Dünyada her yıl 2 milyondan fazla kadın meme kanserine yakalanırken, ülkemizde ise her yıl yaklaşık 20 bin kadına meme kanseri teşhisi konuluyor. Medikal Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Metin Şeker, meme kanserine neden olan risk faktörlerini sıraladı.
KADIN CİNSİYETİ VE İLERİ YAŞ EN ÖNEMLİ RİSK FAKTÖRÜDÜR
Meme kanserinin sebebini, memedeki hücrelerin uzun süre östrojene maruz kalması sonucu zamanla kansere dönüşmesi olarak açıklayan Doç. Dr. Mehmet Metin Şeker, "Meme kanseri için en önemli risk faktörleri kadın olmak ve ileri yaştır. Cinsiyet ve yaş dışında genetik durum da oldukça önemli bir faktörüdür. Bunlar dışında obezite, fiziksel aktivite azlığı, beslenme, alkol-sigara tüketimi, hamilelik ve emzirme de meme kanseri riskini etkiyen nedenlerdendir" dedi.
ONKOLOJİDE YAPAY ZEKA UYGULAMALARININ KULLANIMI ARTIYOR
Teknolojinin hızlı bir şekilde gelişmesiyle birlikte yapay zeka uygulamalarının onkolojide kullanımının giderek arttığına dikkat çeken Doç. Dr. Mehmet Metin Şeker, "Bunun en güzel örneği; yapay zeka ve derin öğrenme kapasitesine sahip bilgisayarlar ile mamografiler ve patolojiler çok yüksek bir doğruluk oranı ile değerlendirilebiliyor ve meme kanserinin erken dönemde tanısı konabiliyor. Bugün için mümkün olmasa da kısa bir süre sonra yapay zeka ile hastalar için en uygun tedavi ilacı belirlenebilecek ve hastanın tedaviden fayda görüp görmediği de tespit edilecektir" diye konuştu.
AİLESİNDE MEME KANSERİ OLANLAR DAHA ERKEN YAŞLARDA TARAMA YAPTIRMALI
Her 8 kadından 1'inin yaşamı boyunca meme kanseri olma riski taşıdığını hatırlatan Doç. Dr. Şeker, ayrıca erken tanı alan hastaların tedavilerinin daha kolay yapılabildiğinin ve sonuçların çok daha iyi olduğunun, bu nedenle meme kanserinin erken tanısının çok önemli olduğunun altını çizdi. Bu amaçla tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de 40 yaşından itibaren tüm kadınlara yılda bir defa mamografi ile tarama yapıldığını kaydeden Doç. Dr. Şeker, ailesinde meme kanseri olanlarda veya genetik olarak riski yüksek olanlarda taramanın daha erken yaşlarda başlayabileceğini ve ultrason, MR gibi yöntemlerin de kullanılabileceğini belirtti.
TÜMÖRÜN EVRESİ, PATOLOJİSİ VE HORMON RESEPTÖRLERİ TEDAVİDE BELİRLEYİCİDİR
Meme kanserinin tedavisinde kullanılan yöntemlerin ameliyat, radyoterapi, hormonal tedavi ve kemoterapi olarak sınıflandırabileceğini aktaran Doç. Dr. Mehmet Metin Şeker, konuşmasına şöyle devam etti:
"Hangi tedavi yönteminin seçileceğine ve doğru sıralamanın nasıl olacağına karar vermemizde en önemli kriterler hastalığın hangi evrede olduğu ve patoloji incelemesi sonucu belirlenen östrojen reseptörü, progesteron reseptörü ve HER-2 skorudur. Bu nedenle hastaya özgü en doğru tedavi planı için hastaların tedavi öncesinde bir medikal uzmanı, radyasyon onkolojisi uzmanı ve genel cerrah tarafından değerlendirilmesi çok önemlidir."
YÜKSEK KARBONHİDRATLI BESİNLER VE DOYMUŞ YAĞLARDAN UZAK DURULMALI
"1950'lerden itibaren meme kanseri gelişiminde hormonların yani östrojen ve progesteronun önemli bir rol oynadığı bilinmektedir" diye konuşan Doç. Dr. Mehmet Metin Şeker, "Bu nedenle bu hormonların seviyesinin veya meme dokusundaki etkinliğinin azaltılması tedavide oldukça önemlidir. Tıpkı ilaçlar gibi beslenme de östrojen ve progesteron seviyelerini etkilemektedir. Yüksek karbonhidratlı besinler, özellikle doymuş yağ asitlerinden zengin yüksek yağlı besinler, tuz oranı yüksek gıdalar meme kanseri riskini artırmaktadır ve uzak durulması gereken besinlerdir. Soya ve keten tohumu gibi gıdalar da fitoöstrojenler içermektedir. Bu besinlerle yapılan çalışmalarda meme kanseri ile ilgili çelişkili sonuçlar vardır. Meme kanserli hastaların güvenli sınırda kalmak için bu gıdalardan da uzak durması uygun görülmektedir" ifadesini kullandı.
Düzenli yapılan fiziksel aktivitenin de hormon profilini olumlu yönde etkilediğinin ve meme kanseri ile birçok diğer kanser türüne karşı koruyucu etki gösterdiğinin altını çizen Doç. Dr. Şeker, sağlıklı beslenme ve düzenli fiziksel aktivitenin birlikte uygulanmasının hastalara neredeyse kemoterapiye yakın bir fayda sağladığını aktardı.
Teknolojinin ilerlemesi ve kanserli hücrelerin genetik yapısının öğrenilmesi ile doğrudan kanserli dokuları hedefleyen ilaçlar yapmanın mümkün hale geldiğini söyleyen Doç. Dr. Şeker, bu sayede tedavide daha etkili olan ve yan etkileri daha az ilaçların üretildiğini vurguladı.