Dünkü Radikal gazetesinin manşetinde, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'in açıklamaları yer alıyordu. Birkaç noktasına değinmek isterim.
Gerçeker'in, Murat Yetkin'e söyledikleri arasında şunlar var:
* Parti kapatmak demokrasiye bir şey kazandırmıyor. Gerekirse kişiler cezalandırılmalı.
* Askeri mahkemeler sadece askeri suçlara bakmalı. Siviller askeri mahkemede yargılanmamalı.
* Yargıç devleti (jüristokrasi) olmamalı. Yargıçlar kendini yasama ve yürütmenin yerine koymamalı.
* Anayasa'nın bu ilkelere uygun olarak değişmesi gerek.
***
Bunlar güzel sözler.
Ancak diğer bazı konularda sorun var:
Herhalde Gerçeker şimdiye kadar kullanmadığı kadar çok "tarafsızlık" kelimesini, Yetkin ile konuşurken dile getirmiş.
Mülakatta "bağımsızlık" ve "tarafsızlık" kavramlarını hep bir arada telaffuz ediyor. Niye?
Hasan Gerçeker, ısrarla "Bağımsızlığı anladık, peki ya tarafsızlık ne olacak" itirazı karşısında böyle konuşuyor.
Ancak kelime olarak kullansa da, tarafsızlığa pek inanmadığını satır arasında gösteriyor.
Şu cümle ona ait: "Bağımsızlık ve tarafsızlık birbirine bağlı kavramlar. Bağımsızlık olmadan tarafsızlık olur mu?"
İşte yanılgı tam bu noktada:
Bazı hukuk çevreleri, tarafsızlık kavramını "bağımlı değişken" gibi sunuyor.
Bildiğiniz gibi "bağımlı" değişken, "bağımsız" değişkene göre hareket eder. (Sıcaklık artarsa terleriz.) Halbuki yargıdaki tarafsızlık, bağımsızlığın türevi ya da sonucu değildir.
"Bağımsızlık eşittir tarafsızlık" şeklindeki denklem aldatıcıdır.
Bağımsız yargının aynı zamanda tarafsızlığı garantilediğini kimse söyleyemez.
Hatta tam tersi geçerlidir: Belli bir ideolojiye angaje olmuş bir yargıcın ya da savcının bağımsız kalması, onu daha da tarafgir yapar.
O halde tarafsızlık ve bağımsızlık, yargıda ayrı kavramlar olarak ele alınmalıdır.
***
Gelelim yüksek yargı üyesi yargıç ve savcıların seçilme usulüne...
Yeni tasarıda, yargı bürokrasisi dışından da (Meclis, barolar, üniversiteler) üye seçilebiliyor.
Gerçeker buna karşı çıkıyor: "Bazı yargıçlar ve savcılar, seçilebilmek için siyasetçilerle ilişki kurabilir, bu da yargıyı zedeler" diyor.
Tamam ama şimdi de mevcut kast sistemine kendilerini beğendirmeye çalışıyorlar.
"Sen beni seç, ben seni seçeyim" şeklinde işleyen "al gülüm, ver gülüm" mekanizmasına tabi oluyorlar.
Bence mevcut sistem daha kötü: Çünkü sürekli aynı tipte kararlar alan bir kastlaşma yaratıyor.
Halbuki Adalet Bakanlığı'nın tasarısı, "üçte bir" gibi bir oranda üyenin "dışarıdan" seçilmesini sağlayarak, yargı zihniyetinde yenilenmeyi ve çeşitlenmeyi öngörüyor.
***
Bazı olumlu sözlerine rağmen Gerçeker'in asıl amacı, adalet bakanının ve müsteşarın, HSYK'dan çıkmasını sağlayarak "yüzde 100 bağımsız" bir yargı yaratmak.
Kendi fikrine destek olarak da AB'nin ilgili raporlarını gösteriyor.
Tamam da... Hiçbir AB ülkesinde yüksek yargı üyeleri Gerçeker'in arzuladığı biçimde seçilmiyor.
Oralarda cumhurbaşkanı, hükümet, meclis, partiler, barolar, üniversiteler gibi kurumlar yüksek yargıya üye gönderiyor.
Gerçeker ise olayın bu yönünü bilerek gizliyor. Üye seçiminde şimdiki bürokratik sistemi sürdürmeye çalışırken, toplumun tek temsilcisi olan adalet bakanını da dışarıya atmaya uğraşıyor.
Buna "Ne yardan geçer, ne serden" denir. Özverisiz kazanç sağlama çabasının, halk arasında mutlaka başka anlatım biçimleri de vardır.