Geçen gün bir masada "Piyer Loti Tepesi'nin adı İdris-i Bitlisi" olsun çıkışı konuşuluyordu. Bir hanım, "Ben Piyer Loti olmasından hoşlanmıyorum" dedi ama Bitlisli İdris'in adının verilmesini de desteklemedi.
Diğer arkadaşlardan tartışmayı gırgıra vuranlar oldu. Muhabbet Türkiye'deki Batı hayranlığından, Piyer Loti'nin eşcinselliğine kadar uzandı...
Aşağıda yazacaklarımı masada da söyledim: Öyle ya da böyle, o tepeye Piyer Loti denilmiş. Tabii başka bir isim de verilebilirdi.
Bu örnekte beni dehşete düşüren şey, AK Parti'den Bitlis milletvekili seçilmiş Vahit Kiler'in cüreti oldu. İktidar partisine dayanarak, "Ben istedim oldu" tarzında bir davranış biçimiyle... Haritalara girmiş, kent rehberlerine kaydedilmiş, otobüs durağı olarak yazılmış, halk tarafından benimsenmiş bir ismi, hop diye değiştirebileceğini sanıyor.
Bunun adı jakobenlik
Bu tutumun, Cumhuriyetin kuruluşundan, yakın tarihlere kadar... Tepeden inmeci bir davranış gösteren; doğru ya da yanlış, kafalarına eseni halka empoze eden Kemalistlerin yaklaşımından farkı var mı?
Şimdilerde de bazı siyasetçiler, seçmenin teveccühünü kazanmış olmalarını, her istediklerini yapmaları için verilmiş bir izin, bir yetki belgesi gibi algılıyor.
Buradaki yanlışı anlamak için basit bir ilke var: "Sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma."
Bir İstanbul milletvekili Bitlis'e gitse ve "İdrisi Bitlis İlköğretim Okulu'nun adını değiştirelim, onun yerine bilmem ne koyalım" dese... Bitlislilerin hoşuna gider mi? Elbette gitmez. "Haydaaa, bu da nereden çıktı? Kardeşim sen kendi işine baksana" derler. (En hafifinden...)
'Kapris', siyaset değildir
Bugüne kadar halktan bir talep gelmemişken, medyada hiçbir tartışma olmamışken, bireysel bir çıkışla Piyer Loti adını değiştirmeye yeltenmeye "kapris" denir.
İşin kötüsü ne biliyor musunuz? Bazı siyasetçiler, jakobenliklerine gösterilen tepkiyi, muhafazakârlara gösterilen tepkiymiş gibi sunuyor... Yani sanki onlar aslında gayet makul bir çaba içindeymiş de... Art niyetli Kemalistler, enteller, CHP'liler, laikçiler karşı çıkıyormuş gibi...
Evet, elbette Türkiye'de öyle durumlar yaşandı. Sadece ve sadece bir dindar, bir muhafazakâr, bir sağcı önerdi diye, yukarıda sayılan zümreler "istemezük" diye ayaklandı. Ancak her olay bu kategoriye girmiyor ki! Halka, çevrede yaşayanlara, konuyla ilgili kesimlere, icabında uzmanlara sormadan tonla iş yapıyor siyasetçiler.
Taksim'deki yöntem
Mesela ben Taksim Meydanı'nın değiştirilmesini yürekten istiyorum. Taksim'in "motorlu araçların egemenliğindeki gürültülü bir kavşak" halinden çıkarılıp, "gerçek bir toplumsal meydan" haline getirilmesini destekliyorum.
Tamam ama bunun yolu, (ne kadar yetenekli olursa olsun) bir mimarı çağırıp, "Hadi sen bu işi yap" demek mi? Milyonların kullanacağı bir mekânı değiştirirken, başkalarına da sormak gerekmez mi?
Kitlesellik otomatik olarak demokrasi anlamına gelmez. Kemalist jakobenlikten, muhafazakâr jakobenliğe savrulmak, yeni gerilimler yaratarak, vakit ve enerji kaybına yol açar.