Ali Bayramoğlu

04 Aralık 2012, Salı

Yüzleşme, itiraf...

Evet değişiyoruz, değişim hamleleri yapıyoruz askeri kışlasına gönderiyor, kimi hak gasplarına son veriyor, darbelerle hesaplaşma sürecini başlatıyoruz… Ama yeterince derine inmiyor, inemiyoruz… Karşı karşıya kaldığımız, tartıştığımız sorunları düşünün…

Kürt meselesi, din-laiklik ya da yaşam biçimi gerilimi, bölünme, parçalanma korkuları, otoriterlik meselesi, daha doğrusu sert bir devlet geleneği… Bu sorunlar dönem dönem biçim değiştirseler de, öz olarak hemen hiçbir zaman, hiçbir dönemde zihinlerimizi, siyaseti, gündemi terk etmemişlerdir. Kürt sorununu bu ülke 1830'lardan beri, modernleşme hamlelerinin fiili bir özerklik olan "mirlik" düzenine dokunmasından bu yana yaşıyor. Cumhuriyet bu açıdan bir tür ayaklanmalar ve bastırmalar silsilesi. Koçgiri'den Şeyh Sait'e, Ağrı'dan Dersim'e ve 1984'ten bugüne yaşananlar açık… Yaşam biçimi gerilimi üzerine oturan çatışma geleneği, islamofobik bir devlet ideolojisi üretiminin, Kemalizmin kökeninde yatar. Devrim kanunlarından İstiklal Mahkemelerine, Türkçe ezandan 28 Şubat'a uzanan gerilim bugün hâlâ muhafazakarlaşma, içki yasağı ve benzeri tartışmaların merkezinde yer alıyor. Her genel seçim Türkiye'yi hâlâ Batı ve diğer olarak iki büyük kültürel alana bölüyor. Ve Türkiye 1800'lerin ortalarından bu yana "içerideki öteki" endişesini, tehlikeye ve bölünmeye endeksli bir fobiyi toplumsal ve siyasal hayatının merkezine yerleştirmiş durumda. Gayrimüslim meselesi kâh tehlike olarak kâh vicdan meselesi olarak Türkiye'nin öyküsünün ayrılmaz parçalarından birisi. Öylesine ki bu ülke tarihi 19'uncu yüzyılın sonunda başlatan bir amneziyi, bir bilinçli hafıza kaybını uluslaşmasının aracı haline getirmiştir. Bugün hâlâ sadece Türkiye'de değil dünya sathında süregiden 1915 tartışmaları, bu tartışmalar etrafında yaşanan yüzleşme çabaları, buna verilen tepkiler siyasi ve toplumsal hayatımızda belirleyici bir rol oynuyor. Nitekim sık söyleriz, bu ülkede "üç mesele" ve "üç eksen" cumhuriyet tarihini, dünü bugüne bağlayan "resmi politika köprüsü"nü özetler… İlk mesele "cumhuriyetin din politikaları"dır. İkinci mesele "cumhuriyetin azınlık politikaları"dır.

Üçüncü mesele "cumhuriyetin Kürt politikaları"dır. Bu meselelerden birincisi "nevi şahsına münhasır bir laiklik hali"ni ve ona bağlı bir "çatışma ekseni"ni üretmiştir. İkinci ve üçüncü meselenin ürettiği "Türk tarzı bir milliyetçilik hali" ve çatışma eksenidir. Üçüncü eksen üç meseleyi de kapsar: Otoriter devlet anlayışı ile bunun alt yapısını oluşturan askeri vesayet modeli... Bunca değişim çabasına rağmen, son 10 yılın ışıltılı reform politikalarına rağmen bu meselelerin gündemimizi terk ettiğini söylebilir miyiz? Devlet politikaları düzeyinde din politikalarından ciddi bir değişiklik yaşandı. Ama Kürt politikası ve gayrimüslim meselesi, yani azınlık politikaları büyük değişiklik göstermeden varlığını sürdürüyor. Devlet politikaları ötesinde toplumsal düzeyde de tarihin o büyük birikimi, bölünmeleri, kırılmaları bir çırpıda ortadan kalkmıyor. Din ya da laiklik merkezli gerginliklerin hâlâ sürmesi bu durumun bir sonucu değil midir? İstiklâl Mahkemesi kararıyla, Şapka Kanunu'na, daha kanun çıkmadan önce yazdığı bir yazısından ötürü muhalefet ettiği gerekçesiyle idam edilen İskilipli Atıf Hoca meselesiyle, orgeneral Mustafa Muğlalı'nın sorgusuz sualsiz kurşuna dizdirdiği 33 Kürt'ün hikâyesiyle, binlerce gayrimüslimin malını haraç mezat satmasına, sermayenin Türkleşmesine yol açan 1934 Trakya olayları, 1942 Varlık Vergisi'yle bu toplum ne kadar hesaplaştı örneğin? Bırakın hesaplaşmayı ne kadar biliyoruz bu yaşananları… Abdülhamit döneminde 1894-1896 arası yaşanan 150 bin insanın hayatına mal olan olayları ne kadar biliyoruz? 1915'te ne olduğunu, bize devletin anlattığının dışında ne kadar merak ediyoruz? Cemal Paşa'nın torunu Hasan Cemal 1915 adlı bir kitap yazdı, haberimiz var mı?

Oysa yarını kurmak, hak, adalet ve demokrasi arayışı, hemen hepsi bu meselelerin ve bu eksenlerin kilometre taşlarını bilmeyi, açığa çıkarmayı, şeffaflaştırmayı gerektirir. Evet değişiyoruz, değişim hamleleri yapıyoruz askeri kışlasına gönderiyor, kimi hak gasplarına son veriyor, darbelerle hesaplaşma sürecini başlatıyoruz… Ama yeterince derine inmiyor, inemiyoruz… Hesap sormayı, yargılamayı biliyoruz… Bilmediğimiz yüzleşme ve itiraf… Satıhta kalmamızın nedeni de budur…

25 EKİM - 7 KASIM 2012

SON DAKİKA