'Alt ve üst kimlikler' ile 'farklı grupların çimentosu' gibi konular tartışılırken konuya birçok açıdan yaklaşıldı:
Başbakan Erdoğan birleştirici unsur olarak dinin önemini vurguladı. Mesela Emre Kongar dün kimlik biçimlerini 5 kategoride toparlamıştı: 1) Aile kimliği, 2) Coğrafya kimliği, 3) Din-mezhep kimliği, 4) Irk-milliyet kimliği. 5) Vatandaşlık kimliği. Ona göre esas olan vatandaşlık kimliğiydi. (Cumhuriyet) Bu arada, biraz uçukluk yaparak, 'Üst kimliğim İstanbulluluktur' diyenler de çıktı.
Merak ediyorum: Neden etnik gruplardan, vatandaşlıktan, dinden bu kadar çok söz ediyoruz da... Türkçe'ye pek az vurgu yapıyoruz.
Bülent Ecevit'in 1947'de Londra'da yazdığı ünlü dizelerini hep eksik bulmuşumdur: "O Boğaz'dan bahseder/ Sen rakıyı hatırlarsın/ Yunanlıyla kardeş olduğunu/ Sıla derdine düşünce anlarsın..."
Burada, Kongar'ın sınıflamasından hareket edersek, 'coğrafi kimliğe' atıf var. Güzel de nasıl anlaşacağız? Belli ki Ecevit zamanında Yunan arkadaşıyla İngilizce konuşmuş. İyi de sıradan bir Türkiye vatandaşı ne yapacak?
Namazdan sonra sohbet etmek için de... Evlenmek için de... Ticaret yapmak için de ortak bir dile ihtiyacımız yok mu? O da Türkçe değil mi? Az sayıdaki Kürt'ü (ki çoğu yaşlı kadındır) saymazsak bu halkın ortak dili Türkçe.
Kendimi aldatmıyorum: 'Ortak kimliğimiz dildir' demiyorum. Sadece tartışmalarda Türkçe'nin adeta yok sayılmasını anlamıyorum. Onu 'millet' kavramının içine hapsetmek doğru mu? Sanmıyorum...