Güzel bir şeyler yaşamak için planlarımız, projelerimiz, ideallerimiz var. Sonra? Sonrası iyilik güzellik mi? Ne gezer! Sonrası hayal kırıklığı! Sonrası yavanlık!.. Oysa yalın güzellik ve huzur çoğu zaman yanı başımızda bizim ilgilenmemizi bekliyor. Ama durmak gerekiyor önce. Bir durup bakmak! Geçen gün bir arkadaşımla bahçesinde oturup laflıyoruz. Başımızın üzerinde yüksek ağaçlar, çevrede mavili, morlu ortancalar. Masanın üzerindeki fesleğen saksısından gözümü alamıyorum. Karnını az önce doyurmuş sarman kedi kapı önündeki paspasa kıvrılmış şekerleme yapıyor. İmbat esiyor. İyot kokusu sarıyor bütün bahçeyi. Her şey öyle huzur verici ki! İşte o sırada arkadaşım bana dönüp "saatlerce oturabileceğim huzur dolu bir yerin hayalini kuruyorum" demez mi!
Alaçatı pazarında alışveriş: Reyhan, kekik, fesleğen, arapsaçı, tatlı bahçe biberi, Germiyan domatesi, Akhisar'dan kırık domat zeytin, Ezine'den peynir, Ovacık'tan süs için soğan çiçeği, Münevver Abla'nın tava ekmeği…
Kavacık'taki Kervan mobilyadan beyaz ferforje bir gazetelik… Güzel ve çok işe yaradı! Alaçatı'daki antikacı Tango'nun Arjantin'den getirdiği teneke tabelalara bayılıyorum. Üzerinde İspanyolca "Mutfak pazarları kapalıdır" yazılı olanını bir dostuma hediye aldım.
Kitaplığımda ayrı bir yere koyduğum, gidip gelip sayfalarını karıştırdığım, altı çizili yerlere tekrar tekrar baktığım kitaplar vardır. Onların raftaki varlıklarını bilmek güzeldir. Şu günlerde Philippe Sollers'in "Kadınlar"ına geri döndüm. Tam 415 sayfalık romanımsı bir şey. 1993 yılında Yapı Kredi yayınlarından çıkmıştı. O günden bu yana sık sık el altında tuttuğum için cildi dağıldı dağılacak halde… Altını çizdiğim satırlardan biri şu: "Kadere olabildiğince karşıdan bakıyorum. Kadınlar ve erkeklerin aralarındaki anlaşmazlığı sürdürmelerinden başka birlikte yapacakları bir şey yok!"
Balık lokantalarının afra tafrasından yakınıyor arkadaşım! "Dümdüz ve iyi balık yapan neredeyse kalmadı" diyor. Var, diyorum, üstelik balık yerken ayakların kumlara değecek! Hemen gitmek istiyor. Çeşme Reisdere tarafında Fethi'nin Yeri'ne gidiyoruz. Kumsalda salaş masalar. Abartma, afra tafra yok. Doğa yeterince güzel. Az sonra güneş batıyor. Dalgalar ayaklarımızın ucuna kadar geliyor. Deniz çipuraları ve muhabbet şahane! Daha ne istenir!
Bir yaz ikindisi ne dinlenir?.. Hiç hesapta yokken Astor Piazzolla'nın çelloya uyarlanmış iki eseri alıp götürüyor beni. Oblivion ve Adios Nonino. Müthişler! Hani derler ya, "müzik metafiziğe giriştir" diye, işte öyle bir şey! İnternetten olsun mutlaka siz de dinleyin.
Michael Caine adamımdır. En sıradan rolde bile büyür, apayrı bir hava kazandırır o karaktere! O yüzden Quiet American (Sessiz Amerikalı) filmi televizyonda karşıma çıkınca, "ben bu filmi defalarca DVD'den izledim" demeyip ekran karşısına kuruldum. Pişman olmadım. Zaten filmin uyarlandığı Graham Greene'in romanını da es geçmemeli! Vietnam'ın henüz Fransız işgali altındaki döneminde Amerikalıların çevirdiği dolapları çok heyecanlı bir dille anlatır Greene!
Gece… Arabalı vapur… Pencereler açık. Makinelerin gürültüsüyle denizin hışırtısı birbirine karışıyor. Tam tepemizde bir dolunay var ki, tasviri imkânsız güzellikte! Vapur karşı kıyıya hiç varmasın istiyorum.
21/07/11