Kronik (geç dönem) derin ven trombozunun (DVT), kronik toplardamar tıkayıcı hastalıkların önemli bir bölümünü oluşturduğunu belirten Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Mert Dumantepe, bunun toplardamarların pıhtı ile tıkanmasından itibaren 1 ay geçtiği anlamına geldiğini ifade etti. Günümüzde, kronik DVT ve post-trombotik sendromun sıklıkla görülmesinin nedenlerinin; özellikle akut derin ven trombozunun tanısının geç konulması ile tedavisinin doğru ve etkili şekilde yapılamaması olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Dumantepe, "Post-trombotik sendrom fizyolojik ve psikolojik olarak hastayı olumsuz etkilemektedir" dedi.
Her Derin Ven Trombozu Geçiren, Post-Trombotik Sendrom Oluyor Mu?
Her derin ven trombozu geçiren hastanın, Post-trombotik Sendrom olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Dumantepe, sözlerine şöyle devam etti: "Post-trombotik sendromun gelişimi için bazı önemli risk faktörleri mevcuttur. Bunların arasında; pıhtıya bağlı tıkanıklığın özellikle karnın içine doğru devam etmesi yani iliak venlerin tıkanması, anlamlı rekanalizasyon gelişmemesi, derin ven trombozunun tam olarak iyileşmemesi veya sonradan bir veya birden fazla tekrarlaması bulunmaktadır. Post-trombotik sendrom sonrasında oluşan damar içindeki tahribat; kısmi tıkanıklıktan, tam tıkanıklığa kadar değişen bir tablo gösterir. Özellikle akut dönemde, girişimsel tedavide gecikilmesini takiben, derin toplardamar içindeki kapaklarda ortaya çıkan tahribat ve gelişen derin venöz yetmezlik, post trombotik sendroma gidişi hızlandırır. Bu nedenle her zaman vurguladığımız üzere; Akut derin ven trombozunda, kapak harabiyeti gelişmeden önce yapılacak tedavi yani 'zaman' çok önemlidir."
Derin Ven Trombozunda Kollateral Dolaşımın Önemi
Derin ven trombozunda, kollateral dolaşımın önemli olduğunun altını çizen Prof. Dr. Mert Dumantepe, "Özellikle karın içindeki kollaterallerin (yan damarların) oluşumları ve kan akımına katkıları post-trombotik sendrom gelişimi için çok önemlidir. Karın içi (iliak) toplardamar tıkanıklığı olan hastaların ancak %30-40'ında kollateraller gözlenir. Özellikle, venografi sırasında saptadığımız bu damarlar, iliak toplardamarın başarılı olarak açılması ve stentlenmesi sonrasında ortadan kaybolmaktadırlar. Yüksek dirençli ve tortüyöz halde gelişen bu kollaterallerin, derin ven trombozu sırasında, karşı bacaktaki toplardamar sistemine kan akımını yönlendirdikleri düşünülmektedir. Pıhtının bulunduğu toplardamarın stent ile açılması sonrasında düşen basınca bağlı olarak kan akımı normal akış yönüne dönmektedir" diye ekledi.
Kronik Derin Ven Trombozunda Gelişen Toplardamar Hipertansiyonu
Kronik derin ven trombozundaki en önemli patolojinin, toplardamar içerisinde artmış olan yüksek basınç olduğunu ifade eden Prof. Dr. Dumantepe, "Buna "Venöz Hipertansiyon" adı verilir. Post-trombotik sendromlu hastaların ilerleyen dönemlerinde özellikle ayak bileği, iç tarafında gözlenen açık akıntılı yaralar ve kalıcı renk değişikliği (hiperpigmentasyon), aslında venöz hipertansiyona bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.
Kronik DVT hastalarının çoğu, varis yarası (venöz ülser) ve bacakta siyahlaşma gelişene kadar hastalığın ciddiyeti hakkında fikir sahibi değillerdir. Yaranın ortaya çıkması, travma, sellülit, ileri derecede venöz yetmezlik veya yeni gelişen bir derin ven trombozu atağına bağlıdır. Bu nedenler, hastalığın hızla ilerlemesine ve kötüleşmesine neden olur" şeklinde konuştu.
Kronik Derin Ven Trombozu Girişimsel Tedavisi
Kronik derin ven trombozu'nun girişimsel tedavisi üzerine bilgilerini de paylaşan Prof. Dr. Mert Dumantepe, şunları ekledi: "Özellikle, konservatif tedavi yöntemlerinin (varis çorabı ve kan sulandırıcı ilaçlar) başarısız olduğu, aktif ya da iyileşmiş ülseri bulunan, hayat kalitesi oldukça düşük, çok ilerlemiş yakınmaları bulunan hastalara girişimsel tedavi uygulanmaktadır.
Kronik DVT tedavisi için günümüzde hala çoğu merkezde, kan sulandırıcı ilaçlarla yapılan klasik tedavi yöntemleri uygulanmakta ise de venöz stent teknolojisi ve minimal invaziv anjiografik yöntemlerin gelişimlerine bağlı olarak, kronik derin ven trombozu tedavisi de hızla değişime uğramaktadır. Venöz Cerrahi ile ilgili yüksek deneyime sahip merkezlerde ve tecrübeli ellerde, kronik derin ven trombozu artık tedavisi olmayan hastalıklar grubunda değildir. Etkin ve güvenli şekilde uygulanan anjiografik tedavi yöntemleri ile yüz güldürücü uzun dönem sonuçlar alınmaktadır."
Kronik Derin Ven Trombozunda Venöz Stentleme
Günümüzde, modern tıptaki gelişmeler ışığında, toplardamar stentlerinin uygulanmasında belirgin bir ilerleme olduğunu belirten Prof. Dr. Mert Dumantepe: "Ancak, bilinmesi gereken en önemli nokta; toplardamar stentleme tekniklerinin, atardamar stentleme tekniklerinden çok büyük farklılık gösterdiğidir. Toplardamarlarda akım hızı ve kan basıncı, atardamarlara göre çok az oldugu için, stentleme teknikleri ve kullanılan balon ile stentlerin çapları çok farklıdır" diye ekledi.
Son olarak, toplardamar stentlemesinin orta ve uzun dönem sonuçlarının; karın içi tıkanıklıklarda (iliak ven) yüz güldürücü olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Dumantepe: "Özellikle, ülkemiz coğrafyasında karşımıza sık çıkan post-trombotik derin ven trombozunda; 3 ile 5 yıllık takip süreleri içerisinde, stentin açık kalma oranı %75'lerin üzerindedir. Buna paralel olarak bacak ağrısının ortadan kalkması, bacakta ödemin gerilemesi ve venöz ülser yaralarının iyileşmesi gözlenmektedir" şeklinde girişimsel tedavinin önemini vurguladı.