Hollanda tarihi hakkında...

Kuzey denizi kıyılarında, büyük bir kısmı insanların çabasıyla denizden kazanılan topraklar üzerinde kurulmuş, asıl adı Nederland olan (Fr. Pays-Bas, İng. Holland, Osmanlı Türkçesi Felemenk) bu ülkenin yüzölçümü 41.526 km2, nüfusu 15.300.000'dir (1993). Meşrutî krallıkla yönetilen Hollanda'nın başlıca şehirleri Amsterdam (713.407), Rotterdam (596.023), Den Haag (La Haye, The Hague; 444.661) ve Utrecht'tir (234.170). Bunlardan Amsterdam resmen başşehir olmakla birlikte krallık sarayı, parlamento ve hükümet Den Haag'da bulunmaktadır.

I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA
Ülkenin hemen her tarafı düz ovalarla kaplıdır; sadece güneydoğu uçtaki Limburg bölgesinde 300 metreyi aşan tepeler bulunur. Genel görünümün başlıca özelliği su ile karanın iç içe olması ve birbirini tamamlamasıdır. Aslında doğal çevre büyük ölçüde yapaydır. Çünkü halk, her yanını kaplayan sularla yüzlerce yıldır sürdürdüğü mücadeleyi kazanmış ve yer yer denizden toprak elde etmiştir; yüzey şekillerinin sade bir görünüşte olmasının sebebi de budur. Deniz kıyısından içeri doğru girilirken önce kıyıdaki kumullarla karşılaşılır. İlk kumul şeridinin ötesinde ırmakların taşıdığı alüvyonlardan oluşan geniş ovalar yer alır. Böylece bir yandan alüvyonlar, bir yandan insanlar tarafından doldurulan alanlar ülkeye yeni topraklar kazandırmıştır. Deniz seviyesinden birkaç metre aşağıda bulunan ve toplam yüzeyin % 40'ını teşkil eden bu alanlara "polder" adı verilir.

İklim bakımından Hollanda, Batı Avrupa'nın okyanus iklimiyle Orta Avrupa'nın kara iklimi arasında bir geçit bölgesi oluşturur. Kuzeybatı Avrupa'nın öteki ülkelerinde görülen Kuzey denizinin yumuşatıcı etkileri burada da hissedilir. Yalnız okyanus iklimi karakterinde bazı değişiklikler söz konusudur; meselâ en sıcak ve en soğuk aylar arasındaki farklar büyük, dolayısıyla yaz ve kış mevsimleri daha belirgindir. Yıllık yağış tutarı ülkenin her tarafında 70 cm. civarındadır ve bütün aylara düzenli bir biçimde dağılmıştır. Başlıca ırmaklar Rhein (Ren), Meuse ve Schelde'dir. Bunların en önemlisi olan Rhein ülkeye doğudan Almanya topraklarından girip Waal ve Lek adlı iki kola ayrılır; ünlü Rotterdam Limanı Lek mansabının yakınındadır.

Hollanda nüfus yoğunluğu (km2 başına 447 kişi) açısından dünyanın en önde gelen ülkelerinden biridir. En kalabalık kesim, nüfus yoğunluğunun yer yer km2 başına 1000 kişiyi geçtiği Amsterdam ile Rotterdam arasıdır. En tenha yerler ise ülkenin kuzeydoğusundaki buzulların taşıdığı kum ve çakıllarla örtülü olan bölgelerdir. İstatistiklere göre nüfusun % 96'sı Felemenkçe, geri kalanı ise yoğunluk sırasıyla Frizonca, Türkçe ve Arapça konuşmaktadır; öteki Avrupa dillerini konuşanların sayısı bunlara göre çok daha azdır. Aynı istatistikler nüfusun % 36'sının Katolik kilisesine, % 19'unun Hollanda Reform kilisesine ve % 9'unun da başka Protestan kiliselerine bağlı olduğunu göstermektedir. Müslümanların oranı yaklaşık % 3, herhangi bir dine mensup olmayanların oranı ise % 33'tür.

Hollanda, küçük arazisinden mümkün olduğu kadar çok ürün elde etmeye çalışan bir ülkedir. Bunun için fevkalâde ileri gitmiş metotlarla yüksek verimli tarım yapılır. 1990'lı yıllara ait rakamlara göre şeker pancarı ile (8.623.000 ton) patates (7.036.000 ton) en çok yetiştirilen ürünlerdir; bunların arkasından 1 milyon tonluk üretimle buğday gelir. Güneydoğudaki Limburg bölgesinde daha çok tahıl, yem bitkileri ve patates tarımı, orta kesimde ise meyvecilik, sebzecilik ve dünyaca ünlü çiçek yetiştiriciliği yapılır. Kuzey ve kuzeybatıdaki polder alanlarında hayvancılık önem kazanmıştır. Hollanda'da beslenen inekler süt verimi bakımından dünyada birinci sırayı alır. Bunun sonucu olarak tereyağı, peynir ve diğer sütlü mâmullerin üretimi çok ileri gitmiştir ve bu ürünlerin dış satımlarından büyük gelir sağlanır. Diğer bir önemli gelir kaynağı da ileri teknolojiyle yapılan açık deniz balıkçılığı ve buna dayanan gıdakimya sanayiidir.

1970 yılında milletlerarası anlaşmalarla Kuzey denizindeki 56. enleme kadar ulaşan petrol alanlarından birini elde etmesinden bu yana Hollanda önemli ölçüde petrol işletmeciliğine katılmaktadır; ayrıca geniş doğal gaz rezervlerine sahiptir. Yer altı kaynakları açısından pek zengin olmayan ülkede yüzyıllardan beri sömürgecilikten kazanılan sermaye birikimi sayesinde çok çeşitli bir endüstri hayatı doğmuştur. Endüstri kolları arasında gemi inşa sanayii ön sırayı alır; en büyük tersaneler Rotterdam'dadır. Diğer önemli sanayi kolları ise demirçelik, uçak, makine, elektrikli araç yapımları, petrol tasfiyesi, kimyevî madde üretimi ve dokumacılıktır. Seramikçilik ve elmas tıraşçılığı gibi bazı geleneksel endüstri kolları da hâlâ önemini korumaktadır. Süt mâmulleri başta olmak üzere çeşitli gıda maddeleri, endüstriyel makineler ve araçlar, kimyasal maddeler ve yakıtlar, metal ve dokuma ürünleri başlıca ihraç mallarıdır. Dış ticarette sırasıyla Almanya, Belçika, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa önde gelir. İthalatta en önemli yeri çeşitli ham madde ve gıda ürünleriyle içecek, tütün ve bitkisel yağlar alır. Ülkenin önemli gelir kaynaklarından biri de turizmdir. Yılda 4 milyondan fazla turist burayı ziyaret eder. Hollanda 5 milyon tonilatoluk bir deniz ticaret filosuna ve okyanus aşırı seferler yapan güçlü bir hava yolları filosuna (KLM) sahiptir.

II. TARİH
Bugünkü Hollanda topraklarının da dahil olduğu Felemenk bölgesinin ilk sakinleri Keltler, Batavlar, Frizler ve çeşitli Germen kavimleriydi. Romalılar milâttan önce I. yüzyılda bölgeye geldiklerinde Keltler Rhein (Ren) nehrinin güney ve batısında, Frizler ve Batavlar ise kuzeyinde yaşıyordu. Frizler üzerinde hâkimiyet kuramayan Romalılar öteki kesimlerde Belçika Galyası adıyla bir eyalet oluşturdular (m.ö. 15). Bölgeye hâkim olan Roma idaresi, ekonomik sebepler ve bilhassa kuzeyden gelen Germen istilâları yüzünden III. yüzyıl ortalarından itibaren sarsılmaya başladı. Nihayet büyük Germen istilâsı (406-407) sırasında tamamen son buldu. Felemenk bölgesi Germen kavimlerinden Saksonlar'ın ve Franklar'ın eline geçti. Saksonlar, ileride Hollanda'yı oluşturacak toprakların doğusuna yerleşirken Franklar güneydeki toprakları ele geçirerek V. yüzyılda Frank Krallığı'nı kurdular. Saksonlar ve diğer Germen kavimleri, Franklar'ın siyasî üstünlüğüne ve hıristiyanlaştırma faaliyetlerine karşı uzun süre direndilerse de Charlemagne bütün Felemenk bölgesini Frank Krallığı'na bağlamayı başardı. Frank İmparatorluğu döneminde bölgede birtakım kontluklar ve piskoposluklar kuruldu. İmparatorluk Dindar Ludwig'in ölümünden (840) sonra parçalanınca Felemenk ülkeleri Saksonlar'ın başında bulunduğu Doğu Frank Krallığı'na bağlandı (925). Bu sırada kuzeyden gelen Viking saldırılarına karşı koyan kontların ve piskoposların gücü arttı. Küçük feodal birimleri birleştirerek bölgelerinde nüfuz kazanan bu kontluklar XI. yüzyıldan itibaren bağımsız bir yapı kazanmaya başladılar. Bu küçük devletlerin başlıcaları Flandre Kontluğu ile Felemenk kontlukları adı verilen Hainaut (Henegouven), Namus (Namen), Loon, Holland, Zeeland, Gelderland (Guelders), Brabant ve Limburg düklükleriydi. Liége ve Utrecht piskoposlukları ise kiliseye bağlı devletlerdi. Flandre dışındaki devletler kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nun nüfuzu altında bulunuyordu. Bu imparatorluğun zayıflamasından sonra bölge özellikle XIII. yüzyılda İngiltere ve Fransa krallarının mücadelesine sahne oldu. İngiltere ile olan ticarî ilişkiler bölgenin Fransız yönetimine girmesini bir süre önledi. Bu arada bölgede oluşan otorite boşluğunu doldurmak için mahallî kontluklar arasında yoğun bir nüfuz mücadelesi başladı.

Flandre Kontluğu'nu evlilik yoluyla ele geçiren (1384) Burgonya Dükü II. Philippe, Felemenk'te Fransız tahtından bağımsız bir hâkimiyet kurdu. Daha sonraki dükler de savaş, aile ilişkileri ve satın alma yoluyla diğer kontlukları hâkimiyetleri altına almak suretiyle Burgonya topraklarını genişlettiler. Fakat mahallî devletler arasındaki çatışmaları ve bağımsızlık eğilimlerini ortadan kaldıramadılar. Burgonya (Bourgogne) hânedanı, Felemenk ülkelerini sıkı denetim altında tutmak için bir genel vali tayin etti. Bu merkezî yönetim özellikle Charles döneminde (1467-1477) etkili bir yapı kazandı. Charles'in kızı Marie zamanında (1477-1482) Burgonya Fransız tahtına bağlanırken Felemenk devletleri de eski imtiyazlarının bir kısmını geri aldılar. Marie, Habsburg hânedanından Avusturya Arşidükü I. Maximilian ile evlenince Felemenk ülkelerinin yönetimi de Avusturya Habsburgları'na geçti. Marie'nin I. Maximilian'dan olma oğlu I. Felipe Felemenk prensi ilân edildi. I. Felipe evlilik yoluyla İspanya tahtını ele geçirince Felemenk ülkelerinin yönetimi de İspanyol Habsburgları'nın eline geçmiş oldu.

Felipe'nin oğlu I. Carlos (V. Karl) Kutsal Roma-Germen imparatoru seçilince (1519) Felemenk'i akrabalarından seçtiği genel valilerle yönetmeye başladı. V. Karl, imparatorluğu kardeşi Ferdinand ve oğlu II. Felipe arasında paylaştırdığında Felemenk II. Felipe'nin idaresi altındaydı (Ekim 1555). Koyu bir Katolik olan II. Felipe'nin dinî ve siyasî baskıları Felemenk'te bir muhalefetin oluşmasına sebep oldu. "Geuzen" olarak bilinen Calvinci bir grup İspanyol idaresine karşı silâhlı bir mücadele başlattı (1566). Felipe düzeni sağlamak için şiddete başvurunca Felemenk'te I. Willem'in önderliğinde silâhlı ayaklanma başlatıldı. İspanyol kuvvetlerine karşı güçlü bir direniş gösteren Calvinci Geuzen birlikleri Holland'da denetimi ele geçirdiler (1572). Ülkenin diğer kesimlerinde de silâhlı ayaklanmalar başladı. Katolikler'le Protestanlar arasındaki çatışmalar 1576'da yapılan Gent uzlaşmasıyla giderilmeye çalışıldıysa da ülkenin ikiye bölünmesi önlenemedi. Güneydeki Katolik eyaletler Arras (Artois) Birliği altında İspanya'nın hâkimiyetini tanırken kuzeydeki Protestan eyaletler Utrecht Birliği'ni oluşturarak bağımsız bir devlet halinde ortaya çıktı (1579).

Utrecht Birliği'ne temel oluşturan antlaşma askerî bir ittifaktı; ayrıca daha yakın bir siyasî iş birliğini öngörüyordu. Bu çerçevede iç işlerinde bağımsız olan eyaletler dış işlerinde, savaş, savunma ve vergi konularında beraber karar alacaklardı. Birlik önce Holland, Zeeland, Utrecht, Gelderland ve Zutphen arasında oluşturulduğu halde daha sonra Overijssel, Friesland, Graningen, Anvers, Brada, Gent, Brugge ve Ypers de (Ieper) birliğe katıldı. Böylece Birleşik Eyaletler Cumhuriyeti (Felemenk Cumhuriyeti) adıyla bağımsız bir devlet ortaya çıkmış oldu. Her eyalette fiilî yönetimi kral nâibi sayılan valiler üstlendi. Yönetimde asıl güç, şehirleri ve toprak sahibi soyluları temsil eden eyalet meclislerinin elindeydi. Eyalet meclislerinden seçilen üyelerden oluşan genel meclis merkezî yönetimi temsil ediyordu.

Genel meclis, 1581'de İspanya'nın Felemenk üzerindeki hâkimiyetine karşı mücadele başlattı ve Fransa'dan yardım almak amacıyla kralın kardeşini hükümdar ilân etti. Fakat dük yönetime el koymaya kalkışınca tepkiyle karşılandı ve Fransa'ya dönmek zorunda kaldı (1583). Felemenk ayaklanmasının lideri Willem'in ölümü (1584) Felemenk bütünlüğünü sağlama ümidini ortadan kaldırdı. Genel meclis İngiltere'den destek sağlamak için Leicester dükünü genel valiliğe tayin etti (1586). Dükün Felemenk'te mutlak bir hâkimiyet kurmaya teşebbüs etmesi Holland tarafından engellendi (1587). Bu gelişme, Utrecht Birliği'nin yabancı korumasından vazgeçerek bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkışında önemli bir dönüm noktası oldu. Eyaletler içinde en zengini olan ve Oranje hânedanından gelen valiler tarafından yönetilen Holland kısa zamanda hem genel meclise hem de ülke yönetimine hâkim oldu. Genel meclis Brüksel'den Holland'daki Lahey'e taşındı.

İspanya'ya karşı başlattığı askerî harekâtı başarıyla tamamlayan genel meclis İspanya'nın Felemenk ülkeleri üzerindeki hâkimiyetine son verdi (1588). Fransa ve İngiltere genel meclisi bağımsız devlet olarak tanıdılar. İspanya ile Birleşik Felemenk Cumhuriyeti arasında da 1609'da ateşkes imzalandı. Fakat 1618'de başlayan mezhep çatışmaları yüzünden 1621'de iki ülke arasındaki savaş yeniden başladı. Nihayet mezhep savaşlarını sona erdiren Vestfalya (Westfalen) Antlaşması ile (1648) İspanya da Felemenk Cumhuriyeti'ni resmen tanıdı. Bundan sonra Holland eyaletinin diğer eyaletler üzerindeki hâkimiyeti daha da güçlendi. 1651'de toplanan genel mecliste eyaletler Holland'ın liderliğini kabul ettiler.

Felemenk Cumhuriyeti XVII. yüzyılda ticaret ve gemiciliğin gelişmesiyle hızla zenginleşti. Avrupa ve dünya siyasetinde büyük bir ağırlık kazandı. 1602 yılında kurulan Birleşik Doğu Hindistan Şirketi (Vereenigde Oost-Indische Compagnie) kısa sürede baharat ticaretini ele geçirdi. Bu şirket aracılığı ile Seylan (Sri Lanka), Cava, Sumatra ve Güney Afrika'da sömürgeler, 1623'te kurulan Batı Hindistan Şirketi aracılığı ile de Brezilya Guyana'da topraklar elde edildi. Ekonomik gelişmeye paralel olarak güçlenen varlıklı tüccar ve bankerler aristokratik bir cumhuriyetin temellerini attılar. Calvincilik resmî mezhep kabul edildiği halde diğer Protestan mezheplerine, Katolikler'e ve yahudilere de bazı haklar tanındı. Ancak Felemenk Cumhuriyeti bu durumunu XVIII. yüzyılda koruyamadı. Ticareti ve deniz taşımacılığını İngiltere'ye kaptırması ekonomik hayata durgunluk getirirken cumhuriyetçi sistem de oligarşik bir yapı kazandı. Avusturya veraset savaşları sırasında (1740-1748) Fransa ve Prusya'nın Felemenk Cumhuriyeti'ne saldırmaları cumhuriyetçi oligarşinin gücünü sarstı. Cumhuriyette başlayan karışıklıklardan faydalanan Prusya, Felemenk Cumhuriyeti'ni işgal etti (1786). Pek çok ihtilâlci Fransa'ya sığındı.

Fransız İhtilâli'nden (1789) sonra Fransız ordularının istilâsına uğrayan Felemenk toprakları üzerinde Fransız himayesinde Batav Cumhuriyeti kuruldu (1795). Fransa'da imparatorluğunu ilân eden Napolyon (1805) Hollanda Krallığı'nı kurarak başına da kardeşi Louis Bonapart'ı getirdi (1806). Ancak Louis bağımsız bir yönetim takip etmeye başlayınca, İngiltere'ye karşı başlattığı kıta ablukası sırasında güçlüklerle karşılaşan Napolyon Felemenk'i doğrudan doğruya Fransa İmparatorluğu'na bağladı (1810). Napolyon'un Rusya'ya yenilmesi üzerine (1812) İngiltere'de bulunan Orenje (Orenge) Prensi I. Willem Felemenk'e dönerek meşrutî Hollanda Krallığı'nı ilân etti (1814). Nihayet Napolyon'a karşı savaşan devletlerin katıldığı Viyana Kongresi Güney Felemenk'i de içine alan Hollanda Krallığı'nı resmen kabul etti (1815).

Hollanda Krallığı, ticarete dayanan Protestan kuzey bölgesiyle sanayiin hâkim olduğu Katolik güney bölgesini bir arada tutmak için büyük çaba harcadı. 1830 yılında çıkan bir ayaklanma sonucunda güney bölgesi Belçika adıyla bağımsızlığını ilân ederek Hollanda Krallığı'ndan ayrıldı. Uzun mücadelelerden sonra Hollanda bu bağımsızlığı tanımak zorunda kaldı (1839). XIX. yüzyıl sonlarında Lüksemburg da Hollanda'dan ayrıldı (1890).

I. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalmayı başaran Hollanda Krallığı II. Dünya Savaşı'nda Almanya'nın işgaline uğradı (1940). İngiltere'ye sığınan Hollanda Kraliçesi Wilhelmina burada bir sürgün hükümeti kurdu. 1945'te Alman işgalinden kurtulan ülke, tarafsızlık politikasını terkederek NATO ve diğer Avrupa örgütlerine üye oldu. Önemli sömürgelerinden Endonezya 1949'da, Surinam ise 1975'te bağımsızlıklarını kazandılar.

III. HOLLANDA-OSMANLI İLİŞKİLERİ
Osmanlılar'da Hollanda hakkında kullanılan ilk tabir Filandre'dir. Flander, Flandır, Flandırya şeklinde de söylenen bu kelime daha ziyade Felemenk tabiriyle birlikte kullanılmıştır. Nitekim XVII. yüzyıl başlarında İstanbul'a gelen Hollanda elçisi hakkında bilgi veren devrin resmî tarihçisi Naîmâ, elçinin Felemenk ülkesine vali olan Flandırya dukası tarafından gönderildiğini kaydetmektedir (Târih, II, 108). Yine XVII. yüzyılda Evliya Çelebi de bu ülkeye bazan Felemenk, bazan Hollandiye demektedir (Seyahatnâme, I, 300; VI, 313; X, 77). I. Mahmud'un tahta çıkışını bildirmek üzere 1730 yılında Avusturya'ya gönderilen el-Hâc Mustafa Efendi kaleme aldığı sefâretnâmesinde Hollanda için bazan Felemenk, bazan da Nederlande isimlerini kullanmakta, Fransa'ya yakın olan kısma İspanyol Nederlandı, esas Hollanda'ya da Felemenk Nederlandı demektedir (Nemçe Sefâretnâmesi, vr. 7a). 1730'dan sonra yazıldığı anlaşılan ve Almanca'dan tercüme edildiği tahmin edilen müellifi meçhul İcmâl-i Ahvâl-i Avrupa adlı eserde, "Felemenk diyarının ismi Nederlande'dir" denilmektedir. XVIII. yüzyıl sonlarında yazılmış başka bir anonim coğrafya kitabında ise Hollanda için "Felemenk istatı" tabiri kullanılmıştır (Orhonlu, TD, XXX [1976], s. 13-18). XIX. yüzyılda Cevdet Paşa da Hollanda için Nederlande ve Felemenk kelimelerini kullanmaktadır (Târih, V, 166-167). Osmanlı Devleti döneminde Hollanda için kullanılan en yaygın isim ise Felemenk'tir. Fakat iki devlet arasındaki resmî yazışmalarda ve ahidnâmelerde daha çok Nederlande kelimesine yer verilmiştir. Hollanda kelimesine de bazı Türkçe metinlerde seyrek olarak Holland şekliyle rastlanır (Feridun Bey, II, 475). Hollanda bu ülkenin ismi olarak ancak Türkiye Cumhuriyeti döneminde yaygınlık kazanmıştır.

Hollanda tarihi iyi bilinmediğinden Türk kaynaklarında Hollanda'nın devlet şekli hakkında farklı ifadeler kullanılmıştır. İlk siyasî ilişkiler kurulurken Naîmâ'nın "Felemenk memleketine vali olan Flandırya dukası" ifadesini kullanması, bu ülkenin yönetim şekli hakkında kesin bir bilgiye sahip olunmadığını ortaya koymaktadır. Evliya Çelebi ve Silâhdar Mehmed Ağa Hollanda'nın krallık olduğunu söylemektedirler. Bununla birlikte XVII. yüzyıl sonlarından itibaren Osmanlı kaynakları Hollanda'nın cumhuriyetle idare edildiğini kaydetmişlerdir. Hollanda'da cumhuriyet idaresi sona erip monarşi yönetimi başladığı halde Türk kaynakları XIX. yüzyıl ortalarına kadar Hollanda'yı cumhuriyet idaresinde göstermeye devam etmişlerdir.

Felemenk Cumhuriyeti ile Osmanlı Devleti arasındaki siyasî ilişkiler XVII. yüzyıl başlarında kurulmakla birlikte ticarî ilişkiler çok eskiden beri devam etmekteydi. Kanûnî Sultan Süleyman zamanında İspanya, Portekiz ve diğer Avrupa ülkeleri gibi Flandır tüccarlarına da Osmanlı memleketlerinde alışveriş yaptıkları yerlerde konsolosluk açma izni verilmişti. Fakat bu ülkelerin ticaretleri geniş çaplı olmadığından konsoloslarının masraflarını çıkarmaları imkânsızdı. Bu sebeple Osmanlı Devleti'nin dostu olan bir devletin bayrağı altında ticaret yapmalarına müsaade edilmişti. 1536 ahidnâmesiyle Fransa'ya tanınan imtiyaz dolayısıyla diğer Avrupa ülkeleriyle birlikte Felemenk tüccarları da Fransız bayrağı altında Osmanlı karasularında ticaret yapmaya başlamışlardı. Bu durum XVII. yüzyıl başlarına kadar devam etti.

Osmanlı Devleti, Mayıs 1580'de Fransa'nın sahip olduğu ticarî imtiyazları İngiltere'ye de tanıdı. İspanya'ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Hollandalılar İngiltere'den büyük yardım gördüler. Başlangıçta Hollandalılar'ın tarafını tutmuş olan Fransa, Saint Barthélemy katliamından (1572) sonra Fransız Protestanları'nın (Huguenot) Hollanda'ya yardım etmelerini önledi. Bu yüzden Hollandalılar, Fransız bayrağı yerine İngiliz bayrağı ile ticaret yapmayı tercih etmeye başladılar. Felemenkli tüccarların himayesi konusu, İstanbul'daki Fransız ve İngiliz diplomatları arasında uzun süre devam eden bir anlaşmazlığa yol açtı. Hollandalı tüccarları koruma karşılığında bir vergi alan iki ülke birbiriyle nüfuz rekabetine girişti. İngiliz elçisinin müracaatı üzerine konuyu görüşen Dîvân-ı Hümâyun himaye hakkının Fransa'ya ait olduğuna karar verdi (1588). İngiliz elçisinin ısrarına rağmen Fransızlar'a verilen 1595 ve 1597 tarihli ahidnâmelerle Hollandalı tüccarların Fransız bayrağı altında ticaret yapmaları hususu teyit edildi. 1599 tarihli bir hükümle, Osmanlı iskelelerine gelecek Flandır gemilerine İngiliz konsoloslarının müdahale etmesine engel olunması için kadı ve defterdarlara emirler gönderildi (Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisadî Münâsebetleri, I, 24-26). Fakat İngilizler davalarından vazgeçmediler. Bir süre daha uğraştıktan sonra Kaptanıderyâ Cigalazâde Sinan Paşa'nın yardımı ile, dört Flandır vilâyetine (Holland, Delendre, Firizland, Gelderland) ait gemilerin İngiliz bayrağı taşıması ve İngiliz konsoloslarının himayesinde Osmanlı limanlarına girip çıkması, konsolosluk resmini de bunlara ödemesi hususunu Aralık 1601 tarihli ahidnâmeye koydurmaya muvaffak oldular (Feridun Bey, II, 473-477). Fransa ve İngiltere ahidnâmelerinin yenilendiği Mayıs 1604 tarihli ahidnâmede de Flandır tüccarlarının Osmanlı sularında İngiliz bayrağının himayesinde ticaret yapacaklarına dair madde aynen korundu (Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisadî Münâsebetleri, I, 43-44).

Fransız ve İngiliz bayrakları altında Osmanlı limanlarında ticaret yapan Hollanda gemileri bir yandan İspanya tarafından zaptedilirken bir yandan da İspanya tebaası olarak düşünüldüğü için Cezayir ve Tunuslu korsanlar tarafından yağmalanıyor ve mürettebatı esir pazarlarında satılıyordu. Hollanda 1648'e kadar İspanya ile savaş halinde olmasına rağmen Felemenk gemileri bazan İspanya malları da taşıyordu. Osmanlı Devleti ile savaş halinde bulunan İspanya Akdeniz'de Osmanlılar'ı en büyük tehlike olarak görürken İspanya'ya karşı bağımsızlık savaşı veren Hollandalı Protestan korsanlar ise Osmanlı Devleti'ne müttefik gözüyle bakıyorlardı. Hilâl şeklindeki madalyonlarının üzerine "Papa taraftarı olmaktansa Türk olmak" ibaresini yazmaları bunun bir göstergesiydi (Slot – Abelman, s. 7). Hollandalılar, Osmanlı Devleti ile doğrudan ilişki kurmak için 1604 yılında bir girişimde bulundular. Ele geçirdikleri bir İspanyol kadırgasında bulunan müslüman esirleri serbest bırakarak Osmanlı padişahına hitaben yazılmış bir mektupla ülkelerine gönderdiler. Mektupta, Cezayirli ve Tunuslu korsanlar tarafından esir pazarlarında satılan Hollandalılar için padişahtan yardım isteniyordu. Ayrıca Osmanlı sularında kendi bayraklarıyla ticaret yapma hakkının verilmesi talep ediliyordu. Fakat çeşitli gaileler yüzünden Hollanda'nın bu ilk başvurusuna cevap verilemedi. İspanya'nın Hollandalı isyancılarla mütareke imzalamasından (1609) sonra Osmanlılar Felemenk Cumhuriyeti ile ittifak yapmanın gerekliliğini anladılar. Akdeniz'de İspanyol donanmasına karşı mücadele veren Kaptanıderyâ Kayserili Halil Paşa, Venedik'te bulunan Hollandalı tüccarlar eliyle Hollanda'ya bir mektup gönderdi (1610). Mektupta, padişahın Hollandalılar'a serbest ticaret hakkı tanımaya karar verdiği belirtilerek iki ülke arasındaki ilişkileri gözden geçirmek üzere İstanbul'a bir temsilci gönderilmesi isteniyordu (Erdbrink, GDAAD, sy. 2-3 [1973-74], s. 160-161). Felemenk Cumhuriyeti Genel Meclisi teklifi görüşerek Cornelis Haga başkanlığında bir heyeti İstanbul'a göndermeyi kararlaştırdı. 7 Eylül 1611'de yola çıkan Haga, bazı Avrupa ülkelerini dolaştıktan sonra 17 Mart 1612'de İstanbul'a geldi. Haga'ya verilen tâlimatnâmede, Osmanlı Devleti'nde bulunan Hollandalı esirlerin serbest bırakılmasının sağlanması ve Hollandalı tüccarların Osmanlı karasularında kendi bayrakları altında ticaret yapma hakkının elde edilmesi üzerinde duruluyordu (a.g.e., s. 161).

Haga'nın İstanbul'a gelmesi diğer devletlerin temsilcileri tarafından hoş karşılanmadı. Bilhassa Fransız ve İngiliz elçileri iki ülke arasında siyasî ve ticarî ilişki kurulmasını önlemeye çalıştılar. Bağlı olduğu İspanya'ya karşı isyan halinde bulunan Felemenk'in temsilcisinin kabul edilmesi durumunda padişahın prestijinin sarsılacağını ileri süren elçilerin telkinleri yüzünden Haga huzura kabul edilmedi. Nihayet Kaptanıderyâ Halil Paşa ve diğer bazı devlet adamlarının yardımı sayesinde Haga 1 Mayıs 1612'de I. Ahmed tarafından kabul edildi (a.g.e., s. 162). Böylece Osmanlılar'ın düşmanı olan İspanya'ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Felemenk Birleşik Cumhuriyeti Osmanlı Devleti tarafından resmen tanınmış oldu.

Padişahtan serbest ticaret hakkı elde etmek için hemen çalışmalara başlayan Haga, Osmanlı devlet adamlarıyla kurduğu samimi ilişkiler sayesinde kendisine verilen tâlimatnâmedeki hususların pek çoğunu yerine getirdi. Venedik, Fransa ve İngiltere elçilerinin bütün engellemelerine rağmen I. Ahmed'den bir ahidnâme almayı başardı (6 Temmuz 1612). Fransa ve İngiltere'ye verilenlerle aynı olan bu ahidnâmeyle Felemenk Birleşik Cumhuriyeti'ne İstanbul'da elçilik ve Osmanlı ülkesi dahilindeki iskelelerde konsolosluk açma hakkı verilmiş, bazı adlî ve ticarî imtiyazlar tanınmıştı (ahidnâme için bk. De Groot, The Ottoman Empire and The Dutch Republic, s. 233-246).

Daha sonra Osmanlı hükümeti yeni müttefikini tanımak için Hollanda'ya bir temsilci gönderdi. Kaptanıderyâ Halil Paşa'nın adamlarından olan Ömer Ağa, Hollandalı esirlerin serbest bırakılması hususundaki ahidnâme sûretlerini alarak Tunus ve Cezayir'e gitti. Ömer Ağa'nın asıl görevi, korsanların elinden kurtardığı Hollandalı esirlerle birlikte Hollanda'ya giderek bu ülke hakkında bilgi toplamaktı. Bu görevlendirmede rakip devletlerin Hollanda hakkında yapmış oldukları aleyhte propagandaların rolü büyüktü. Esirlerle birlikte Hollanda'ya giden Ömer Ağa büyük bir merasimle karşılandı. Sadrazamın mektubunu Felemenk Cumhuriyeti başkanına takdim etti. Genel meclisi ve önemli şehirleri ziyaret ederek bilgi topladı ve müsbet intibalarla İstanbul'a döndü (1613). Bu diplomatik faaliyetler sonunda iki ülke arasındaki endişeler ortadan kalktı. Padişahın isteği üzerine Hollanda Genel Meclisi Haga'nın dâimî elçi olarak İstanbul'da kalmasına karar verdi.

Hollandalılar, ilk ahidnâmelerini aldıktan sonra Osmanlı ülkesinde kendi ticarî organizasyonlarını oluşturmak için yoğun bir çaba içine girdiler. Yaklaşık yirmi sekiz yıl İstanbul'da kalan Haga, Osmanlı-Hollanda ilişkilerinin kuvvetlendirilmesinde ve Hollanda'nın doğu ticaretinin gelişmesinde büyük rol oynadı. Hollanda gemilerinin korsanlar tarafından yağmalanmasını önlemek için ileri gelen Levanten tüccarlarından bir heyet oluşturulmasını istedi (1625). Bunun üzerine Hollanda Genel Meclisi, Amsterdam'da Ortadoğu Ticaret Komisyonu ve Akdeniz Denizcilik Derneği'ni kurdu. Bu teşkilât Akdeniz'e giden gemileri kontrol edecek ve bölgede bulunan elçi ve konsoloslarla iş birliği yapacaktı. Bu hizmet için alınan vergilerle doğuda hizmet gören elçi ve konsolosların masrafları karşılanıyordu.

Bu tedbirler sayesinde Hollanda'nın doğu ticareti XVII. yüzyılda hızla arttı. Hollanda'nın ilk konsoloslukları Suriye ve Mısır liman şehirlerinde açıldı. Daha sonra doğu ticaretinin merkezi İzmir'e kayınca Hollandalılar da İzmir'de konsolosluk açtılar. Hollanda'nın doğu ticareti, bazı Osmanlı limanlarında yerleşmiş Hollandalı ticaret firmaları ile Osmanlı tebaası yahudi, Rum ve Ermeni aracılar tarafından yapılıyordu. XVII. yüzyıl ortalarından itibaren Fransız ticaretinde meydana gelen düşüş sebebiyle Hollandalılar Akdeniz'deki faaliyetlerini genişletme imkânını buldular. 1640'lı yıllarda İngiltere'de görülen iç karışıklıklar, Hollandalılar'ın Akdeniz ticaretindeki paylarını bu defa İngilizler aleyhine geliştirmelerine fırsat verdi. Daha sonra patlak veren İngiltere-Hollanda savaşı da (1652-1654) Hollanda'nın faaliyetlerini İngiltere aleyhine geliştirmesi sonucunu doğurdu.

Osmanlılar, Hollandalılar'ı Akdeniz'de İspanya'ya karşı ittifak kurabilecekleri bir deniz gücü olarak görüyor, Hollanda ile olan ilişkilerine daha çok siyasî yönden bakıyorlardı. Hollandalılar ise işin ticarî yönüyle ilgiliydiler. Cornelis Haga İstanbul'da bulunduğu yıllarda (1612-1639) kültürel münasebetlerin gelişmesine de katkıda bulundu. Leiden Üniversitesi'nde Arap ve Türk dillerinin incelenmesi için bir kürsü kurulması onun gayretleriyle gerçekleşti. Fakat ekonomik güçlükler çalışmalarını olumsuz etkiliyordu. Hollanda ile İspanya arasında savaşın yeniden başlamasından (1621) sonra malî sıkıntı daha da arttı. Büyük çapta borca girmiş olan Haga nihayet 1639'da Hollanda'ya dönebildi. Yerine akrabalarından biri olan Henric Cops'u maslahatgüzâr sıfatıyla bıraktı. Cops da büyük borçlara girdi. Bu yüzden mahkemeye verildi ve ağır hapis cezasına çarptırıldı. Hollanda Cumhuriyeti bu borçları ödemek için para gönderdiğinde Cops ölmüş bulunuyordu (1647).

Osmanlı Devleti'nde bulunan Hollandalılar'ın himayesiz kaldığı iddiasıyla İstanbul'daki Fransız elçisi Hollandalılar'ı Fransa'nın himayesine almak istedi. Buna karşılık Hollanda tüccarlarından Nicolo Ghisbrechti kendini maslahatgüzâr tayin ettirdi ve bu görevini 1654'te ölünceye kadar sürdürdü. Onun ölümünden sonra bu defa İngiliz büyükelçisi Osmanlı Devleti'nde yaşayan Hollandalılar'ı himayesine almak istedi. Fakat Hollanda şarkiyatçılarından Ghisbrechti'nin yanında kâtip olarak çalışan Levinus Warnerus buna karşı çıktı. Hollanda'nın Osmanlı Devleti nezdinde dâimî elçisi olmak için başvurdu ve Hollanda Cumhuriyeti'nin geçici temsilcisi olarak tanınmayı başardı. Ancak bu sırada Hollanda gemilerinin Osmanlılar'a karşı Venedikliler'i desteklemesi Warnerus'u güç durumda bıraktı. 1655 yılında itimatnâmesi padişah tarafından kabul edilmediyse de daha sonra bazı Osmanlı devlet adamları vasıtasıyla kendisini Hollanda'nın resmî temsilcisi olarak kabul ettirdi (1657). Warnerus daha çok Arapça, Farsça, İbrânîce ve Türkçe el yazması kitapları toplamakla meşgul oldu. Bununla birlikte onun zamanında Hollanda'nın Osmanlı Devleti ile olan ticareti gelişmesini sürdürdü.

Warnerus'un ölümünden (1665) sonra Hollandalılar Osmanlı Devleti ile olan diplomatik ilişkilerini tekrar gözden geçirdiler. Warnerus'un yerine Justinus Colyer tayin edildi (1667). Türk harfleriyle yazılmış bir dünya küresiyle Atlas Maior adlı eserin de içinde bulunduğu kıymetli hediyelerle İstanbul'a gelen ve bunları IV. Mehmed'e takdim eden Colyer'e verilen tâlimatta öncelikle 1612 ahidnâmesinin yenilenmesi ve geliştirilmesinin temini isteniyordu. Hollanda Cumhuriyeti, Haga'dan sonra hiç kimseyi elçi pâyesiyle Osmanlı Devleti'ne göndermemişti. Colyer'e büyük elçi pâyesi verildi (1680). Colyer'in İstanbul'a geldiği sırada dünya siyaseti oldukça değişmişti. Osmanlılar Avusturya ve Fransa karşısında yorgun bir durumdaydı. İspanya artık Osmanlılar'ın Avrupa siyasetindeki belirleyiciliğini yitirmişti. Fakat Fransa aleyhtarlığı, Hollanda ile Osmanlı Devleti arasında siyasî iş birliği için ortak bir nokta oluşturuyordu. Ayrıca Venedik ile Osmanlı Devleti arasındaki savaşlar Hollanda'nın İzmir'de odaklanan ticaretini olumsuz yönde etkilemekteydi. Bundan dolayı IV. Mehmed Hollanda'ya yeni bir ahidnâme verdi (1680) (BA, Düvel-i Ecnebiyye Defterleri, nr. 22). Muhteva itibariyle 1612 ahidnâmesinin aynı olan bu ahidnâme, kapitülasyon rejiminin sona erdiği 1923 Lozan Antlaşması'na kadar Akdeniz'deki Hollanda varlığını şekillendirdi (Noradounghian, I, 53-54). Bunun dışında Hollanda vatandaşlarının ikameti ve Hollanda ticareti konularında iki nizamnâme hazırlandı. Bu nizamnâmeler XVII ve XVIII. yüzyıllarda yürürlükte kaldı.

Justinus Colyer'in ölümü üzerine (1682) onun daha önce geçici kâtip olarak tayin ettiği oğlu Jacobus Colyer elçiliğin işlerini devraldı. İstanbul'da yetişen Jacobus'un nüfuzlu devlet adamlarıyla arası iyi idi. Avusturya'ya karşı başlayan II. Viyana seferi yüzünden yeni elçinin tayini 1684 yılında onaylanabildi. Jacobus Colyer, İngiliz elçisiyle birlikte savaşın sona erdirilmesi için ara buluculuk yaptı ve 1699 tarihli Karlofça Antlaşması'nın imzalanmasında rol oynadı. Hollanda'nın bu sırada dış politikadaki başlıca amacı Osmanlılar'la Avusturyalılar arasında dostluk kurmak, böylece Avusturya imparatorunu Fransa'ya karşı müttefik olarak tutmaktı. Ayrıca savaşların devam etmesi Hollanda'nın Akdeniz ticaretini olumsuz yönde etkilemekteydi. Bundan dolayı Hollandalılar, XVIII. yüzyıl boyunca Osmanlılar'la savaş halinde bulundukları ülkeler arasında arabuluculuk yapmaya devam ettiler. Colyer, 1712'de Osmanlı-Rus ateşkes antlaşmasında ve Avusturya-Osmanlı savaşını sona erdiren Pasarofça Antlaşması'nda da (1718) İngiliz elçisiyle birlikte ara buluculuk yaptı.

Colyer'in ölümünden (1725) sonra gerçek bir diplomat olan Cornelis Calkoen Hollanda büyükelçiliğine tayin edildi (1726). Osmanlı devlet adamlarıyla iyi ilişkiler kuran Calkoen diplomat olarak fazla başarılı olamadı. Ancak şahsî dostluklarla bazı işler yaptı. Eski büyükelçi Colyer'in borçlarını ödeyerek elçiliğe yeni bir düzen verdi. Yaşadığı lüks hayat yüzünden o da pek çok borç bırakarak İstanbul'dan ayrıldı (1743). Sekreteri Jean Charles des Bordes kısa bir süre maslahatgüzâr olarak Hollanda'yı temsil ettikten sonra Elbert de Hochepied büyükelçi olarak tayin edildi (1747). Elbert de Hochepied diplomatik ilişkilerden çok ticarî ilişkilerle ilgilendi. XVIII. yüzyıl başlarından itibaren gerilemeye başlayan Osmanlı-Hollanda ticarî münasebetlerini yeniden canlandırmaya çalıştı. Fransa'ya kaptırılan doğu ticaretinde Hollanda'nın yeniden söz sahibi olmasında önemli rol oynadı. Amsterdam'da ilk defa küçük bir Osmanlı ticaret kolonisi açıldı.

Hochepied'ten (1763) sonra Hollanda büyükelçiliğine tayin edilen Wilem Gerrit Dedel (1765-1767) birkaç yıl sonra öldüğü için sekreteri olan Alman asıllı Frederik von Weiler elçilik işlerini üzerine aldı (1767-1776). Hollanda Genel Meclisi onu büyükelçiliğe terfi ettirdi (1775). Fakat bu tarihten sonra Hollanda büyükelçiliğinin çevresi giderek daraldı; Hollandalı elçilerin Osmanlı devlet adamlarıyla olan dostluk ilişkileri azaldı.

Fransız İhtilâli'nden sonra Hollanda'da Fransa'nın himayesinde kurulan Batav Cumhuriyeti'nin Napolyon'un Mısır'a yaptığı saldırıyı (1798) desteklemesi Osmanlı-Hollanda ilişkilerinin kesilmesine sebep oldu. Hollanda'nın İstanbul'daki elçisi Bükreş'e sürgüne gönderildi (Slot – Abelman, s. 7). Osmanlı ülkesinde bulunan Hollandalı tüccarların beratları toplatıldı (BA, Cevdet-Hariciye, nr. 264, 1140, 1246, 1264, 1309, 1666, 1791). Ancak daha sonra Osmanlı-Hollanda ilişkileri yeniden kuruldu (1804) ve Hollandalı konsolos ve tercümanların beratları iade edildi (BA, Cevdet-Hariciye, nr. 3458). Fakat Napolyon'un Hollanda'yı resmen Fransa'ya bağlaması üzerine (1810) tekrar kesildi. Nihayet Hollanda Krallığı'nın kurulmasından (1814) sonra iki devlet arasındaki siyasî ve ticarî ilişkiler yeniden başladıysa da ticarî ilişkiler eski seviyesine çıkmadı. Bilhassa Mora isyanından (1821) sonra Hollandalı tüccarlar için büyük önem taşıyan ve keten pazarının merkezi olan İzmir eski önemini kaybetti. Bunun yerine İstanbul Hollanda gemilerinin en çok mal getirdikleri liman durumuna geldi. Devamlı büyüyen gemi ticareti iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin güçlenmesini sağladı. Ancak Hollanda gemilerinin Avrupa'dan doğuya ucuz sanayi maddesi taşıması Osmanlılar'ın ekonomik krize girmelerine sebep oldu. Bu yüzden daha sonraki yıllarda bu ilişkiler sarsıldı; Batılı ülkeler Osmanlı ülkesinde demiryolu gibi bazı önemli yatırımlara girerken Hollanda buna katılamadı.

Mora isyanı milletlerarası bir mesele haline gelince Hollanda, en iyi diplomatlarından biri olan Hugo van Zuylen van Nijenveld'i İstanbul'a büyükelçi olarak tayin etti (1825). Van Zuylen, iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli rol oynayan son diplomat oldu. Osmanlı Devleti'nin Mora isyanını destekleyen İngiltere, Fransa ve Rusya ile ilişkileri bozuk olduğu için Zuylen bu ülkelerle Osmanlı Devleti arasında ara buluculuk yaparak önemli diplomatik faaliyetlerde bulundu. Özellikle Bâbıâli nezdinde Fransa'nın haklarını koruması ona Katolikler'in sevgisini kazandırdı. İstanbul'dan ayrılmasından (1829) sonra Hollanda hükümeti malî imkânsızlıklar yüzünden yerine tayin yapamadı. Elçilik işlerini geçici olarak baştercüman Testa yüklendi ve İstanbul'dan ayrılıncaya kadar (1847) bu görevini sürdürdü.

XIX. yüzyılda Osmanlılar da Hollanda'da dâimî elçilik açtılar. İlk büyükelçiler, Bâbıâli'de yüksek mevki sahibi Rum asıllı Osmanlılar'dan seçiliyordu. İstanbul'a tayin edilen Hollanda büyükelçileri ticaretle ve bazı gayri müslim Osmanlı tebaasının himayesi gibi işlerle meşgul olurken Osmanlı büyükelçileri bu gibi işlerle pek ilgilenmiyorlardı.

II. Abdülhamid'in takip ettiği dış politika diğer sömürgeci devletler gibi Hollanda'yı da rahatsız etti. Bilhassa Hollanda'nın sömürgesi olan Endonezyalı müslüman öğrencilerin Osmanlı askerî okullarında okutulması Hollandalılar'ı yakından ilgilendiriyordu. O zamana kadar daha çok ticarî münasebetlere ağırlık veren ve sömürgelerin problemleriyle pek ilgilenmeyen Hollanda elçiliği gerekli ilgiyi göstermek zorunda kaldı. Endonezyalı müslüman hacıların meseleleriyle uğraşmak üzere Cidde'de 1872'de açılan Hollanda konsolosluğu bu işle görevlendirildi. Osmanlı Devleti'nde hilâfet politikasına paralel olarak Hollanda'nın da siyasî ilgisi arttı. II. Meşrutiyet'in ilânından sonra bu siyasetin önemini kaybetmiş olması Hollanda'yı rahatlatmakla birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler eski seviyesine çıkmadı. I. Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine de ticarî ilişkiler tamamen kesildi. Savaşta tarafsız kalan Hollanda ile Osmanlı Devleti arasındaki münasebetler bir süre daha devam etti. Hollanda elçiliğinde işleri genç bir ilim adamı olan elçilik tercümanı Kramers yürütmekteydi.

Hollanda Kramers'i Lozan Konferansı'na gözlemci olarak göndererek Türkiye üzerindeki görüşlerini açıkladı. Kapitülasyonların kaldırılmasından sonra yeni Türkiye Cumhuriyeti ile başlattığı görüşmeler neticesinde Ankara'da bir dostluk ve iş birliği antlaşması imzalandı (30 Haziran 1925). Böylece iki ülke arasında ticarî temellere dayanan ilişkiler yeniden kurulmuş oldu. 1960'lı yıllarda Hollanda'ya Türk işçilerinin gönderilmesi iki ülke arasındaki münasebetlere ayrı bir boyut kazandırdı.

IV. HOLLANDA SÖMÜRGECİLİĞİ
Hollanda, 1579 yılında İspanya'dan bağımsızlığını kazandıktan hemen sonra deniz aşırı ülkelere açılmak için büyük çaba harcamaya başladı. Önceleri Hollandalı tüccarlar Portekiz üzerinden gelen doğu ürünlerinin Kuzey Avrupa'ya pazarlanmasında aracılık yapıyordu. Ancak Hollanda'nın İspanya'dan kurtulduğu günlerde Portekiz İspanyol hâkimiyeti altına girdi. Bunun üzerine İspanya Kralı II. Felipe, Cadiz ve Lizbon gibi Hollandalı gemicilerin ikmal merkezleri olan Portekiz limanlarını bu ülkenin gemilerine kapattı (1580). Bu durum Hollandalılar'ı, baharat gibi Doğu'dan gelen ürünlerin yetiştirildiği bölgelere doğrudan ulaşabilmek için yol aramaya sevketti. Daha önce Goa (Hindistan) ve Lizbon'da Portekizliler'in yanında çalışmış olan bazı tüccarlar onların ve İspanyollar'ın deniz yolu haritalarını ele geçirdiler. Bunlardan özellikle Jan Huijgen van Linschoten, Riijs geschrift ve Itinerio naer Oost ofte Portugaels Indien adlı el kitaplarını yazarak Amsterdamlı tüccarların ihtiyaç duydukları bilgileri sağladı; bu kitaplar, deniz yollarının haritalarını ve Portekiz keşiflerinin bütün ayrıntılarını ihtiva etmekteydi. İlk olarak 1595 yılında Cornelis de Houtman yönetimindeki toplam 64 tonluk dört gemiden ve 249 mürettebattan oluşan bir Hollanda ticaret filosu, Afrika'nın güney ucundaki Ümitburnu üzerinden Doğu Hint adalarına gönderildi. Bu yolculuk, Amsterdamlı dokuz zengin iş adamı tarafından yeni kurulan Uzak Ülkeler Şirketi Compagnie van Verre adına yapılmıştı. Portekizliler'in Asya seferleri hakkında geniş bilgisi bulunan Houtman, ilk önce Cava adasının batısında kara biber deposu olarak bilinen Bentem Limanı'na, sonra da Bali, Madura ve Sumatra adalarındaki çeşitli limanlara uğradı. Denizlerde karşılaştığı zorluklar ve hastalıklar sebebiyle bölgede iki yıl geçiren Houtman Hollanda'ya üç gemi ve sadece seksen dokuz mürettebatla, fakat bol miktarda baharatla döndü. Bundan sonra birbirleriyle rekabet eden çeşitli şirketler doğunun baharatlarından pay kapabilmek amacıyla ayrı ayrı yolculuk düzenlemeye başladılar. Houtman'ın dönüşünün ardından on ayrı şirketin altmış beş, 1598'de beş ayrı şirketin yirmi iki gemisi yola çıktı ve bunların büyük bir kısmı başarıyla geri döndü. Mart 1599'da Jacop van Neck yönetimindeki filo ilk defa "Baharat adaları" olarak da adlandırılan Maluku adalarına ulaştı ve dönüşünde yüksek bir kâr elde etti. 1601 yılında çeşitli şirketlerin düzenlediği sefer sayısının on dördü bulması üzerine hükümetin teşvik ve desteğiyle Hint Okyanusu'nda ticaret yapan bütün şirketler birleşerek 1602'de asıl adı Birleşik Doğu Hindistan Şirketi (Vereenigde Oost-Indische Compagnie) olan Hollanda Doğu Hindistan Şirketi'ni kurdular. Adı şirket olmakla birlikte bu kuruluş gerçekte Hollanda'ya bağlı özerk bir devlet gibiydi. Zira Hollanda hükümeti tarafından Ümitburnu ile Macellan Boğazı arasında kalan bölgede ticaret yapma tekeli kendisine verilen şirket, askerî amaçlı müfrezeler bulundurmak gerektiğinde Hollanda adına savaş açmak, kaleler inşa etmek ve Asya'daki mahallî hükümdarlarla antlaşmalar imzalamak gibi bağımsız bir devletin sahip olduğu yetkilerle donatılmıştı. Bu şirket sayesinde Hollandalılar, Afrika'nın güneyindeki Ümitburnu ile Basra körfezinde Benderabbas Limanı'ndan Doğu Hint adalarının en ucunda bulunan Timor'a kadar uzanan bölgede müstahkem ticaret merkezleri ve tesisler kurarak bir sömürge imparatorluğu meydana getirdiler.

Hollanda'nın batıya doğru yayılışı doğudaki kadar parlak olmadı. Amerika kıtasındaki sömürge bölgeleri, ilk defa 1614 yılında otuz Wallon ailenin Kuzey Amerika'da Hundsan nehri etrafında, on Protestan ailenin 1626'da Güney Amerika'da Brezilya sahillerine yerleşmesiyle oluşmaya başladı. Önce Hudson nehri boyunca Yeni Hollanda denilen bölgede halkı kürk ticareti ve ziraatla geçinen bazı yerleşme merkezleri kuruldu; bunların en önemlisi İngilizler'in sonradan New York adını verdikleri New Amsterdam'dı. Ancak Kuzey Amerika'daki sömürgecilik fazla önemsenmedi. Hollandalılar, İngiliz sömürgeleri arasında sıkışıp kalan Yeni Hollanda kolonisine göçmen yerleştirme konusunda fazla bir gayret sarfetmediler. Buna karşılık Güney Amerika ve Batı Hint adalarında (Karaibler) kuzeye göre daha yoğun faaliyet gösterdiler. Doğu Hindistan Şirketi'ne benzeterek kurdukları ve adını Batı Hint adalarına izâfeten Batı Hindistan Şirketi koydukları yine özerk devlet statüsündeki şirket donanmaya yardımcı olmak amacıyla yüzlerce silâhlı tüccar gönderdi; bunlar yeni yerlerin kazanılmasında büyük rol oynadılar. 1634'te, Venezuela kıyılarında daha sonraları en önemli askerî üs olarak kullanılan Curaçao ele geçirildi. Ertesi yıl Brezilya sahillerinin büyük bir kısmına el konularak Hollanda Brezilyası adı verilen bu bölgede kereste ve şeker kamışı işletmeciliği başlatıldı. Aynı yıl Guyana ile Antil denizindeki St. Eustatius, St. Martin ve Tobago İspanyollar'dan alınarak köle ticaretinin ana merkezleri haline getirildi. Ancak diğer sömürgeci ülkelerle olan çıkar çatışmaları Hollandalılar'ın bu kıtada uzun süre kalmasına imkân vermedi. 1640 yılında Portekiz'in yeniden bağımsızlığına kavuşmasıyla başlayan ve 1641-1651 yılları arasında cereyan eden Hollanda-Portekiz savaşı ve Brezilya'daki işçilerle kölelerin ayaklanması Güney Amerika'daki, hemen ardından İngiltere ile başlayan savaşlar da sonuçta Kuzey Amerika'daki kolonilerin kaybedilmesine yol açtı (1673). Hollanda'nın Afrika'daki en önemli sömürge alanı ve Hollandalı göçmenlerin en yoğun biçimde yerleştikleri bölge ise birkaç defa el değiştirmekle birlikte 1652'den 1806'ya kadar yönetimi altında tuttuğu Kaapstad'dır (Cape Town).

Hollanda özellikle XVIII. yüzyılın başlarında, Amerika'daki sömürgelerini kaybetmiş olmasına rağmen diğer sömürgeleri ve kıtalar arası deniz ticaretini elinde tutması sebebiyle dünyanın ekonomisi en güçlü devleti durumundaydı. Hollandalı tekne sahipleri toplam Avrupa teknelerinin yarısına hâkim olarak dünya deniz taşımacılığının büyük kısmını ele geçirmişler ve bütün Avrupa'nın ticaret aracıları haline gelmişlerdi. Böylece ticarette öne çıkan ülke, başta gemi sanayii olmak üzere bazı endüstri dallarında da birinci sıraya geçmişti; diğer sömürgeci ülkelere gemi inşa ediyor ve milletlerarası Doğu-Batı ticaretine hâkim olduğu gibi köle trafiğinin de büyük kısmını elinde tutuyordu. Ancak bu durum İngilizler'le 1780'de çıkan ve dört yıl devam eden savaşa kadar sürdü. Bu savaştan yenik çıkan Hollanda'nın okyanuslardaki, özellikle Hint Okyanusu'ndaki gücü zayıfladı. 1795'ten 1815'e kadar da Fransız istilâsına mâruz kalması üzerine elindeki teknelerin çoğunu kaybetti ve kolonilerinin önemli bir bölümünü İngilizler'e kaptırdı. Bu arada bozulan malî durumları dolayısıyla Batı ve Doğu Hindistan şirketlerini de feshetmek zorunda kaldı. 1815'te Napolyon'un Waterloo yenilgisinden sonra İngiltere ile imzaladığı bir anlaşma ile Seylan, Kaapstad, Guyana ve Tobago hariç eski kolonilerine kavuştuysa da bu durum devamlı olmadı ve yavaş yavaş bütün sömürgeler bağımsızlıklarını elde ettiler (bk. ENDONEZYA; HOLLANDA DOĞU HİNDİSTAN ŞİRKETİ).

V. ÜLKEDE İSLÂMİYET
Hollandalılar'ın müslümanlarla ilk karşılaşmaları XI. yüzyılda Haçlı seferleri sırasında olmuştur. XVII. yüzyıldan itibaren sömürgecilik hareketine girişen Hollanda'nın Güneydoğu Asya'da müslüman toplumlar üzerinde hâkimiyet kurması ve misyonerlik faaliyetlerine hız vermesine rağmen XX. yüzyılın ikinci yarısına gelinceye kadar müslümanlardan bu ülkeye yerleşen çıkmamıştır.

İslâm adına ilk faaliyetler, 1947'de Pakistan'dan gelen ve daha sonra La Haye'de kendi camilerini açan Ahmedîler tarafından başlatıldı. Endonezya'nın bağımsızlığını kazanmasının (1949) ardından Hollanda ordusunda milliyetçilere karşı savaşan ve sayıları 1000'i bulan Malukulu müslüman aileleriyle birlikte Hollanda'ya kaçtı. Önceleri Friesland şehrindeki bir kampta yaşayan bu müslümanlar 1960'larda Ridderkerk ve Waalwijk'e yerleştiler. Müslümanların sayısı hükümetin iş gücü açığını kapatmak için Türkiye (1964), Fas (1969), Yugoslavya (1970) ve Tunus'la (1971) anlaşma yapmasından sonra bu ülkelerden gelen işçilerin buraya yerleşmesi ve 1970'ten sonra da ailelerini yanlarına alma imkânına kavuşmaları üzerine arttı.

Hollanda'daki müslüman cemaati eski sömürgelerden gelenler (Endonezyalı, Surinamlı), işçiler (Türkler, Faslılar, Yugoslavyalılar) ve diğer ülkelerden göç edenler (Pakistanlı, Mısırlı, Tunuslu vd.) olmak üzere başlıca üç gruptan teşekkül etmektedir. Bu üç grubun dışında çoğu evlilik yoluyla İslâmiyet'i kabul etmiş Hollandalılar da bulunmaktadır; ancak bunların sayısı fazla değildir. Ülke genelinde toplam sayıları 550.000'e yaklaşan müslümanlar içerisinde çoğunluk Türkler'le onları takip eden Faslılar'dadır. Surinamlılar'ın 1960'larda başlayan göçü, ülkelerinin 1975'te bağımsızlığa kavuşmasından önce en üst seviyesine ulaştı. Sayı bakımından sırayı daha sonra Endonezyalılar'la Malukulular almaktadır. Müslümanlar ülkenin bütün şehirlerine dağılmış durumda iseler de başta Türkler olmak üzere Utrecht, Amsterdam, Rotterdam ve La Haye gibi sanayi merkezlerinde daha yoğundurlar.

1950'lerden itibaren müslüman nüfusun artmasıyla birlikte ülkede cami ve mescidlere ihtiyaç duyulmaya başlandı. İlk cami, 1955 yılında Ahmedîler tarafından La Haye'de inşa edildi. Bunu, Malukulu müslümanların 1956'da Balk şehrinde yaptıkları cami takip etmiştir. 1960'larda Surinamlılar, 1970'lerde Türkler ve Faslılar ibadet yerleri edinmek için yoğun çalışmalara giriştiler ve bu amaçla çeşitli dernekler kurdular. 1960'tan sonra faaliyete geçen pek çok cami ve mescidin 140 kadarı Türkler'e ait olup bunların çoğu eski meskenlerden ibadet yerine dönüştürülmüştür. Temelden cami şeklinde planlanan binaların sayısı da gün geçtikçe artmaktadır. Sadece 1982-1986 yılları arasında yapılan camilerin sayısı üçü minareli olmak üzere beştir ve Eindhoven ile Maassluis'tekiler Türkler tarafından inşa edilmiştir. La Haye'de havradan çevrilme (1982) Mescid-i Aksâ Camii'ne Hollanda Diyanet Vakfı tarafından sonradan iki minare eklenmiştir (1987). Sayıları 400'e yaklaşan cami ve mescidlerin günlük masrafları derneklerce karşılanmakta, ayrıca bazı belediyelerden de küçük yardımlar alınmaktadır. Türkler'e ait camilerin çoğunda hizmetler, Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı'nın gönderdiği resmî din görevlilerince yürütülmektedir. Diğer ülke müslümanlarının camilerinde ise din görevlileri cemaat tarafından tutulmaktadır.

Hollanda'daki müslümanların sosyal ve kültürel durumları geldikleri ülkelere göre değişiklik gösterir. Genelde her ülkenin insanı ayrı ayrı yerlerde toplanmıştır. Türkler'le Faslılar, bazı şehirlerde bir bölgede bulunmaları sebebiyle aynı camiyi ortak kullanmaktadırlar. Ancak imkânsızlık dolayısıyla bir binayı paylaşan bu müslümanlar, birbirlerinin dilini anlamadıkları için vaaz ve hutbelerden yeterince istifade edememeleri, çocuklarına birlikte dinî eğitim ve öğretim sağlamakta güçlük çekmeleri, namaz, imsak ve iftar vakitlerinde, bazan da ramazan ve bayram günlerinde farklılıklar bulunması gibi sebeplerle ibadet ve dinî merasimlerini aynı binanın ayrı bölümlerinde yapmak zorunda kalmaktadırlar. Değişik kökenli müslüman gruplar kendi kültürlerini muhafaza açısından her caminin hemen bitişiğinde yer alan salonlarda gençlere yönelik sohbet, konferans, tiyatro ve folklor gösterisi gibi kültürel faaliyetler yürütmektedirler.

Ekim 1986'da Hollanda hükümetinin izniyle faaliyete geçen İslâm Radyo-Televizyonu (Islamitische Omroep Stichting-IOS) ve bunun Ekim 1993'te kapanmasından sonra yerini alan Hollanda Müslüman Yayın Kurumu (Nederlandse Moslim Omroep-NMO) ülkedeki müslümanlar için Hollandaca, Türkçe ve Arapça olmak üzere haftada yarım saat televizyon, iki saat de radyo yayını yapmaktadır. Merkezi Hilversum'da bulunan kurumun masrafları Hollanda hükümetince karşılanmaktadır. Hollanda'da müslümanların kurdukları teşkilâtların bazısı federasyon şeklinde, bazısı da mahallî veya merkezî bir teşkilâtın şubesi durumundadır.

Cemaatler. İki camileri olan Malukulu müslümanların ve üç camileri bulunan Endonezyalı müslümanların herhangi bir teşkilâtları yoktur. Ancak 1971'de kurulan Avrupa Endonezyalı Müslüman Gençlik Teşkilâtı aralarında koordinasyon görevi yapmaktadır.

Güney Amerika'nın kuzeyinde bulunan ve bağımsızlığına kavuştuktan sonra bugünkü adını alan eski Hollanda sömürgesi (Hollanda Guyanası) Surinam'dan gelen müslümanlar Hindustânîler ve Cavalılar denilen iki gruptan oluşmaktadır. Böyle adlandırılmalarının sebebi Surinam'daki müslümanların, XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında Hindistan ile Cava adasında maden ocağı ve çiftliklerde çalıştırılmak üzere o topraklara götürülen sözleşmeli işçilerin soyundan gelmeleridir. Bu iki topluluk arasındaki eski ülkelerinde de yaşanan farklılıklar Hollanda'daki teşkilâtlarına da yansımıştır. Cavalılar'ı bir çatı altında toplayan geniş bir organizasyon yoksa da La Haye'deki İslâm Kültür Birliği (Roekoen Islam) bu işlevi görür. Yirmiye yakın cami ve mescide sahip olan Hindustânîler'in ise üç ayrı teşkilâtları vardır. En etkilileri, Amsterdam'da bulunan ve cemaatin % 50'sini bünyesinde barındıran Hollanda Dünya İslâm Teşkilâtı (World Islamic Mission Nederland-WIMN) olup Türkler'in Türk-İslâm Kültür Dernekleri Federasyonu (Stichting Turk-Islamitische Culturele Federatie-STICF) ve Faslılar'ın Hollanda Fas Müslüman Teşkilâtları Birliği ile (Unie van Marokkaanne Moslim Organisaties in Nederland-UMMON) beraber Müslüman Yayın Kurumu'nda ortak faaliyet içerisindedir. Hindustânîler'in ikinci teşkilâtı La Haye'deki İslâm Vakıf Kurumu (Stichting Islamitische Wereldmisie-SIWM), üçüncüsü Uluslararası İslâm Teşkilâtı'dır (Internationale Moslim Organisaite-IMO). Ahmedîler'in de birçok şehirde şubesi olan Hollanda Ahmediye Encümeni İşâat-ı İslâm Federasyonu (Federation of Ahmadiyya Anjumans Isha'at Islam in Nederland-FAAIIN) ve Rabwah adlı iki kuruluşları vardır.

Türkler'in en eski teşkilâtı, Utrecht'te 1972'de kurulan Hollanda İslâm Merkezi Vakfı'dır (Stichting Islamitische Centrum Nederland-SICN); buraya bağlı on sekiz cami ve on iki gençlik merkezi vardır. 1979 yılında Rotterdam'da kurulan Türk-İslâm Kültür Dernekleri Federasyonu doksan altı cami ve yedi gençlik merkezini koordine eder. Avrupa Millî Görüş Teşkilâtı'na (AMGT) bağlı on beş şube ve otuz civarında cami vardır. Türkler'in kurduğu diğer bir teşkilât da Hollanda İslâm Federasyonu'dur (Nederlandse Islamitische Federatie-NIF) ve yirmiye yakın cami ile birkaç mahallî cemaati koordine etmektedir. Hollanda'daki en kapsamlı teşkilât ise Türk-İslâm Kültür Dernekleri Federasyonu'nun yakın ilişkilerinin olduğu Hollanda Diyanet Vakfı'dır (Islamitische Stichting Nederland-ISN). 135 şubesi bulunan ve irtibatlı dernek sayısı 150'ye yaklaşan vakfın amacı, Hollanda'da yaşayan müslümanların dinî görevlerini yerine getirebilmeleri için mevcut imkânları korumak ve geliştirmek, buradaki Türk toplumunun dinî ve kültürel eğitimine yardımcı olmaktır. Bu çerçevede her türlü din hizmeti yanında kitap basım ve dağıtımı, yüksek öğretim talebelerine burs verilmesi, hac ve umre seyahatlerinin düzenlenmesi gibi çeşitli hizmetleri yürütmektedir. 1982 yılında kurulan Hollanda Diyanet Vakfı'nın mülkiyetinde otuz ikisi cami planında olmak üzere 150 ibadet yeri bulunmakta ve bu sayı devamlı şekilde artmaktadır. Vakfın bünyesinde 1985'te oluşturulan Cenaze Nakli Yardımlaşma Fonu, vefat eden üyelerinin cenazelerini karşılıksız olarak Türkiye'ye göndermektedir. Ayrıca bu vakfın desteği ve organizasyonu ile Hollanda İslâm Eğitim Vakfı kurulmuştur.

1978 yılında faaliyete geçen seksene yakın caminin bağlı bulunduğu Hollanda Fas Müslüman Teşkilâtları Birliği Faslılar'ı bünyesinde toplayan en büyük teşkilâttır. 1990'da da yirmi bir camiyi kapsayan Hollanda Mağrib İslâm Teşkilâtları Federasyonu (Nederlandse Federatie van Magribgjnse Moslim Organisaties-FNMIO) kuruldu.

Ülkedeki bütün İslâm teşkilâtları arasında iş birliği tesis edebilmek için çeşitli teşebbüslerde bulunulmuş, ancak bu birlikler fazla uzun ömürlü olmamıştır. Bunlardan ilki, 1974 yılında kurulan ve çeşitli çekişme ve ihtilâflar yüzünden 1980'de dağılan Hollanda Müslüman Teşkilâtlar Federasyonu (Federatie van Moslim Organisaties in Nederland-FOMON), ikincisi de 1981'de kurulan, fakat yine kısa sürede dağılan Hollanda Müslüman Teşkilâtları'dır (Moslim Organisaties in Nederland-MON). Bu konuda yeni bir birlik kurma çalışması daha yapılmaktadır.

Eğitim Öğretim. Çocukların İslâmî eğitimi için ilk defa Hollandalılar tarafından 1971'de "Büşra" ismiyle bir okul açıldı; ancak müslümanları Hollanda toplumuna entegre etmeye yönelik olduğu için fazla rağbet görmedi. Bundan sonra İslâm cemaatlerinin okul açmak için yaptıkları başvurular bir sonuç vermedi. 1988 yılında Rotterdam'da yaşayan müslümanların kurduğu İslâmî Teşkilâtlar Platformu Vakfı (Stichting Platform Islamitische Organisaties-SPIOR), yaptığı çalışmalar sonunda 1989'da okullarda din eğitimi verme hakkını elde etti ve aynı yıl uygulamaya geçildi. 1989-1996 yılları arasında Rotterdam, La Haye, Utrecht ve Amsterdam başta olmak üzere Hollanda genelinde 5000 öğrencinin devam ettiği (1996) otuza yakın İslâm ilkokulu açılmıştır ve bunların bütün giderleri Hollanda Eğitim Bakanlığı'nca karşılanmaktadır. Okullardan başka camilerin bünyesindeki Kur'an kurslarında da din eğitimi verilmektedir.

Hollandalı ve Endonezyalı müslümanların çalışmalarıyla üç ayda bir yayımlanan Hollandaca Qiblah (1976) dergisiyle Hollanda Diyanet Vakfı tarafından yine üç ayda bir Hollandaca-Türkçe olarak çıkarılan Arayış ve İslâm (1987) dergisi dikkati çeken iki yayın organıdır. Ayrıca Türkevi, al-Mîzân, al-ʿİmâd, Hizmet, Haber gibi Türkçe-Hollandaca, Arapça-Hollandaca, Arapça-Türkçe haftalık, aylık gazete ve dergiler de çıkmaktadır. Bunların dışında Ahmedîler tarafından Hollandaca olarak yayımlanan el-İslâm dergisi bulunmaktadır.

Hukukî Statü. İslâmiyet'le ülkeye gelen göçmen ve işçiler vasıtasıyla tanışan Hollanda'nın anayasasında müslümanların hukukî statülerini ilgilendiren bazı maddeler bulunmaktadır. Anayasaya göre Hollanda'da yaşayan bütün insanlara dini, dünya görüşü, siyasî fikirleri, ırkı vb. dikkate almadan eşit davranılır (md. 1). Öte yandan herkes kendi dinî inancını ve dünya görüşünü ferden veya topluluk halinde muhafaza edebilir (md. 6), duygu ve düşüncelerini önceden izin almadan açıklayabilir (md. 7). Hollanda'daki dinî hayatın şekillenmesinde anayasa maddelerinden başka XIX. yüzyılın sonlarından itibaren benimsenen "verzuiling prensibi" de etkili olmaktadır. Bu prensibe göre devletin resmen tanıdığı dinî gruplar, devlet desteği alarak kendi inanç esaslarına uygun müesseseler kurma hakkına sahiptir. Bu hakka dayanarak ülkede zamanla çok sayıda dinî okul ve bunların yanı sıra dinî cemaatlerin kontrolünde olan hastahaneler, sendikalar ve radyo istasyonları kurulmuştur.

Hollanda hükümeti 1970'li yıllardan itibaren sıkı biçimde din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması prensibini uygulamaya başladı ve bu çerçevede 1962'de çıkarılmış olan kilise inşaatlarına devlet yardımı yapılması hakkındaki genelgeyi yürürlükten kaldırdı (1975). Fakat ertesi yıl müslümanların artan ihtiyacı farkedilerek yeni bir düzenlemeye gidildi ve beş yıl süreyle en az 1000 kişilik cami yapımında maliyetin % 30'unun devletten istenilebileceğine karar verildi; 1981 yılına kadar otuz bir cami bu genelgeden yararlandı. Aynı yıl, süreyi 1984'e kadar uzatan ve cemaatin sayı sınırını kaldıran ek bir düzenleme yapıldı; bundan da altmış dokuz cami veya mescid faydalandı. Bu düzenlemeler yabancı işçiler arasındaki müslümanlar içindi. Surinam gibi eski sömürgelerden gelen göçmenlere ise özel kararnâmelerle ibadet yerlerinin yapımında tam olarak maddî destek sağlandı. 1984 yılında Hıristiyan Demokrat Parti hükümetinin azınlıkların ibadethânelerine yapılan inşaat yardımını sürdürmek istemesi Liberal Parti ile Hürriyet ve Demokrasi İçin Halk Partisi tarafından engellendi. Ancak bazı belediyeler müslümanlara bu konuda müsamaha göstermektedir.

Hollanda'da 1971 yılında 54.000 (% 0,4) olan müslüman sayısı 1985'te 300.000'e ulaşmış, 1990'da 400.000'i aşmıştır. 1998'de ise bu rakam 550.000 olarak tahmin edilmektedir (% 3). Bu nüfusun büyük çoğunluğunu Türkler (285.000) ve Faslılar (200.000) oluşturmakta, onları Surinamlılar (30.000), Pakistanlılar (12.000), Endonezyalılar (10.000), Tunuslular (6000), Mısırlılar (4000) takip etmektedir. Hollanda asıllı müslümanların sayısı ise 3-3500 civarındadır.

VI. HOLLANDA'DA İSLÂM ARAŞTIRMALARI
Hollanda'da İslâm ve şarkiyat araştırmaları XVI. yüzyılın sonlarına doğru, Leiden Üniversitesi'nin kurulması (1575) ve üniversitelerde eskiden beri okutulmakta olan Grekçe, Latince ve İbrânîce'nin yanında 1593'ten itibaren Arapça, Farsça ve Türkçe öğretiminin programlara alınmasıyla başlamıştır. İlk araştırmacılar, Paris'te ünlü Guillaume Postel'in yanında okuyan Fransız kökenli Josephus Scaliger ile Franciscus Raphelengius'tur. Raphelengius'un 1595'te bizzat kendisi tarafından basılan Specimen characterum arabicorum officinae Plantinianae Raphelengii (Raphelengius Matbaası'nın Arap harfli örnekleri) adlı eseri Hollanda'da basıldığı bilinen en eski Arapça metindir. Onun ölümünün ardından Arapça derslerini Philippus Ferdinandus, ondan sonra da aynı zamanda Türkçe'den resmî tercümeler yapan Ioannes Anthonides (Jan Theunisz) devam ettirdi. Anthonides, Arapça hocası olan Faslı âlim ve diplomat Abdülazîz b. Muhammed'le yaptığı dinî bir sohbetin de yer aldığı hıristiyan ve müslüman inançları hakkında bir kitap yazmış, ancak bu eser basılmamıştır.

Hollanda İslâmiyat araştırmalarındaki büyük gelişme, Scaliger'in öğrencisi Thomas Erpenius'un 1613'te Leiden Üniversitesi'nde yeni kurulan Doğu Dilleri Bölümü'ne Arapça hocası olarak tayin edilmesiyle başladı ve daha sonra öğrencilerinden Jacobus Golius zamanında sürdü. Erpenius Grammatica Arabica (Leidae 1613), Golius Lexicon Arabico-Latinum (Lugduni Batovorum 1653) adlı önemli eserleri kaleme almalarının yanında çeşitli Arapça kitapları da yayımlamış ve tercüme etmişlerdir (bk. ERPENIUS, Thomas; GOLIUS, Jacobus). Erpenius ve Golius İslâm'a pek sempatiyle bakmıyor, fakat bu dine karşı düşmanca duygular da beslemiyorlardı. Bu iki âlimin bazan hıristiyan üstünlük hissini desteklemekle birlikte misyonerler gibi İslâm'ı çürütmeye çalışmadıkları bilinmektedir. Golius'un ölümünden sonra Leiden'deki İslâmiyat araştırmaları çok zayıfladı. Onun öğrencisi Levinus Warnerus 1643'te Hz. Îsâ hakkındaki İslâmî görüşleri toplayan küçük bir kitap yayımladı: Compendium historicum eorumque quae Muhammedani de Christo et praecipuis aliquot religionis Christianae capitibus tradiderunt. Warnerus, Leiden'de öğrenimini tamamladıktan sonra hayatının geri kalan kısmını geçireceği İstanbul'a gitti (1654) ve orada bir yandan ilmî çalışmalarını devam ettirirken bir yandan da el yazmaları topladı. 1657'de Bâbıâli nezdinde Birleşik Felemenk Cumhuriyeti'nin (Hollanda) resmî temsilcisi olan Warnerus'un ölümünden önce Leiden Üniversitesi'ne bağışladığı "Legatum Warnerianum" adıyla anılan kitaplar, hocası Golius'un topladıklarıyla birlikte İslâmiyat alanında önemli bir yeri bulunan Leiden Üniversitesi Kütüphanesi'nin Doğu yazmaları koleksiyonunun temelini oluşturmuştur. Warnerus'un koleksiyonu 578 el yazması ile 400 civarında basılmış kitap ihtiva eder. Yazmalar arasında Arapça, Farsça ve Türkçe Kur'an tefsirleri, hadis, fıkıh ve kelâm kitapları bulunmaktadır. Golius'un öğrencilerinden Alman asıllı J. G. Nisselius da 1565'te Testamentum inter Muhamedem et Christianae religionis populos initum (Muhammed ile hıristiyanlar arasında akdedilmiş ahid) adlı eseri yayımlamıştır.

1683'te Osmanlı ordusunun Viyana'da başarısızlığa uğrayarak geri çekilmesi, Avrupa'yı uzun zaman etkisi altında tutan Türk korkusunu ortadan kaldırdı. Bu olayla birlikte İslâmî araştırmalarda yeni bir dönem başladı ve böylece dinle kültüre daha açık bakabilme imkânı doğdu. Bu yeni gelişmeyi, 1701'den itibaren Utrecht Üniversitesi'nde profesörlük yapan Adrianus Relandus'un şahsında açıkça görmek mümkündür. Şarkiyat, İslâmiyat, ilâhiyat, felsefe, dil bilimi, arkeoloji ve coğrafya alanlarında çok üretken bir ilim adamı olan Relandus'un çalışmalarında İslâm'a karşı ön yargısız bir yaklaşım tesbit edilmektedir. İlk modern Hollandalı İslâmiyatçı diye bilinen bu bilgin, dogmatik hıristiyan taraf tutuculuğu bulunmayan saf bir ilmî ilgiye sahipti. Onun Fransızca, İngilizce, Almanca, İspanyolca, Felemenkçe'ye çevrilen ve Roma Katolik kilisesi tarafından yasak kitaplar listesine alınan De religione Mohammedica (Utrecht 1705, 1717) adlı eseri çığır açıcı niteliktedir. Bu kitabında, İslâm dini ve onun peygamberi hakkında o güne kadar Batı Avrupa'ya yayılmış olan efsane ve hurafelerin eleştirisini yapmıştır. Kitabın muhtevası XVIII. yüzyılın başlarındaki Hollanda İslâmiyatı'nın durumunu özetlemektedir. Uzun önsözünde Batı biliminde İslâm'ın ve Hz. Muhammed'in nasıl kötü gösterildiğini anlatır. Eserin birinci bölümünde, İslâm'ın iman esaslarını açıklayan akaide dair kısa bir risâlenin Arapça metnini ve Latince tercümesini verir; ikinci bölümde İslâm hakkında yaygın olan o günkü yanlış düşüncelerin bir sıralamasını yapar. Relandus daha sonra İslâm savaş hukuku ve cihad hakkında da bir çalışma yapmış (Dissertationes miscellaneae, Utrecht 1708, III, 1-53'te yayımlanan metin, daha sonra onun yukarıdaki eseriyle beraber Almanca'ya çevrilerek 1717'de Hannover'de tekrar basılmıştır), arkasından da Burhâneddin ez-Zernûcî'nin Taʿlîmü'l-müteʿallim'ini tahkik ederek Latince'ye çevirmiştir (Enchiridion studiosi, Arabice conseriptum a Borhaneddino Alzernouchi, Utrecht 1709).

Batı düşüncesindeki Aydınlanma çağı (XVIII. yüzyıl) Hollanda'da İslâm araştırmaları alanında az yankı yaptı. Burada Fransa'da olduğu gibi İslâm kurumlarına karşı bir hayranlık değil devamlı bir ilgi söz konusuydu. Bu dönemde Leiden Üniversitesi'nde ders veren Albertus Schultens Arapça eğitimini İncil tefsirinin hizmetine soktu ve bu ilim dalını hıristiyan teoloji araştırmalarının önemli bir yardımcı dersi haline getirdi. J. H. van der Palm, 1799 ve 1819'da Hz. Muhammed hakkında halk arasında büyük ilgi uyandıran, fakat ilmî açıdan önemsiz bulunan bazı konuşmalar yaptı. H. E. Weyers, Arabiyat ve İslâmiyat araştırmalarını yeniden yüksek bir seviyeye çıkardı ve Leiden adının tekrar dünyada tanınmasını sağlayacak olan öğrenciler yetiştirdi. İslâmiyat artık teologların değil filologların ve şarkiyatçıların ilgi alanı haline geldi. Bu ilim adamları, Batı'da hüküm süren pozitivist görüşlerin etkisi altında kalmalarına rağmen araştırdıkları olayların kökenine karşı açık fikirliydiler ve İslâm'ı modern Ortadoğu'nun tarihî gelişmesinde en önemli faktör gibi görüyorlardı. Bu dönemde şarkiyatçıların birçoğu kendilerini hıristiyan dogmalarından sıyırmış olarak İslâmiyet'e bakabilmiştir. Süyûtî'nin Ṭabaḳātü'l-müfessirîn adlı eserini Latince tercümesiyle birlikte neşreden (Soyutii Liber de Interpretibus Korani, Leiden 1839) A. Meursinge, Amsterdam'da 1843'te verdiği bir konferansta hıristiyan din adamlarına mutlaka İslâm'ı öğrenmelerini tavsiye eden P. J. Veth ve Şâfiî fakihi Ebû İshak eş-Şîrâzî'nin Kitâbü't-Tenbîh'ini yayımlayan (Leiden 1879) A. W. Theodor Juynboll bu yeni ekolün en önemli isimleridir.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında Hollanda'nın sömürgecilik faaliyetlerine paralel olarak ülkedeki şarkiyat ve İslâmiyat çalışmalarında da bir yoğunlaşma görülür. Önce S. Keijzer, Handboek voor het Mohammedaansche Regt ('s-Gravenhage 1853) adlı çalışması ile Mâverdî'nin el-Aḥkâmü's-sulṭâniyye'si üzerine geniş bir inceleme (DİA, I, 556) ve Şâfiî fakihi Ebû Şücâ' el-İsfahânî'nin et-Taḳrîb'inin Fransızca tercümesini (Précis de jurisprudence musulmane par Abou Chodja, Leiden 1859) yayımladı. Arkasından Maracci, Ullmann, Kazimirski, Sale ve Weil'in tercümeleri esas alınarak hazırlanan iki ayrı Hollandaca Kur'an tercümesi çıkarıldı (L. J. A. Tollens, Mohamed's Koran, Batavia 1859; S. Keijzer, De Koran, Harlem 1860). Daha sonra L. W. C. van den Berg, Nevevî'nin Minhâcü'ṭ-ṭâlibîn'inin Fransızca tercümesiyle tıpkıbasımını yayımladı (Manuel de jurisprudence musulmane selon le rite de Chafii, I-III, Batavia 1882-1884). Bu yayınların hepsi, halkı Şâfiî mezhebine mensup olan Endonezya'da çalışacak Hollandalı yönetici ve memurların eğitimi amacıyla hazırlanmış kitaplardı.

İslâmî araştırmaların bu ikinci gelişme döneminde özgün çalışmalar yapan önemli ilim adamlarının ilki Reinhart Pieter Anne Dozy'dir. Leiden Üniversitesi'nde genel tarih profesörü olan Dozy'nin asıl ilgi alanı Endülüs tarihi idi. Dozy İslâmiyat alanında tipik bir XIX. yüzyıl pozitivist karakteri sergilemiş ve özellikle İslâm'ın tarihî gelişiminin bir özeti olan meşhur kitabı Essai sur l'histoire de l'Islamisme sebebiyle (Leiden 1863, Türkçe tercümesi Abdullah Cevdet, Târîh-i İslâmiyyet, Kahire 1908) Türkiye'de çok şiddetli tepkilere yol açmıştır (bk. DOZY, Reinhart Pieter Anne).

Dozy'nin öğrencisi olan Michael Jan de Goeje Leiden Üniversitesi'nde Arapça profesörü idi. Taberî'ninkiler başta olmak üzere önemli tarihî ve coğrafî eserlerin baskılarını yapmasıyla ün kazanan de Goeje'nin İslâm medeniyetine yaklaşımı hocasından farklı olarak genel ön yargılardan uzaktı (bk. GOEJE, Michael Jan de). De Goeje okulunun en önemli siması G. J. van Vloten'dir. Onun, Hasan İbrâhim Hasan ile M. Zekî İbrâhim tarafından Arapça'ya (es-Siyâdetü'l-ʿArabiyye ve'ş-Şîʿa ve'l-İsrâʾiliyyât fî ʿahdi Benî Ümeyye, Kahire 1934) ve Mehmed S. Hatiboğlu tarafından da Türkçe'ye (Emevî Devrinde Arab Hâkimiyeti, Şîa ve Mesîh Akîdeleri Üzerine Araştırmalar, Ankara 1986) çevrilen Recherches sur la domination arabe, le chiitisme et les croyances messianiques sous le khalifat des omayades adlı eseri (Amsterdam 1894) hâlâ önemini korumaktadır. Van Vloten Türkiye ve Ortadoğu'yu gezip İstanbul kütüphanelerinde çalışmış ve seyahat hâtıralarını Oostersche Schetsen en Vertalingen adıyla yayımlamıştır (Amsterdam 1900). Christian Snouck-Hurgronje ise Theodor Nöldeke, Julius Wellhausen ve Ignaz Goldziher'in yanında modern İslâmoloji'nin kurucularından biridir. Gerçekleştirdiği hadis literatürünün tarihî ve tenkidî araştırmaları münasebetiyle özel olarak fıkıhla ilgilenmiştir. De Goeje'nin öğrencisi olan Snouck-Hurgronje, hacla ilgili doktora tezini (Het Mekkaansche Feest, Leiden 1880) tamamladıktan sonra 1885'te bir mühtedi gibi Mekke'de altı ay oturdu; hac, Mekke halkı ve Endonezya hacıları üzerine bir tarih ve kültürel antropoloji araştırması olan Mekka adlı kitabını yazdı (La Haye 1886-1889). Ayrıca İslâmiyet hakkında iki monografi ile birçok makale kaleme aldı (bk. SNOUCK-HURGRONJE, Christian). Bu dönemde Hollanda'da Snouck-Hurgronje'nin dışında başka araştırmacılar da vardı. Taberî'nin Târîḫ'inin yayımlanmasında de Goeje ile birlikte çalışan Martin Theodor Houtsma bunlardan biridir. Utrecht Üniversitesi'nde 1890'dan 1917'ye kadar profesörlük yapan Houtsma, aynı zamanda The Encyclopaedia of Islam'ın ilk edisyonunun yayın kurulu başkanıdır. De Goeje ve Snouck-Hurgronje'nin öğrencisi fıkıh uzmanı Th. W. Juynboll, Yahyâ b. Âdem'in Kitâbü'l-Ḫarâc'ını (Le livre de l'impôt foncier de Yaḥyā Ibn Ādam, Leiden 1896) ve L. Krehl'in baskısını tamamlayıcı olarak Ṣaḥîḥ-i Buḫârî'nin IV. cildini (Leiden 1908) yayımladı. Hollanda üniversitelerinde bugün dahi onun Şâfiî mezhebine dayanarak İslâm fıkhı üzerine kaleme aldığı Handleiding tot de Kennis van de Mohammedaansche Wet volgens de Leer van de Sjafi'itische School (Leiden 1903) adlı eseri okutulmaktadır. 1927'de Leiden Üniversitesi'nde Snouck-Hurgronje'nin yerine geçen Arent Jan Wensinck'in İslâmiyet'le ilgili ilk yayını Hz. Muhammed ve Medine yahudileri hakkındadır (Mohammed en de Joden te Medina, Leiden 1908). Kur'an metninin incelenmesi Wensinck'i, Kütüb-i Sitte ve Dârimî'nin es-Sünen'i ile İbn Hanbel'in el-Müsned'inin bir alfabetik indeksini yapma düşüncesine sevketti. Bu proje, çeşitli ülkelerden üyelerin katıldığı bir grupla yıllar sonra gerçekleştirilebildi: Concordance et indices de la tradition musulmane (el-Muʿcemü'l-müfehres li-elfâżi'l-ḥadîs̱i'n-nebevî, I-VIII, Leiden 1936-1988). Wensinck'in A Handbook of Early Muhammadan Tradition adlı eseri (Leiden 1927; Ar. trc. M. Fuâd Abdülbâkī, Miftâḥu künûzi's-sünne, Kahire 1353/1934) onun bir yan ürünüdür. Ölümünden sonra da The Muslim Creed, its Genesis and Historical Development ile (Cambridge 1937) La pensée de Ghazzālī (Paris 1940) yayımlandı. Snouck-Hurgronje'nin öğrencisi, aynı zamanda hukukçu ve Türkolog olan Arabiyatçı Johannes Heindrik Kramers, 1914-1921 yıllarında İstanbul'daki Hollanda elçiliğinde tercümanlık yapmış ve İslâm hukuku hakkındaki pratik bilgisini geliştirmişti. 1922'de Leiden Üniversitesi'nde Fars ve Türk dili öğretim üyesi, 1940'ta Wensinck'in yerine Arapça ve İslâmiyat profesörü oldu. Burada İslâm hukuku, kapitülasyonlar ve genel İslâm dini tarihi hakkında birçok makale yayımladı, The Encyclopaedia of Islam'ın ikinci edisyonunda önemli görevler üstlendi. Kramers'in Hollanda'daki İslâmî araştırmalara olan en büyük katkısı ölümünden sonra yayımlanan Kur'an tercümesidir (De Koran, Amsterdam 1956).

1950'li yıllara kadar daha çok Endonezya'daki İslâmiyet üzerinde yoğunlaşan Hollandalı âlimlerin çalışmaları bu tarihten sonra genişledi ve modern Ortadoğu ile Türkiye'nin yanı sıra Kuzey Afrika, Pakistan ve Hindistan'daki İslâmiyet'i de kapsamına aldı. Joseph Schacht'ın başlattığı İslâm hukukunun gelişiminin ilk dönem araştırmalarının yanında hukuk, klasik ve modern dinî edebiyat, tasavvuf, ilâhiyat ve siyasî müesseseler de inceleme konuları arasında yer aldı; bunlara daha sonra İslâm felsefesi ve sosyolojisi de eklenmiştir.

Günümüzde İslâmî araştırmaların en yoğun olduğu yer Leiden Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'dir. Burada, İslâmî Ortadoğu Dilleri ve Kültürleri Bölümü'nün yanı sıra Güneydoğu Asya Dilleri ve Kültürleri Bölümü bulunmakta, Amsterdam Üniversitesi'nin Edebiyat ve İlâhiyat fakülteleriyle Amsterdam Protestan, Utrecht, Nijmegen Katolik, Groningen ve Tilburg Katolik üniversitelerinde İslâmî ilimler sahasında araştırma yapan pek çok ilim adamı çalışmaktadır.

İslâmiyat araştırmalarının bu ülkedeki başlangıcından itibaren süregelen filolojik yaklaşım günümüzde yerini daha çok İslâm tarihini, İslâm'ın çeşitli yerel kültürlerde algılanış biçimlerini ve Ortadoğu politikasını içeren bir yaklaşıma bırakmıştır. Bunun sebebi, politik ve ekonomik gelişmelerle aralarında Türkler'in de bulunduğu birçok müslümanın bu ülkede yaşamasıdır. Bundan dolayı araştırmalar sadece edebiyat fakültelerinin dil bölümleriyle sınırlı kalmamakta, sosyal bilimler, tarih ve sanat tarihi gibi diğer bölümlerde de gerçekleştirilmektedir. 1980'de Nederlandse Vereniging voor de Studie van het Midden-Oosten en de Islam adlı dernek kuruldu. Kuruluşundan beri çeşitli yayınlar yapmakta olan bu dernek 1985'ten itibaren "Nieuwe reeks" adıyla yeni bir seri başlatmıştır; bu seri de diğer yayınlar gibi çoğunlukla Hollandaca'dır.

Araştırmacılar okuyucuyu İslâm üzerine bilgilendiren kitaplara önem vermektedirler. Bu alanda tanınan yayınlardan biri, Jacques Waardenburg'un yazdığı İslâm'ın tarihteki ve günümüzdeki durumunu, Batı'ya etkisini ve Hollanda'daki gelişimini ele alan Islam: Norm, Ideaal en werkelijkheid adlı kitabıdır (Antwerpen 1984). Amsterdam'da 1988'den bu yana faaliyet gösteren Middle East Research Associates (MERA) Ortadoğu'daki ekonomik, politik ve sosyal gelişmeler üzerine yapılan araştırmaları yayımlamaktadır. Bu arada Hollanda'nın eski kolonisi olan Endonezya ile ilgili çalışmalar yine devam etmektedir. İslâm dünyasının modernleşmesi ve modernleşme tartışmaları da çalışma konuları arasındadır.

İslâm tarihiyle ilgili araştırmaların bir kısmı Ortaçağ'da yazılan İslâm klasiklerinin tercüme edilmesiyle gerçekleştirilmektedir. Meselâ G. H. A. Juynboll Taberî'nin Târîḫ'ini İngilizce olarak yayımlamıştır (The History of al-Ṭabarī, Albany 1989). J. J. Witkam'ın, Leiden Üniversitesi başta olmak üzere Hollanda'daki çeşitli kurumlarda bulunan Arapça yazmaların tanıtımını içeren Catalogue of Arabic Manuscripts in the University of Leiden and other Collections in the Netherlands ile (Leiden 1983) aynı kişinin editörlüğünü yaptığı, yazmalar üzerine bilgi veren Manuscripts of Middle East (1986) adlı dergi dikkat çeken çalışmalardır. Kramers'in yaptığı Kur'an'ın Hollandaca'ya çevirisine Fred Leemhuis tarafından bir yenisi eklenmiş (De Koran, Houten 1989), 1992'de Kramers'in eseri gözden geçirilerek yeniden yayımlanmıştır. Hadis alanındaki en önemli isim, isnad zincirleri üzerine araştırmaları ile tanınan ve bu konuda Muslim Tradition adlı bir kitapla (Cambridge 1983) birçok makale yazan G. H. A. Juynboll'dür.

Son yıllarda Hıristiyanlık-İslâm ilişkileri açısından yapılan araştırmalar da giderek artmaktadır. Leiden Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi bünyesinde kurulan İslâm ve Hıristiyanlık Dokümantasyon Merkezi bunun bir işaretidir. Ayrıca aynı konuda 1988'den bu yana yayımlanan Sharqiyyāt ve ilk sayısı 1993'te çıkan Orientations dergilerini de zikretmek gerekir.

1984'ten 1997 yılına kadar otuz cilde ulaşan, Hans Daiber ve David Pingree'nin editörlüğünü yaptıkları "Islamic Philosophy, Theology and Science" serisi çok ayrıntılı konulara yer vermektedir. Meselâ bu serinin XI. cildi Kustâ b. Lûkā'nın hac rehberini (G. Bos, Qusṭā ibn Lūqā's Medical Regime for the Pilgrims to Mecca, Leiden 1992), XIII. cildi Ebü'l-Fazl İbnü'l-Amîd'in bilim ve felsefe konularındaki yazılarını (H. Daiber, Naturwissenschaft bei den Arabern im 10. Jahrhundert n. Chr. Briefe des Abū'l-Faḍl Ibn al-ʿAmīd an ʿAḍudaddaula, Leiden 1993) içermektedir. İbn Tufeyl'in felsefî romanı Ḥay b. Yaḳẓân'ın Hollandaca'ya tercüme edilmesi de (R. Kruk, Abū Bakr Muḥammad ibn Ṭufayl: Wat Geen Oog Heeft Geizen, Geen Oor Heeft Gehoord en in Geen Mensenhart is Opgekomen, De Geschidenis van Ḥayy ibn Yaqẓān, Amsterdam 1985) bu ülkedeki İslâm araştırmalarının kapsamını göstermesi bakımından önemlidir.

Hollanda'daki İslâm araştırmaları konusunda, yayıncılıkta belli bir ekol oluşturan E. J. Brill Yayınevi'nden ayrıca söz etmek gerekir. Brill'in fikir babası, Leiden Üniversitesi'nde şarkiyat çalışmaları yapan araştırmacıların eserlerini yayımlamak gibi bir planla 1683'te Leiden'e yerleşen Jordan Luchtmans'tır. Luchtmans ve daha sonra oğlu Samuel Latince, Yunanca, İbrânîce ve Arapça birçok eser yayımladılar. Kurumun ilk yayınları Vita Saladini ile (1732) Thomas Erpenius'un Grammatica Arabica'sıdır (1733). Brill isminin kullanılması ise 1800 yılında Jan Brill'in Leiden'de Doğu eserlerini basmayı hedefleyen bir matbaa kurması ve 1806 yılında Samuel Luchtmans tarafından yayınevine ortak alınmasından sonra gerçekleşti. Luchtmans'ın ölümünden sonra yayınevinin yönetimini Jan Brill üstlendi; mirasçıların 1848'de ellerindeki hisseleri Jan Brill'in oğlu Evan Jan Brill'e satmalarıyla da bugünkü E. J. Brill firması ortaya çıktı. O yıllarda Hollanda'daki şarkiyat araştırmalarının çok verimli olması Brill Yayınevi'ne büyük bir ün kazandırdı. Evan Jan Brill yayımcılığın yanında matbaacılığa çok önem verdi ve iflâs eden Elseviers Basımevi'nin Doğu dillerindeki hurufatını ve baskı aletlerini satın aldı. Onun zamanında Dozy ve talebesi de Goeje'nin birçok eseriyle de Goeje'nin editörlüğünde Taberî'nin Târîḫ'i, coğrafya üzerine yazılmış klasik Arapça kitaplardan oluşan sekiz ciltlik Bibliotheca Geographorum Arabicorum adlı külliyat ve Prussian Royal Academy adına on bir ciltlik bir koleksiyon halinde İbn Sa'd'ın Ṭabaḳātü'l-kübrâ adlı eseri yayımlandı.

Hollanda'da XIX. yüzyılın sonlarına kadar İslâm dünyasıyla ilgili araştırmalara daha çok Araplar ve Arapça açısından bakılıyordu; daha sonra Snouck-Hurgronje'nin tesiriyle İslâmî ilimlere de yer verildi. Brill Yayınevi onun ve öğrencilerinin yazdıkları birçok eseri yayımladı. Snouck-Hurgronje'nin açtığı bu çığırın İslâm dünyası ve İslâmî ilimler sahasında ansiklopedik bilgi gereğini ortaya çıkarması üzerine de 1908'den itibaren The Encyclopaedia of Islam'ın yayımına başladı. İlk yıllarda yalnız Hollandalı şarkiyatçıların eserlerine ilgi gösteren Brill, The Encyclopaedia of Islam'la birlikte birçok ülkeden yazarın kitaplarını da programına aldı; Carl Brockelmann'ın Geschichte der arabischen Litteratur'ünün ikinci baskısı ile Fuat Sezgin'in Geschichte des arabischen Schrifttums'u bunların başlıcalarıdır. Arabica, The Journal of Arabic Literature, Die Welt des Islams ve Social, Economic and Political Studies of the Middle East dergileri de Brill Yayınevi tarafından çıkarılmaktadır.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA