İlk kez gidecektim Çubuk Gölü'ne... Sosyal aktivitelere yoğun olarak katılan yeğenim Tuncay, "Abi seni bir yere götüreceğim, yürüyüş yapacağız" diyordu telefonda. Ben de sandım ki İstanbul'un içinde bir yere gideceğiz. "Tamam, nereye gideceğiz?" deyince "Çubuk Gölü'ne gideceğiz, Cumartesi sabah Bakırköy Ömür Plaza'nın önünden otobüs kalkacak" diyordu. "Dur Tuncay, Çubuk Gölü de neresi?" dedim. "Abi Göynük'ten az ilerde" diye cevapladı. Hani ne diyeyim Bolu'ya çok gittim ama ne Göynük'e ne de Çubuk Gölü'ne hiç gitmemiştim. Kar amacı gütmeyen bir dağcılık kulübü götürecekti. Eğer kulübe üyeyseniz 750 lira, değilseniz gidiş-dönüş 800 lira. Yolda mola vermezseniz İstanbul'a 4.5 saatlik uzaklıkta. Cumartesi sabah 06.30'da Bakırköy'deydim. Kış şartlarına uygun sırt çantama elbise, yiyecek ve içecek aldım.
Yolda sadece 15 dakika mola vermiştik ve saat 11.00 gibi Göynük'e ulaştık. Göynük'te bizi tarihi evler ve tabii ki İstanbul'un manevi fatihi Akşemseddin'in türbesi karşıladı. İlçe merkezindeki meydanda bulunan türbe, Çubuk Gölü'ne gitmeden ziyaret edilmesi gereken yerler arasındaydı. Türbenin önünde Akşemseddin'in hanımı ve üç kızının mezarı ile türbe içinde iki oğlunun ve kendisinin mezarları vardı. Girişinde ise şunlar yazıyordu: "Fatih, Akşemseddin'in müridi olmak istese de Akşemseddin ona, 'Sen benim halvetime girersen Devlet işlerini aksatırsın. Ben mesul olurum' diyerek vazgeçirir. Fatih, Akşemseddin'den Eyüp Sultan Hazretlerinin kabrinin bulunmasını rica eder. Akşemseddin de Eyüp Sultan'ın mezarını bulur..." Duaların ardından ilk defa ziyaret ettiğim Akşemseddin'in türbesinden ayrılıyoruz. Kalbimi manevi bir huzur kaplıyor. Eğer daha önce gelmediyseniz Çubuk Gölü'ne gitmeden mutlaka Akşemseddin'in türbesini ziyaret edin derim. Göynük'e 11 kilometre uzaklıktaki Çubuk Gölü'ne 10 dakika sonra ulaşıyoruz. Otobüsten inmeden karlı yeşil beyaz ormanlar bizi çağırıyor.
YEL DEĞİRMENLİ GÖL
Ama gölü görünce 'evet' diyorum tam kamp yapılacak yer. O da ne 4-5 tane yel değirmeni var. Ama hiçbir çalışmıyor. Sonradan öğreniyorum ki bu değirmenler bir zamanlar bir film için dekor olarak yapılmış. Hatta ve hatta değirmenlerden bir tanesine restoran gibi bir yer açılmış ama sonradan o da kapanmış. Yel değirmenlerinin hemen üstünde 6-7 tane bungalov ev yapılmış. Ama gördüğüm kadarıyla henüz tamamlanmamış. Gölün hemen dibinde 10-15 haneli bir köy var. Ve bir de gelen ziyaretçiler için 'Şenol'un Yeri'. Köyde başka restoran tarzı bir şey yok. El değmemiş yeşil ve beyazın ortasında bir göl ve çam ağaçları bize 'merhaba, hoş geldiniz' diyor. Günübirlik olduğu için acele ediyoruz. Zira bu gölün çevresinde yaklaşık 15 km'lik bir yürüyüş parkuru bizleri bekliyor. Yel değirmenlerinin yanından başlıyoruz tırmanmaya... İlk başta zor olmasa da tırmandıkça ayaklar titremeye başlıyor. Çok geçmeden 37 kişilik gruptan bir kişi dönmek zorunda kalıyor. Grup lideri profesyonel dağcı sürekli ikaz ediyor, "Tek sıra yürüyün, gruptan kopmayın, öndeki arkadaşınızın bastığı yerlere basın." Zirveye iki saat sonra ulaşıyoruz. Bende derman kalmadı. 10 metre daha tırmanacak takatim yok. Grup lideri, 'Mola, yemek molası'... Sadece ben değil gruptaki arkadaşların yüzlerinden yoruldukları belli oluyor. Herkes çantasından azığını çıkarıyor. Termoslarla çay, kahve getirenler var. Herkes birbirine çerez, çay kahve, meyve ikram ediyor.
YAKINDA YİNE BURDAYIM
Karda piknik keyfi 'oh ne ala'... Yorgunluğum yok olup gidiyor. Hazırım bir 6 km daha yürüyebilirim. Zirve noktasındayız. Rakım 1500 metre civarları ve biraz sert rüzgâr esiyor. Zirvede ayaklarımız belimize kadar kara gömülüyor. Hafif içim ürperdi. 'Ya yürüyüşü tamamlayamazsam'...Yok korkulacak bir şey yok. Yine kar kalınlığı 30 cm'ye kadar düştü. Tamam, şimdi oldu yürüyüşe devam edebilirim. Hava güneşli ama ben üşüyorum. Grup lideri ormanın içinden gelebilecek vahşi hayvanlara karşı sürekli düdüğünü öttürüyor ve uyarmayı sürdürüyor, 'Tek sıra yürüyelim arkadaşlar'. Zirveden vadiye bakıyorum. Güneş gözümü alıyor ve elim deklanşörde. İnişin kolay olacağını sanmıştım. Ama yanılmışım. Allah muhafaza kayarsak ağaçlara çarpmamız içten bile değil. Kısa bir mola daha veriyoruz. Arkada kalanları bekliyoruz. Zirvede ağaç yok, az aşağısı ise sık orman. Grup lideri 'ağaçların arasından ineceğiz' diyor. Gruptaki bazı arkadaşlar kendilerine 'kaydırak' molası veriyor. Ben de kaymak istiyorum ama ya ağaçlara çarparsam diye vazgeçiyorum. 6 saat oldu ve pilimiz bitmek üzere. Sık ormanın arasından göle ulaşıyoruz. Ne macera ama! İstikamet 'Şenol'un Yeri'. Menüde sobada pişirilmiş patates bile var. Bayağı lezzetli hani. Çay limitsiz. İstediğiniz kadar için. Yerel lezzetler bir harika. Laf aramızda ben bir kilo kuşburnu marmelatı, Tuncay da yörenin meşhur tereyağından aldı. Herkes çok mutlu ve otobüse binerken bazıları 'En kısa sürede yine geleceğim' diyor. Beni sormayın yakında yine buradayım....