Şanlıurfa Havaalanı'nda Ankara uçağını beklerken 'Gap Cafe'de oturuyoruz... Kafeyi işleten Bekir Palalı son derece şirin bir insan. Kahveleri kenarında sarı lacivert süsler olan fincanlarda getirdi ve sordu: "Fincanlarım nasıl ama..."
"Benim gibi bir Fenerli için iyi de, hanım BJK'li" dedim. "Olsun, onlar bizim kardeşimiz" dedi. Ve kıkır kıkır güldü.
Sordum: "Duydun mu, Fatih Terim görevi bıraktı." Yine gevrek gevrek güldü: "Biliyorum. Biz, G.Saraylılar'dan daha çok üzüldük." Niye? "O bizim neşemizdi. En kötü zamanımızda yeniyorduk, keyfimiz yerine geliyordu."
Bu işin şaka tarafı. Gelelim gerçeklere.
Fatih Terim bundan bir buçuk yıl kadar önce G.Saray'ın başına geçtiğinde... Lucescu ile yarışa gireceğine... Ligde ve Avrupa'da hemen başarı arayacağına...
Lafı dolandırmadan şöyle deseydi:
"Yeniden yapılanma dönemini başlatıyorum. İki yıl hiçbir şey beklemeyin. Ancak ondan sonra, 2005'te, 100'üncü yılımızda benden hesap sorun..."
Evet, işte böyle deseydi, camiasından taraftarına hangi G.Saraylı itiraz ederdi? Terim'e duyulan güven ve hocanın karizması çatlak sesleri keserdi.
Ondan sonra da 20 yaş civarındaki gençleri alsaydı... Yeni Emreler, yeni Okanlar yaratmak üzere çalışsaydı... Bugün elinde umut veren, üstelik de ucuza kurulmuş bir takım olmaz mıydı? Bütün G.Saraylılar da, "Hoca geleceğimizi yaratıyor" demez miydi?
'Geçici' de olsa 'acil' başarı arzusu Kanarya'nın başındaki en büyük illettir. Ancak sabırsız F.Bahçeliler dahi beklemeyi az çok öğrendi. Artık alt yapısız, plansız, programsız başarı olmadığını herkes biliyor.
Tam da böyle bir dönemde G.Saray'ın ve Fatih Terim'in 'Fenerlileşmesi' ne kadar garip bir durum!