Bir ara kafayı 1945-1950 dönemine takmıştım. Bildiğiniz gibi tek partiden çok partiye, şeflik rejiminden demokrasiye geçiş yıllarıdır.
Çok acayip olaylar meydana gelmiştir; kimi komik, kimi trajikomik, kimi trajik...
Sorunların temel nedeni... 1923'ten beri ülkeyi hesap vermeden yönetmeye alışmış CHP'lilerin... Tek parti iktidarlarının avantajlarından vazgeçmeye yanaşmamasıdır.
Kolay değil tabii:
Osmanlı hanedanını kovmuşsun... Halifeliği kaldırmışsın... Kürtleri ve Alevileri kesmişsin... İşçileri ezmişsin... İttihatçıları darağacına göndermişsin... Kurtuluş Savaşı'nı yürüten komutanları ve aydınları ya evine kapatmışsın ya da yurt dışına kaçırmışsın... Komünistleri, Türkçüleri, liberalleri, dindarları, feministleri sindirmişsin... Partileri, dernekleri kapatmışsın...
Ordu senin... Polis senin... Yargı senin... Her türlü muhalefetin canına okumuşsun. Ama sonra...
***
Milli Şefin, kalkmış, "dünyada demokrasi rüzgârları esiyor, Batı âlemiyle birlikte hareket etmeliyiz, çok partili rejime geçiyoruz" sinyalini vermiş.
Bunun üzerine kendi partinin içinden çıkan milletvekilleri, senin karşına dikilip, iktidara aday olmuş.
Al başına belayı!
O günlere ilişkin sürüyle hatıra ve inceleme okudum. En çok güldüğün olay 1945'teki San Francisco Konferansı'na giden Türk heyetinin yaptığıdır.
46 ülke, faşizmi yenenlerin öncülüğünde, 25 Nisan ile 26 Mayıs arasında bir araya gelerek Birleşmiş Milletler teşkilatının kurulmasını konuşuyor. Herkes demokrasiden, özgürlükten, barıştan söz ediyor.
Biz ise savaş boyunca Almanya'ya göz kırmış, Churchill'in cephe davetine ayak diremiş bir yarı-diktatörlükten başka bir şey değiliz.
Son anda usulen Almanya'ya savaş ilan ederek, kapağı Batı'ya atmaya çalışıyoruz.
Türk heyeti oraya "Valla biz de demokrasiye geçeceğiz" sözünü vermek üzere gitmiş.
Bir şeyler yapmalı. Ama ne?
Derken parlak fikir bulunuyor. Türk heyeti konferans başkanlığına bir öneri götürüyor. Diyorlar ki:
"Bu muhteşem konferansa ev sahipliği yapan kentin adı, 'GÜZEL San Francisco' olarak değiştirilsin."
Kimse takmıyor tabii.
Şehrin adı olduğu gibi kalıyor.
Aklıma geldikçe gülerim.
***
Evet. Akademik çalışma yapmadım ama o dönem hakkında epey okudum.
Ama nedense Başbakan Erdoğan'ın Aziz Nesin'den alıntıladığı o muhteşem metni atlamışım.
Meğer Aziz Nesin, Zincirli Hürriyet dergisinin 5 Şubat 1948 tarihli ilk sayısında Gençliğe Hitabe'yi dönemin faşistlerine uyarlamış.
"Ey Türk faşisti, birinci vazifen, Türk matbaalarını yıkmak, makineleri ısırmak, demirleri dişleyip duvarlara asmaktır..." diye söze başlıyor Aziz Nesin...
Hitabını, "Ey faşist yumurcakları, işte bu ahval ve şerait içinde dahi bütün bu yapılanları kafi görmeden, vazifen matbaaları yıkmak, makineleri ısırmak, namuslu vatanperverleri parçalamaktır. Muhtaç olduğun kazma, balta Halk Partisi'nin ambarlarında mevcuttur..." diye de bitiriyor.
***
Bazen bana, "tek parti dönemiyle niye uğraşıyorsun" diyorlar. Niye uğraşmayayım? Tüm siyasi sıkıntılarımızın temeli o zaman atıldı.
1925'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası kapatıldığında dönemin CHP'lileri alkış tuttu mu? Tuttu!
Bugün AKP kapatılsa aynısını yaparlar mı? Yaparlar.
Ee, daha ne konuşuyorsunuz?
Tekrarlıyorum: Yeniçerilerin vesayeti son bulmadığı sürece, CHP de gerçek bir parti olamaz.