Yeni yayınlanan kitabı vesilesiyle, sosyolog Nilüfer Göle'nin Kemalizm ile Atatürkçülüğü "analitik" olarak birbirinden ayırmadığını yazdım geçenlerde. Farklıdır diyor ama nasılını anlatmıyor.
Dün yayınlanan söyleşisi ise net soruya karşın, kafa karışıklığının devam ettiğini gösteriyor. Şöyle demiş Göle:
"Herkesi Atatürkçülük ile Kemalizm'i ayrıştırmaya davet ediyorum. (...) Kemalizm; hem solculuğun, hem askerciliğin bir şekilde iç içe geçerek, Atatürkçülüğü tanımlama, ideoloji haline getirme biçimidir." (Vatan)
Kemalizm, Atatürkçülüğü mü tanımlıyormuş ve ideoloji haline mi getiriyormuş...
İlginç bir iddia! Ama ancak tarihsel gerçeklerle uyumlu olsaydı ciddiye alınabilirdi. Çünkü...
***
1) Kemalizm, Atatürkçülükten evveldir...
Haziran 1934'te soyadı kanunu çıkmadan önce "Kemalizm" kavramı birçok yayında yer alıyor.
Yazı dizileri bile yapılıyor:
"Madem Sovyet Rusya'da
Leninizm, İtalya'da
Faşizm var; bizim de Kemalizm'imiz olsun" diyorlar. "
Kadro" dergisi (1932), Kemalizm'i tutarlı bir siyasi görüş haline getirmeye çalışıyor.
Yani "Kemalizm'in Atatürkçülüğü ideoloji haline getirmesi" gibi bir durum yok. Asıl olan Kemalizm, Atatürkçülük sonradan zuhur ediyor.
2) Kemalizm ideoloji oluyor da, Atatürkçülük niye olmuyor? Ekonomide devletin ve devletçiliğin rolü azaldıkça, "Atatürkçülük" kelimesinin kullanım sıklığı artmıştır. O da ideoloji, öteki de...
3) İdeolojiden kasıt "
devleti ve toplumu yönetme programı" ise... Atatürkçülüğün, Kemalizm'e kıyasla daha "
light", daha
burjuva", daha "
Batıcı" ve daha az politik olduğu doğrudur.
***
Sivillerden örnek verirsek:
İlhan Selçuk, Kemalist'ti. "
Asker otoriter bir rejim kursun, başbakanlığı ise bize bıraksın" çizgisindeydi.
Atatürkçü
Türkan Saylan ise "
Askerin vesayetinde ama seçimle gelmiş sivil hükümet" yanlısıydı.
Kritik nokta şu: Nilüfer Göle, (ısrarla) "analitik" değil de "
çocukluk anılarına dayanan" bir tanım yapmaya çalıştığı için, Atatürkçülüğün bünyesindeki
otoriter ve askerci yanı görmek istemiyor.
Halbuki önümüzde, kansız geçtiği için pek sevilen 28 Şubat darbesi var.
27 Mayıs (1960) Kemalist darbe ise,
28 Şubat (1997) da Atatürkçü darbedir.
***
Not 1: Soruların yönüne bakılırsa, malum çevreler Nilüfer Göle'den yeni
Şerif Mardin olmasını bekliyor.
"
Mahalle baskısı" uydurması artık tozlandı ya... Şimdi de "
endişeli modern çeşitlemeleri" deneniyor:
"Ünlü sosyologdan korku analizi!" Köpürt köpürtebildiğin kadar...
Not 2: Göle Hanım'ın çok ciddi bir hatası var. Eğer bir insan "korkuyorum" diyorsa; onun gerçekten de korktuğunu varsayıyor. Niye? Çünkü duygular yalan söylemezmiş.
Diyelim ki duygular yalan söylemez (ki biraz
Freud okuyan, bu iddiada bulunmaz) ama "
dil" yalan söyler.
"Korkuyorum" sözü, bir duygunun ifadesi değil, bir "
politik söylem". (İş başvurusuna "korkuyorum" diye yazanlar varmış!)
"
Laikçi-askerci" yani kısaca "
Atatürkçü orta sınıflar" bu söylemle donandı ve donatıldı.
İstanbul Nişantaşı, Ankara Gaziosmanpaşa ya da İzmir Alsancak'taki kafelere gidip kadın sohbetlerine kulak versin Göle... Kimsenin korktuğu, endişelendiği filan yok.
Oralardaki hakim duygular: Sinirlilik, öç alma arzusu, saldırganlık ve düpedüz nefret.
En çok da
, hayat tarzı aynı olmasına rağmen, kendileri gibi düşünmeyenlere kızıyorlar. (Laf attıkları filan söyleniyor. Korkan kişi böyle yapar mı?)
Göle bana inanmıyorsa,
Doğu Ergil'in "
Endişe, nefret ve saldırganlık: Bir listenin düşündürdükleri" başlıklı yazısını okusun bir zahmet. Baksın bakalım, nefret listelerini hangi kesim hazırlıyor? (Bugün, 15 Şubat)
Korkan insanlar,
nefret listesi hazırlar mı Nilüfer Hanım?