Bir süre önce Polis Akademisi hocalarından, Taraf gazetesi yazarı Doç. Önder Aytaç, özetle şöyle demişti:
"Alacaksınız Abdullah Öcalan'ı karşınıza. Diyeceksiniz ki: 'Eğer bir ay içerisinde bu terörü bitirmezsen, seni asarım!' Bakın bakalım bu olayların hepsi bitiyor mu, bitmiyor mu? O zaman geleceği kurtarabilirsiniz."
Aytaç'ın bu yorumu bazı kesimlerde ciddi rahatsızlığa yol açtı. Örneğin PKK yöneticilerinden Cemil Bayık, "Apo öldürülsün, diyenlere sesleniyorum; kimin öldürüleceği belli olmaz" dedi.
Tehditler sonucu Önder Aytaç, gazetedeki yazılarına "ara verdi".
***
Daha sonra Aytaç, söylediklerine şöyle bir "açıklık" getirdi:
"Derin yapının içinde, artık Öcalan'dan kurtulma konusunda çalışmaların yapıldığı bir süreçte, Öcalan'sız bir Kürt hareketinin düşünüldüğünü birkaç kanalda dile getirdim. Bunu, Öcalan'ın yok edilmesiyle oluşacak kaosa engel olmak için yaptım."
***
Abdullah Öcalan'ın derin devlet tarafından kullanıldığı yeni bir iddia değil. Sadece "Türkler" değil, birçok "Kürtçü" aydın ve siyasetçi de aynı şeyi söylüyor.
Bu oyunda... Derin devlet, Apo'yu... Apo ise PKK'yı yönetiyor... Sonuçta da, şehit cenazeleri Hükümeti zor durumda bırakıyor... Böylece demokratikleşme duruyor, tekrar askeri tedbirlere dönülüyor... Askerci yaklaşım da derin devletin dediğini yaptırmasına yol açıyor...
Yani hapisteki Öcalan, derin devletin elindeki
en önemli koz... İşin ilginç yanı,
"savaşı sürdürmek isteyen" örgüt yöneticileri için de aynı şey geçerli: Yani Öcalan'ın hapisteki varlığı onların da kozu...
İki taraf da politikasını
"Apo üzerinden" yapıyor.
***
Bugün Kürtler arasında,
"Savaşmaya gerek kalmadı... Artık haklarımızı yasal mücadeleyle alabiliriz" diyen birçok siyasetçi, işadamı ve aydın var.
Ancak bu
"barışçı" kesim ne zaman sesini yükseltmeye kalkışsa,
"Haddini bil, sen önderliğin iradesine karşı mı geliyorsun" diye baskılanıyor.
"Türklerin" samimiyetsizliğine örnek olarak da PKK kamplarını vuran uçaklar veriliyor...
Halbuki o uçaklar, PKK saldırdığı için havalanıyor...
Peki PKK'yı saldırtan kim? Apo ve çevresindeki
"mesajcılar". Ama onları harekete geçiren de derin devletteki kuklacılardan başkası değil...
Acayip bir sarmal, değil mi? "Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan" meselesi...
***
Tavuk dedik de... Eğer bu senaryo doğruysa... Derin devlet, sadece
"bir" referandumu ya da
"bir" seçimi kazanmak için Apo gibi harika bir kozu feda eder mi?
Yani kaz gelecek yerden, tavuğu esirger mi?
1) Şu ana kadar ele aldığımız
birinci senaryoda Apo'nun buharlaşmasını derin devlet istemez.
Çünkü böyle bir olay meydana geldiğinde kaos çıkacak, Türkiye ciddi biçimde sarsılacaktır.
Ama bir kereliğine...
Belli bir dönem için...
O gerilimli dönemin ardından, milliyetçi Kürtlerin zihni serbest kalacak.
Öfkeleri dindikten sonra insanlar Apo üzerinden değil, kendi akıllarıyla konuşacak.
Örgütte parçalanmalar olacak, şiddet yanlısı
"dağcılarla", siyaset yanlısı
"ovacılar" ayrışacak...
***
2) Gelelim
ikinci senaryoya:
Soru: Peki derin devlet, Apo'yu ne zaman yok etmek ister? Altın yumurtlayan tavuğu hangi şartlarda keser?
Cevap: Apo kozunu elinden kaçırırsa!
Yani: Apo'nun denetimi
demokratik güçlerin eline geçerse, yumurta-tavuk sarmalı kırılacağından,
"Bana yar olmayan, başkasına da yar olmasın" mekanizması işleyecektir.
Hukuk devletine, insan haklarına, demokratik cumhuriyete,
Avrupa Birliği'ne inananlar, Apo'nun öldürülmesini kabul etmez.
Yani Apo'ya bir şey olursa, katil uşak değil.
Bu yazının amacı sadece konuyu irdelemektir. Başka bir niyet aramayın.