Size şöyle bir başlık versem, altını nasıl doldurursunuz: "Yeni Bir Çağın Eşiğinde... Eğitimde Yeni Arayışlar..."
Herhalde öncelikle 'yeni çağ' tabirinin ne anlama geldiğini düşünürsünüz. Nedir yeni çağ?
Kaba hatlarıyla ortaya koyalım... Bilgisayardan cep telefonuna, internetten uydulara, bilişim teknolojilerindeki baş döndürücü gelişim, sermayenin dünya ölçeğinde son derece hızlı bir biçimde hareket etmesini sağladı. Bu sürece küreselleşme diyoruz.
Kapitalizm eskisinden çok daha etkin bir biçimde geri üretim biçimlerini yıkıp geçiyor. Küreselleşmeye ayak uyduramayan devletler, artık ulusal ekonomilerini avuçlarının içinde tutamıyor.
***
Gelelim eğitim konusuna... Lise ya da üniversiteden mezun olan bir genç nerede çalışır: 1) Kendi işini kurar ya da ailesinin yanında çalışır. 2) Devlette çalışır. 3) Özel sektöre girer.
Eskiden Türkiye'de devlet en önemli iş verendi. Artık değil. Özel sektör öne geçti. Dolayısıyla eğitim, devletin taleplerine göre değil, piyasanın taleplerine göre düzenlenmeli.
Piyasa ekonomisi; ideolojilere ve inançlara fazla önem vermez. Bir sanayiciyi ya da bankacıyı hayal edin. Yeni mezun bir genç ondan iş istediğinde Milliyetçi ya da Müslüman olduğu için mi işe alır, yoksa becerilerine göre mi?
"Abi internetten anlamam, bilgisayar kullanamam, İngilizce bilmem ama acayip milliyetçiyim, vatanımı, milletimi çok severim" diyen bir genci niye işe alsın? Onların, Çin mallarıyla rekabet ederken firmaya avantaj sağlayacak genç yeteneklere ihtiyacı var. Önce iş, sonra inanç! Önce liyakat, sonra sadakat!
***
Bütün bunları niye mi yazdım? 9'uncu Abant Platformu'nun Eğitim Sosyolojisi ve Felsefesi Komisyonu bir sonuç bildirgesi açıkladı. "Bilmem ne uygulaması 6'ncı sınıfta mı başlasın, yoksa 8'inci sınıfta mı" gibi kimi teknik noktaları hariç tutarsanız, internetten söz dahi etmeyen bu bildirge, faraza 10-15 yıl önce de kaleme alınabilirdi.
Varsa yoksa milli değerler, varsa yoksa dini değerler. Biliyorsunuz; ben ne milli değerlere karşıyım, ne de dini değerlere. Ama millet ve din diyerek 'iş' yapılmaz.
Ama siz, 'eğitimde yeni arayışlara' yelken açması beklenen bir komisyonu; bürokrat zihniyetli (nihayetinde hepsi '657' yani devletin elemanı), piyasadan anlamayan, anlasa dahi devlete öncelik veren, tutucu akademisyenlerle doldurursanız... Alacağınız sonuç işte budur! Ortaya çağın gerisinde kalmış bir metin çıkar.
***
Cumartesi günü Erzurum'a gelen Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'i dinledim. Siyasetçiler genellikle muhafazakârdır ve 'yuvarlak' laflar ederler. Ama Çelik öyle şeyler söyledi ki söz konusu bildirgeden ve yüzü geçmişe dönük 657'lilerden fersah fersah ilerideydi, yenilikçiydi ve kapımıza dikilen büyük değişim dalgasının bilincindeydi. Eğitimde hükümetten dahi geri bir pozisyona sahip olana aydın denir mi?
Geleceğimizi şekillendirmekte olan piyasayı, küreselleşmeyi, medyalaşmayı, interneti, genetik çalışmaları hiç mi hiç dert edinmeyen (belki farkında dahi olmayan); demokrasiye ve liberal değerlere vurgu yapmayan, ağacın dallarıyla uğraşmaktan ormanı göremeyen bir eğitim anlayışı olur mu?
Velhasıl: Bildirgeden buram buram küf kokuları yükseldiği için imzamı çektim. Haberiniz olsun.