Önce hakkını teslim edelim: Galatasaray bu yıl bilhassa hücum futbolunu iyi oynadı. Şampiyon olmayı hak etti. Zaten ligin normal bölümünü ikinci sıradaki Fenerbahçe'den dokuz puan önde bitirerek birinci geldi.
Ancak bu yıl farklıydı. Şirke davası yüzünden Futbol Federasyonu "süper final" adıyla bir "play-off" sistemi getirmişti.
Ligi ilk dört sırada bitiren takımlar kendi aralarında mücadele ederek şampiyonu belirleyeceklerdi. Böylece, "Şike yaptın da beni geçtin... Rakibime teşvik primi verdin" türü çekişmelerin önüne geçilecekti.
Bu uygulama, çok zor bir yıl geçirmekte olan F.Bahçe'ye yaradı. Zordu çünkü...
Başkansız bir kulüp
1) F.Bahçe'nin kurum kültüründe daima güçlü başkanlar olmuştur. Bu başkanların çoğu ya önemli siyasetçilerdi ya da eski tabirle para babaları. Aziz Yıldırım bu durumu değiştirmek üzere başkan seçildi. Kulübün para babalarına mahkum olmaması için para kazanması gerekiyordu. Kulüp gibi kulüp olmak için de tesisleşmesi...
İkisini de yaptı Aziz Yıldırım. Ancak yaparken kendisi de onlara benzedi: Tek adam kültürünü sürdürdü.
Hemen hemen bütün kararların Başkan tarafından alındığı... Bütün sorunların Başkanın müdahalesiyle çözüldüğü bir yapıda... Aziz Yılıdırım'ın tutuklu yargılanması yüzünden büyük bir boşluk doğdu.
Ortaya iki, hatta üç başlılık çıktı: Nihat Özdemir ve Ali Koç kulübü idare etmeye çalışırken, Başkan Yıldırım da cezaevinden mesajlar gönderiyordu.
Sıfırlanan moraller
2) Diğer büyük zorluk ise futbolcularla ilgiliydi. Başkanın sürekli varlığına alışmış olmaları bir yana... İkide bir moral bozucu haberler çıkıyordu: "F.Bahçe küme düşürülecek"... "Hayır küme düşürülmeyecek. 20 puanı silinecek"... "Yok canım, 20 değil, 12 puanı silinecek."
Bu durum özellikle yabancı futbolcuları etkiliyordu. "Ben artık ufaktan sıvışayım; kendime yeni bir kulüp bulayım" fikri zihinlerinde dolaşıyordu.
Zor günlerin adamı
Bu ortamda yıkılmadan ayakta kalan... Sinirini, hüznünün, kızgınlığını içine atıp, belli etmemeye çalışan bir kişi vardı: Teknik Direktör Aykut Kocaman.
Doğrusunu isterseniz Aykut Kocaman, mesela Jose Mourinho'da olan "bütün sorumluluğu üstüne alan lider hoca" özelliklerine sahip değildi.
Geçen yıl takımı şampiyon yaptığında bile "Ben F.Bahçe'ye erken teknik direktör oldum. Kulüp içinde birkaç yıl daha pişmem gerekiyordu" demişti açık yüreklilikle.
Zaten Aziz Yıldırım gibi bir tek adamın başkan olduğu yerde, Aykut Kocaman'ın lider hoca özelliklerini göstermesi mümkün değildi. (İki cambaz bir ipte oynamaz!)
Ama sonra adeta bir mucize oldu: Aykut Hoca takımı derleyip toparladı. Daha dayanıklı bir hale getirdi. Arkadaşlığı geliştirdi. Kendi fikirlerini kabul ettirdi.
F.Bahçe hâlâ G.Saray'dan daha iyi oynamıyor ama kötü gününde değilse kazanmasını biliyor.
Bugün Aykut Kocaman teknik direktörlük hayatının en önemli, en zor, en gerilimli, en heyecanlı maçına çıkacak.
Şampiyonluğu kazanırsa, bu yazının bir önemi kalmayacak zaten... Ama kaybederse şunu bilmeli: Milyonlarca Fenerbahçelinin sevgisi, Aykut Kocaman adına nakşoldu.
Kimse o sevgiyi oradan silemez.