Ayer ve Erdem, anne sütü, eşek sütü hatta kaplumbağa kanı içerek kanserden kurtulabileceğini sanan hastalarla karşılaştıklarını anlattı. Uzmanlar, hasta ve yakınlarını kulaktan dolma bu tehlikeli yaklaşımlardan korumak amacıyla bu eğitimlere başladıklarını söyledi. Kanser tanısı alan hasta ve yakınlarının tedavi sırasında karşılaşabilecekleri zorlukları, tedavi süreciyle ilgili kafalarında yer alan soru işaretleri ve kaygılarını gidermeye yönelik geçtiğimiz Eylül ayında Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi'nde hayata geçirilen Hematoloji Onkoloji Hasta Okulu sayesinde, hasta ve yakınları henüz tedaviye başlamadan, 'işi okulunda öğrenip' tedavi uyumu ve başarısını artıracak bilgilerle donatılıyor. Her hafta düzenli olarak aynı gün ve saatte yapılan ve yaklaşık 1,5 saat süren derslerde, şimdiye dek bine yakın hasta ve yakını eğitim aldı.
Hastalar henüz tanı alır almaz onkoloji polikliniklerinde kurulan eğitim odalarında bilgilendirilmeye başlanıyor. Ardından her hafta düzenli olarak yapılan derslere davet ediliyor ve katılmak isteyenlere eğitimlerde hematoloji uzmanı, onkoloji uzmanı, diyetisyen, onkoloji hemşiresi ve psikolog, yaşanabilecek tüm süreçler, karşılaşabilecekleri zorluklar ve hayatlarını tedaviyle daha uyumlu sürdürebilmeleri için yapabilecekleri değişiklikler anlatılıyor. Hastaların hayatını tehlikeye atabilecek kulaktan dolma bilgilere karşı da önemli bilgiler veriliyor.
"ACI KAVUNDAN ZEHİRLENDİ, ZOR KURTARDIK"
Hematoloji Onkoloji Hasta Okulu'nun kurucularından Çam ve Sakura Şehir Hastanesi Hematoloji Klinik Şefi Doç. Dr. Mesut Ayer, projenin ortaya çıkış amaçlarından birinin de kanser hastalarının çoğu zaman suistimal de edildiği, kulaktan dolma bilgilere karşı bilinçlendirmek olduğunu kaydederek "Tedavinin yerini alabilecek farklı uygulamaları ön plana çıkarmak gibi birtakım yaklaşımlar var. Herkes bir şey söylediği için hastalar gerçek medikal tedavilerini bırakıp buna alternatif yollara başvurabiliyor. Sadece farklı beslenerek iyileşebileceğine inanan insanlarla karşılaşıyoruz. Bu hastalığın tanısını duyar duymaz zaten ilk söylenen şeylerden biri bir takım aktar tavsiyeleri, bitkisel şuruplar, besinler vs. 'Bunları kullanabilir miyiz' diye hastalar bize geliyorlar. Ya da yurt dışından birtakım katkı maddeleri alıp getirenler var. Hatta benim yakınlarımdan birisinde yaşadık biz bunu, 'acı kavun' dedikleri bir şey, ilk defa gördüm ben de. Anafilaksiden yani ani zehirlenmeden ölmek üzereydi hasta, zor kurtardık. Kaplumbağa kanı içmeye çalışanlar var. Hele hele bunları asıl tedavilerinin yerine koymaları en büyük sıkıntı" dedi.
"BİLİNMEZLİK BİTİNCE UYUM BAŞLIYOR"
Hasta ve yakınları açısından kanser tanısından sonra üç ana konu olduğunu söyleyen Doç. Dr. Ayer, "Birincisi, hastane ve tedavi süreçlerinin işleyiş şekilleri, ikincisi beslenme konusunda çok sorular oluyor, üçüncüsü de işin psikolojik boyutu. Bununla mücadele etmek tedavi sürecini çok etkiliyor. Özellikle tedaviye uyumu çok etkiliyor. Ayrıca hastaları ilk başta hastane sürecindeki belirsizlikler strese sokuyor. Neden beklediğini bilmiyor. Zaman kaybı olduğunu düşünüyor bazen ve bu da onları strese sokuyor. Ama eğitimlerde o bekleme gerekçelerini anlatıyoruz ve büyük oranda rahatlıyorlar. En az talep ise psikolojik destek tarafından geldi şimdiye dek. Çünkü çoğu hasta ve yakını bunu içinde yaşıyor. Bu konuda birilerine danışabileceğini bile bilmiyor. Bu eğitimlerden sonra gözlemlediğiniz en önemli şey, hasta ve yakınlarımız muhatap bulabildikleri, soru sorabildikleri için çok daha mutlu. Tedaviye de daha iyi uyum sağlıyorlar. Onlardan talep gelmeden bu karşılandığı için de çok şaşırıyorlar." diye konuştu.
"KADINLARIN FARKINDALIĞI DAHA YÜKSEK"
Doç. Dr. Ayer, hastanın medikal tedavi süreçlerine daha çok odaklandığını ve bu yönde sorularla geldiğini anlatırken, hasta yakını ya da bakım vereni olarak kadınların sürece daha uyumlu ve hassas olduğunu kaydederek, "Genelde eşi, annesi ya da kız kardeşi olabiliyor, kadınlar bu işte daha oryanteler. Çünkü ihtiyaçları, nerede takıldıklarının daha farkındalar. Kadınlarda farkındalık daha yüksek yani. Bizim planımız tanı aldıktan sonra, tedaviye başlamadan hemen önce bu eğitime başlatmak. Uyumun en iyi olduğu, soru işaretlerinin en çok olduğu dönem o dönem. Ama yeni tanı alan, tedaviye henüz başlamış hastalar da var, tedaviye başlamış olup aklına bir takım takılan sorular olup da bu eğitime katılmak isteyenler de oluyor" ifadelerini kullandı.
"TEDAVİYİ İMKANSIZ KILABİLİYOR"
Çam ve Sakura Şehir Hastanesi Tıbbi Onkoloji Klinik Şefi Doç. Dr. Gökmen Umut Erdem ise tedavide en zorlandıkları konunun kanser hastalarının hayatını tehlikeye atan alternatif uygulamalar olduğunu kaydederek "Biz hastaya bir şekilde kemoterapi ya da immünoterapi verirken, hasta başka tedaviler de almaya başlıyor. Bunlar bitkisel oluyor ya da başka alternatifler oluyor. Hastanın karaciğer enzimlerinde yükselme, karaciğer yetmezliği ya da böbrek yetmezliği ile karşı karşıya kalabiliyoruz. Kaplumbağa kanı, eşek sütü, anne sütü ya da bitkisel karışımlarla tedavi almaya çalışıyorlar. Biz hasta okulumuzda hastaların beslenme konusunda hangi yiyecekleri alması, almaması ya da bu bitkisel ürünlerden uzak durmaları gerektiği konusunda bilgilendirme yapıyoruz. Çünkü o alternatif tedaviler yüzünden hastayı kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabiliyoruz. Yani hasta kanserden değil, bunların yan etkilerden dolayı ölebiliyor. Bu ürünler bizim kemoterapi, immünoterapi ya da akıllı ilaçlarımızın etkinliğini azaltabiliyor ya da bu ilaçların yan etkilerini artırabiliyor. Bazen yeni teşhis almış bir hasta alternatif yolları öğrenip 'Bununla 3 ay bir deneyeceğim, ondan sonra size geleceğim' diyebiliyor ama 3 ay sonra geldiğinde tabi ki tedaviye de yanıt alamıyoruz, hastalık ilerlemiş oluyor. Kemoterapi verebilecek, bundan fayda görebilecek hastaya bunu bile uygulayamıyoruz. Çünkü karaciğer değerleri artmış oluyor ya da böbrek yetmezliği gelişmiş oluyor hastada" dedi.
"BU OKULUN BAŞKA ÖRNEĞİ YOK"
Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi Koordinatör Başhekimi Prof. Dr. Nurettin Yiyit ise düzenli olarak devam eden eğitimlerle bu hasta okulunun kamu ve özel hastaneler içinde bir benzeri olmadığına işaret ederek şunları söyledi: "Medikal taraf kanser tedavisinin sınırlı bir kısmı. Bunun sosyolojik ve psikolojik kısmı da var. Eğer hasta zihnindeki soru işaretlerini silemezse, yani bir bilinmezliğe yürürse, hiçbir zaman mutlu olmuyor ve tedaviye uyumu da sınırlı kalıyor. Öncelikle polikliniklerimize geldiklerinde her daim bilgi alabilecekleri, sorularına cevap bulabilecekleri bir alan oluşturduk. Daha sonra da bunu bir okul formatına kavuşturduk. Derslerimiz önceden belirli gün ve saatlerde yapılıyor. Katılımcılar ona göre kendini planlıyor ve zihinlerinde yer edebilecek ya da bizim geçmiş tecrübelerimizden hastaların dert edebileceğini düşündüğümüz her şeyin cevabını burada bulabiliyorlar. Hematoloji / Onkoloji Hasta Okulumuz her hafta standarda bağlanmış bir okul. Aynı şekilde diyabet, hipertansiyon gibi kronik hastalıklar için de hasta okullarımız var. Kamuda ve özel sektörde bu şekilde düzenli olarak yürüyen örnek bir format daha yok diyebilirim"
"BU OKUL BANA ÇOK ŞEY KATTI"
Hasta okuluna geldikten sonra tedavisinin daha iyi ilerlediğini anlatan Kamuran Derya (63) karaciğer ve mide kanseri nedeniyle tedavi gördüğünü söyledi. Derya, "Bu okul bana çok şeyler kattı. Yememi, içmemi, geleceğimi garanti altına aldı. Moral olarak da hastalığımın daha iyiye gitmesini sağladı" dedi.
"İLK OLARAK OTLARA BAŞVURDUK"
Annesi pankreas kanseri teşhisi aldığında ilk olarak internetten bitkisel tedavileri araştırdıklarını ve şehir dışından karışım sipariş ettiklerini anlatan Mehmet Fatih Ay ise bu eğitimlere katıldıktan sonra bunun tehlikelerini öğrendiklerini kayderek, "Başta nasıl iyileştirebiliriz, en kısa yoldan 'en doğal bir şekilde' diye düşünerek internette karşımıza otlar vs alternatif tedaviler çıkıyordu. Kemoterapi korktuğumuz bir şeydi. Burada aldığımız eğitimde gördük ki o otlar kesinlikle kullanılmayacak. Çünkü ilaçların etkinliğini azaltabiliyor. O yüzden anneme bir daha teklif bile etmedik" diye konuştu.