Bazen bazı kavramlar bir anda birinin ağzından çıkar ve bir grup insan der ki, "İşte tam aradığım, kendimde anlatmaya çalıştığım şey bu!"
Teoman ayaküstü bir sohbette basın mensuplarına, "Tembellik kariyeri yapıyorum" dedi, ben dahil birçok kişide bir ampul yandı, "Evreka" diye koştuk sokaklarda... Hayatımıza dair bir aydınlanma anı gibiydi bu. Ama bir dakika, acaba Teoman'ın sözünü ettiği tembellik kariyeri hangi psikolojik duruma, felsefeye denk düşüyordu!
Uygulamayacaksak doğrusunu bilmeden olmazdı... Mesela yeni yeni hayatımıza giren "Hiçbir şey yapmamak" veya "Suçluluk hissetmeden rahatlayabilmek, mola verebilmek" olarak tanımlanan Niksen felsefesi miydi bu?
Yoksa Teoman aslında 'Oblomovluğu' mu kastetmişti? İlya İlyiç Oblomov diyorum... Hani Gonçarov'un 1849'da yazdığı bir romanda adı geçen kişi...
Karakter yüzünden bir varoluş trajedisi olarak hayatımıza girmişti Oblomovluk kavramı... Bilinçli bir tembellik/ atalet halini mi anlatıyordu Teoman?
Belki de alengirli sularda yüzmüyordu Teoman, bildiğin aylaklıktı sözünü ettiği... Hani Aristoteles'in "teorik düşünmeye yönelme" anlamında yorumladığı aylaklıktı yaptığı...
Sonra psikolog Beyhan Budak'ın kapısını çaldım, "Doktor bu ne?" diye...
Ve marka yönetim uzmanı Niksen felsefesini anlatan Yelda İpekli'ye sordum nasıl yaparız biz bu işi diye...
Tembellik kariyeri yapmak isteyenler, buyrun...
Teoman
Kendini beğendirme üzerine yaşamamanın huzur verici bir etkisi var
"Üreten insanın tembelliği bizim algıladığımız gibi bir şey yapmamak değil, aksine üretmek adına durmak mıdır? Tembellik kariyerinizi biraz anlatır mısınız?" diye sordum Teoman'a, bu kariyerin yol haritasını çizdi bize... "Bir kere, ben hayatımın bundan sonraki döneminde yoğun çalışmak istemiyorum. Ama hiç çalışmazsam, hiç bir şey üretmezsem de, bu bende bir huzursuzluk yaratıyor. Şöyle bir şeyi keşfettim bunca yıl sonra, içimdeki yaratıcılık krizini aşırı doyurmaya çalışınca, çalışarak kendimi uyuşturuyormuşum. Bunun yerine planlı bir tembellik kariyeri yapmaya karar verdim. Bunun için günümü bölüyorum. Erken kalkıp hiç bir şey yapmadığım, sadece spor yaptığım ve boş boş zaman geçirdiğim saatler ayarlıyorum kendime. Kendime okumak için seçtiğim işimle alakasız bir kitaplar yığını var. Biraz onları okuyorum. Bir işe yarasınlar diye yapmıyorum, sadece kendi zevkim için bu kitaplar. Bitirmek zorunda da hissetmiyorum bu kitapları. Sıkılınca bırakıyorum. Kendimi zorlamıyorum hiç bir şey için. Üstüne bir de meditasyon ekliyorum. Bir saat kadar. Kendi yaptığım iş düşünülünce, bunca yıldır biriktirdiğim fazla fazla hit şarkım ve yine fazla fazla alternatif şarkım var. Yani o konuda çalışmama gerek yok. Bu yüzden kendi konfor alanımdan çıkıp başka şeylere yöneltiyorum kendimi. Geçen yıl yazdığım bir senaryo var, onu filme çekmeyeceğim, bir romana dönüştürüyorum, dönem dönem ona çalışıp, notlar alıyorum. Bitirme kaygım yok. Uzun yıllar sürecek büyük ihtimalle onu yazmam. Önümüzdeki iki yıl içerisinde çıkaracağım şarkılarım hazır zaten. Küçük rötuşlar yapıyorum onlara bazen. Şu anda Çağan Irmak'ın yeni filmine yazdığım şarkılar ve müziklerle biraz daha yoğun uğraşıyorum. Fazla değil. Bütün bu işleri yaparken uyguladığım formül, gerektiği ve istediğim kadar çalışmak. Daha önce bahsettiğim yaratıcılık krizine girmeyecek kadar. Benim tembellik kariyeri dediğim bu. (Gülüyor) İnsan kendine 'Ne istiyorum?' diye sorunca, bazen gereğinden fazla şeyler istiyor. İnsan onun yerine arada bir 'Benim neye ihtiyacım var?' diye sormalı bence. Büyük ihtiraslar gereksiz. Boş boş işler yapmanın, zevk aldığı işler yapmanın, insanlara kendini beğendirmek üzere yaşamamanın güzel ve huzur verici bir etkisi var. Herkese değil ama benim pozisyonumda olan insanlara öneririm benimkine benzer bir tembellik kariyerini."
Beyhan Budak (Psikolog)
Tavana boş boş bakmak da ihtiyaç
"Teoman ne zaman biraz sorumluluk yüklense, düzgün bir çizgiye gelecek gibi olsa, geri kaçıp, 'Mesleği bırakıyorum, müziği bırakıyorum"'türü açıklamalar yaptı. Teoman büyümek istemeyen bir çocuk aslında. Erkeklerde bu durum çok sık yaşanıyor. Teoman'ın kaçışları yetişkin olmamakla alakalı, çocuksu yapısıyla alakalı. Toplumun geri kalanı için tembellik hakkı denen bir mevzu var. Bu kadar koştururken, bu kadar sorumluluğu yerine getirirken ihmal ettiğimiz bir şey var. Bir görevimiz bitiyor, diğerine geçiyoruz. Herkesin tembellik hakkına ihtiyacı var. Boş oturmak kast ettiğim. Yoğun bir işin içinden çıktıktan sonra tavanı izlemek bile insana iyi gelebilir. İlla bir şey yapmak, kitap okumak, tatile gitmek, zorunda değiliz böyle zamanlarda. Ruhun dinlenmeye ihtiyacı olur. Bir manzaraya boş boş bakıp, hiçbir şey düşünmemeye de ihtiyaç var. Sağlıklı ve sağlıksız iki tembellik türü var. Hedeflere ulaşmak adına gerçekleşmesi gereken görevleri erteleme sağlıksız bir tembellik. Ama işlerini, görevlerini yerine getiren birisiniz ama kendinizi dinlendirmiyorsunuz, işte size sağlıklı tembellik gerekiyor."
Yelda İpekli (Marka Yönetim Uzmanı)
'Ohh, kebap!' anları hakkımız!
"Günlük telaşlar gündem ve sorumluluklar ve hatta biraz da coğrafya bize 'aylaklığı' suçmuş gibi hissettiriyor ama hiç de öyle değil. Niksen'in söylediği şu; hiçbir şey yapmadan kendinle baş başa kalmak ve suçluluk duymadan bunun tadını çıkarmak. Bu duruş halini bilinçli olarak yaptığımızda ideal bir Niksen noktasına ulaşıyoruz. Oturup camdan bakmak, sadece kahve içmek için vakit ayırmak ve kahveye odaklanmak, yürümek ama amacı kilo vermek ve sağlıkla bütünleştirmeden sırf keyif almak olan yürüyüş gibi... "
BİR HAYAT FELSEFESİ OLARAK AYLAKLIK
Konuya dair araştırma yaparken karşıma İnönü Üniversitesi felsefe hocası Mehmet Önal'ın, 'Bir Hayat Felsefesi ve 'Mutluluk Öğretisi Olarak Sınıfsız Aylaklık' başlıklı tezi çıktı. Diyor ki Önal: "Evdeki işinden gücünden kaçan ve bazen dağları tepeleri aşarak avlanan, bazen baştan ayağa ıslanarak balık tutan birisine belki aylak diyebiliriz ama tembel diyemeyiz. Sokrates (MÖ. 469; 399) de hanımı Ksanthippi tarafından, bu anlamda aylaklıkla suçlamakta haklıydı; çünkü herkes işinde gücünde, rızkı peşinde koşup dururken Sokrates bir sokak filozofu olarak çarşı pazar gezip; gençlerle iyilik, doğruluk ve güzellik gibi değerleri tartışarak gününü geçiriyordu. Bu yüzden Sokrates eve ekmek getirmediği yetmezmiş gibi bir de arkasına kattığı çömezlerini akşam yemeğine getiriyordu. Hanımı haklı olarak ona kızıyor, bağırıp çağırıyordu. Ama Sokrates bir peygamber edasıyla; bıkmadan, usanmadan, ileride idamına sebep olacak olan değerleri ve erdemleri anlatma davasından hiç vazgeçmemiştir. Bir filozof olarak 50 yıl kadar bu işi sürdüren ve Platon gibi bir dev filozofu yetiştiren Sokrates'e, felsefe çok şey borçludur. Belki Sokrates'e de aylak diyebiliriz ama asla tembel diyemeyiz. Kierkegaard bu konuda şu cümleyi sarf eder: "Aylaklığa doğuştan yetenekli kimse pek nadir çıkar; doğada hiç karşılaşılmaz, aylaklık tin dünyasına aittir." (2000: 58) Bu ifadelerden, aylaklığın tembellikle karşılanamayacak kadar pozitif bir anlam içeren bir davranış olduğunu sezmek hiç de zor değildir."