Sağlığı bozabilecek anormal veya aşırı yağ birikimine obezite diyoruz. Çünkü vücutta aşırı yağlanma karaciğer başta olmak üzere pankreası yorarak sağlıklı yaşamı tehdit etmekte, kanserden koroner kalp hastalığına kadar bir dizi hastalığın birden ortaya çıkmasını tetiklemektedir. Bunun dışında eklemler, iskelet sistemine binen yük nedeniyle kemik hastalıkları gelişebilmektedir. Bu nedenle obezitenin tedavi edilmesi hatta bireyin obez olmadan önce şişmanlıktan korunma sağlanması kritik konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Toplumlarda obezitenin yıllara göre artmasını sağlayan temel fizyolojik mekanizmayı bilim adamları iki teoriyle dayandırıyor. Bu teoriler aslında nasıl obezite gelişiyor sorusunun da net yanıtlarını veriyor.
İlki tutumlu gen teorisi dediğimiz vücudun metabolik bir adaptasyonu. Bu teoriye göre kıtlık zamanında depolamaya programlı genlerimiz, bolluk zamanında yağlanmayı tetikliyor. Yani siz yemek bulmadığınızda genleriniz, bulduğu yiyecek kadar metabolizmayı küçülterek kaloriyi daha tasarruflu kullanmayı sağlıyor. Yemeğin bol olduğu süreçte vücut bu yiyecekle alınan kaloriyi daha hızlı harcamak yerine depolamayı tercih ediyor. Aslında birçok bireyin vücudunun harcadığında daha fazla kalori alarak aktiviteyi de yapmayarak her yıl düzenli olarak kilo almasının altında yatan neden de bu.
İkincisi gelişimsel köken teorisi dediğimiz, anne karnında bebeğin maruz kaldığı besin ve kalorinin gelecekteki vücut ve beyin gelişimini etkilemesi. Özellikle annenin beslenmesi şekerli, yağlı ve kalorili olursa, bebeğin doğum kilosundan bağımsız ileriki yaşlarında hızlı ve kalıcı kilo alması da beklenen bir durum oluyor. Annenin beslenmesi bebeğinin yaşam boyu kronik hastalık yük açısından ne kadar şanslı ya da riskli olduğunun da temel göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca ailede anne ve baba şişmansa çocuğun şişman olma olasılığı da hiç kilo sorunu olmayan ebeveynlere göre sekiz kat daha fazla.
AŞIRI YEMEYE İTEN FAKTÖRLER NEDİR?
Bunun dışında klinik tecrübelerime bakarak şişmanlamayı sağlayan etmenleri şöyle gözlemlemekteyim. İlki bireylerin aşırı yemek yemesi ve buna aşırı iten nedenlerin bulunması obezitenin ana nedeni diyebilirim. Unutmayın obezite beyinde bağlamakta ve beyinde de bitmektedir. Beyinde başlamasını sağlayan dürtüler, iştah ve tokluk dengesinin bozulmasıdır. Aşırı yemeye ya da iştahın kontrolden çıkmasına iten nedenler; açlık, duygusal yeme, uykusuzluk, hedonizmdir. Ve bu etmenler bireyi sürekli olarak şekerli ve kalorili yiyeceklere iter. Sonuç kaçınılmaz olarak aşırı yağ depolama ve obezite olarak karşımıza çıkar.
İkincisi enerji yakımını azaltan etmenler. Bunlar; yaşlanma, kahverengi yağ depolarında azalma, öğünün termojenik etkisinde zayıflık, endokrin nedenler ve ilaçlardır. Üçüncüsü ise fiziksel aktivite yapamama ya da yapamamadır. Çünkü aktif olmayan bir vücudun aldığı fazla enerjiyi depolaması daha hızlıdır. Enerjinin de depo şekli maalesef yağdır ve aktivite yapmayan kişileri bekleyen en önemli tehlike de zamanla bireyin obeziteye doğru bir geçişidir.
ENDOKRİN SEBEPLER OBEZİTEYE GÖTÜRÜR
Obezitenin gelişmesinde yeme ve çevresel faktörler birbirinden ayrılmaz bir parçadır. Bireyi obez yapan temel sebep çoğunlukla yanlış beslenmedir. Ancak endokrin nedenler de obeziteye katkı sağlar. Bireyde hipotalamusun zedelenmesi veya hipotalamusta tümörlerin bulunması doyma hissinin ortadan kalmasına neden olur ve bireyin sürekli yemesini tetikler. Bu bireyler çok kısa sürede anormal kilo alarak obezite hastalığının pençesine düşerler. Cushing sendromu, hipotiroidi, hipogonadizm, büyüme hormonu eksikliği ve polikistik yumurtalık sendromu gibi hastalıklar bireyi şişmanlatır. Bu sebeple obezitenin temel nedeninin ayrışması için endokrinolojik muayene tedavinin sağlıklı ilerlemesi açısından oldukça önemlidir.
ZAYIFLAMANIN ANAYASASI TOK KALARAK KİLO VERMEKTİR
Obezite geliştikten sonra bireye özgü gelişen tat zevkini yasaklarla terbiye etmek imkansızdır. Bu sebeplerle haşlama tavuk, ızgara sebze ve pirinç lapalarıyla yapılan diyetler sonucu belirli bir kiloya kadar inmeyi başaran kişilerde diyeti bıraktıktan sonra daha fazla kilo almayı tetiklediği bir gerçektir. Aç kalarak değil tok kalarak zayıflamak önemlidir. Aç kalarak zayıflamanın dezavantajları saymakla bitmez. Kilo vermek için kalori açığı yaratmak ve iyi aktiviteler yapmak sağlıklı zayıflamanın anayasası ise bunu iyi planlamak gerekir. Vücudun harcadığından daha az kalorili yemek ile bireyin yağ depolarından enerji kullanmasını sağlamak zayıflamaya başlanılan ilk sürelerde hafif açlık hissini yaratacaktır.
Bu normal ancak öğüne çorbayla başlamak, yemekle beraber su içmek, sağlıklı yemeğin yanında bol salata yemek hafif açlığı ortadan kaldırmada oldukça etkindir. Fakat açlık diyetleri dediğimiz durum bambaşkadır. Daha hızlı zayıflamak için günde sadece üç yumurta yemek, öğünleri elma ve yoğurtla geçiştirmek, kahvaltı yapmamak, yemek yerine sürekli kahve ile geçiştirmek, sadece haşlanmış tavuk ve yanına sebze yemek yani bir öğünde dolayısıyla bir günde doğal yiyecek gruplarından yeterince yemeden zayıflamak metabolizmayı tamamen bozar. Açlık insan vücudu için iyi bir şey değildir. Aç kalarak zayıflamanın acı sonuçları olur. Evet aç kalan kişi kilo verebilir ama hiçbir zaman ne sağlığını ne de verdiği kiloyu koruyabilir. Açlık diyetleriyle zayıflayanlarda; diürez oluşur, idrarda sodyum, potasyum gibi mineraller fazlaca atılır tansiyon düşer, verilen kilonun büyük kısmı su ve kas kaybından olur, kanda ürik asit yükselir, safra taşları oluşur, metabolizma yavaşlar, saç dökülmesi, hemen yorulma ve sinirlilik kendini gösteren en önemli sorunlardır. Bu nedenle zayıflarken öğün düzeniniz olmalı, 3 ana 1 veya 2 ara yapmalısınız. Her öğünde farklı besin gruplarından az porsiyonda doğal yiyeceklere yer vermelisiniz. Her gün taze meyve, sebze, süt ürünü ve sağlıklı hayvansal protein içeren çeşitli yiyecekleri zayıflama diyetinde ihmal etmemelisiniz. Size tavsiyem açlık diyetiyle değil dengeli düşük kalorili doğru planlanmış beslenme ile zayıflayarak sağlığınızı korumalısınız.
SAĞLIĞINIZ İÇİN 7 HAP BİLGİ
1- Fazla kilolarınızı vererek diyabet, kalp hastalığı, yüksek tansiyon ve kanser hastalıklarına yakalanma riskinizi azaltacağınızı unutmayın. Her 5 kg fazlalıktan kurtulmak kronik hastalıklara yakalanma şansınızı yüzde 30 azaltır.
2- Her gün en az 7 saat düzenli uyku; kalp krizi, depresyon ve kanser riski ortadan kalkıyor; bunu aklınızdan çıkarmayın.
3- Her gün yürüyüş ve nefes egzersizleri yaparsanız kortizol hormonu seviyenizi düşürür, anksiyetenizi dindirirsiniz. Düzenli yürüyüş yaptığınızda kolon kanserine karşı bedeninizi yüzde 90 kadar korursunuz. Burnunuzdan derin nefes alıp akciğerleriniz tamamen boşalana kadar ağızdan nefes verirseniz kalp hıznızı düşürür sakinleşirsiniz.
4- Yürüyüş temponuzu artırdığınızda hem diyabet riskiniz azalır hem de bel basen yağlarınız erir bacaklarınız incelir. Yürüyüşleriniz sık ve uzun olsun. Günlük yürüyüşleri 30 dakikadan 40 dakikaya çıkarmak diyabetten yüzde 20 koruma sağlarken haftada en az dört kere en az 60 dakika yürüyüş sizi yüzde 50 kadar diyabetten koruyacak etki sağlar.
5- Gece uykuya dalarken telefon, bilgisayar, tablet gibi mavi ışık kaynaklarına bakmak melatonin hormonu salınımını dolayısıyla sirkadiyen ritmi bozar, metabolik hastalık oluşumu artar. Gece yatmadan bir saat önce mavi ışığa paydos edin.
6- Beyaz ekmek, yüksek ısıda pişirilmiş etler, fazla kilo, alkol hareketsiz yaşam kalın bağırsak kanserinin ana nedenleridir. Bu dörtlüden uzak durun.
7- Sabah kahvesi enerji artırır, zihinsel rahatlama sağlar, kortizolü etkilemez, depresyondan korur, karaciğeri yeniler, kalın bağırsak ve karaciğer kanseri riskini azaltır. Güne kahveyle başlayabilirsiniz.