Cumhurbaşkanı Gül ve Meclis Başkanı Şahin gibi önde gelen siyasi simaların (karşı çıkan) demeçleriyle, "Başkanlık Sistemi" yeniden gündeme geldi.
Bunu tartışırken bir konuyu hep akılda tutmak gerek: Başkanlık sistemi, diktatörlük değildir.
Geçen gün bir kanalda konuşurken laf buraya geldi: Anladık ki spiker arkadaş başkanlık sistemini diktatörlükle ya da despotlukla karıştırıyordu.
Alakası yok! Başkan da modern devletin ve hukukun kurallarıyla sarmalanmış bir yöneticidir.
Çağdaş başkanları, orta ve ilk çağların astığı astık, kestiği kestik, dediği dedik krallarıyla karıştırmamak gerekir.
Bir kişi başkan seçilir... Dört yıl görev yapar... Belki bir kez daha seçime girer... Kazanırsa dört yıl daha koltuğunda oturur... Sekiz yılın sonunda da evine döner.
Bunun nesi diktatörlük?
(Fenerbahçe hariç! Böyle sistem olmaz! Başkanın görev süresinin makul bir biçimde kısıtlanması gerekir. Faraza 10 yıl yeter de artar bile...)
***
Ben
"tek adam kültürünün" yaygınlığı nedeniyle, bir tür başkanlık sistemini
ilke olarak savunuyordum.
Peki, başkanlık sistemi Türkiye'ye uyar mı? İşte o ayrı bir tartışma.
Bence
ABD tipi bir başkanlık sistemi Türkiye'ye uymaz. Çünkü hem siyasi geleneklerimiz, hem de kurumlarımız çok farklı.
Buna karşılık
Fransa tipi bir
"yarı başkanlık" sistemi olabilir. Ona geçişte de epey sıkıntı çekilir ama başkanlığa geçiş kadar sancılı olmaz.
Ben
"teorik açıdan" yarı başkanlık sisteminin olabileceğini düşünüyorum.
Ama yine de en kolayı, en zahmetsizi, en masrafsızı mevcut sistemde oynamalar yapmak olacaktır.
Örneğin cumhurbaşkanının yetkileri çok fazla... Yüksek yargı, hükümetin işlerine fazla karışıyor... Üstelik de yüksek yargının kendisi denetim dışı... Askeriyenin sistem içindeki konumu ise baştan sona problemli...
Pratik açıdan bakarsak: Bizim derinlikli reformlara ihtiyacımız var.
Başkanlık sistemine geçerken harcayacağımız enerjinin çok daha azıyla bu reformları yapabiliriz.