM 2012