Aynaya baktığınızda gördüğünüz kişi, olmaktan mutlu olduğunuz mu yoksa kendi bedeninize, ruhunuza yabancılaştığınız kaybolmuş bir benlik mi?
Özgüven. Kişinin kendisi olmaktan memnun olup olmama düzeyi aslında bir anlamda da. Anne karnından itibaren istenen bir birey olup olmamamızla başlayıp, değer sıfatını her türlü ilişkide hangi yollarla aldığınız özgüvende değişim ve gelişim yaratan en önemli etkenlerden.
Özgüven çocukluktan itibaren iki konu ile şekilleniyor: Sevilebilir olma ve yeterli olma. Çocukluktan itibaren öğrendiğimiz ve kendimizi geliştirdiğimiz noktalar var. Bunlar aldığımız mesajlarla ve kendi kişiliğimizde gördüklerimizle, yeterli olduğumuza inanmamızın temelini oluşturuyor. Eğer en güvendiğimiz kişilerden şartlı sevgiler, çok ağır cezalandırmalar, küslükler görürsek özgüvenimiz çocukluktan itibaren zedelenmeye başlıyor. O zaman da bizim ilk partnerlerimiz olan anne babamızdan gördüğümüz değeri bundan sonraki ilişkilerimizde ve partnerlerimizde de ortaya çıkarıp yanlış ilişki seçimlerine ve ilişkilerimizdeki düşük özgüvene sebebiyet verebiliyor. O yüzden çocuklarımızı yetiştirirken en önemsememiz gereken şeyler önce onların özgüvenini, kendi başına sorumluluk almasını, her şartta sevilebilir olduklarını, kendi sınırlarını çizerlerse daha başarılı olabileceklerini, hayır demenin yanlış olmadığını onlara öğretebilmek.
ÇOCUKLUKTA BAŞLIYOR
Bizim toplumumuzda katılaşmış bir kural olarak hayır demek ayıp ve yasaktır. Mesela "Büyüklerine hayır deme, çok ayıp" denilir ama aslında hayır demekle birlikte kendi isteklerimizi öğrenerek dolaylı olarak da özgüvenimizi geliştirebiliyoruz. O yüzden çocukların küçüklükten itibaren hem duyguları, hem istekleri sorulmalı hem de hayır diyebilecekleri noktalara da izin verilmeli. Özgüven aslında bu şekilde ilk inşasını kurmaya başlıyor.
Yaşadığınız her türlü ilişkide ben kavramı ne kadar öncelikli? İlişkilerinizde hep önceliği olan kişi partneriniz, eşiniz veya arkadaşlarınız mı? İşte özgüven bunlara verilen evet-hayır cevaplarıyla yetişkinlikte kendini göstermeye başlıyor. Bazen ilişkilerde karşıya daha fazla verilen değer özveri denilerek belirli bir savunma kılıfına oturtuluyor. Adı bile kendi özünüzden ne kadar çok şey verdiğinizi anlatıyor aslında. Hayatta hangi sıfatta oluyorsanız olun; eş, sevgili, anne, baba... Her türlü ilişki dinamiğine baktığımızda ben olamayan kişi biz olamıyor ve ben olamayan o kişi de ilişkide gelişip iyi duygular hissedemiyor. Sonrasında ise şöyle sorular eşlik ediyor yaşamımıza: "İlişkimde her şey yolunda ama ben neden mutlu değilim?" Çünkü aslında o ilişki ben kelimesinin kayboluşu aynı zamanda. Kişi kendini var edemediği her türlü ilişkide solmaya muhtaç. Örneğin, en masum ilişki diye adlandırdığımız anne-çocuk ilişkisi. Anne bu ilişkide de kendi ufak bir bireysel vakti olmadan sürekli çaba gösterirse de kendi kayboluşunun resmini çizer.
KENDİMİZE SÖYLEDİKLERİMİZ
Kendimize söylediğimiz her türlü sözcük, başkasının bize söylediği her sözcükten daha fazla etki bırakır bizde. Çünkü zihnimize kendimizle ilgili söylediğimiz her türlü düşünce doğruyanlış süzgecinden geçmeden inanç sistemimizde yerini alır. Kendimize söylediğimiz cümleler aslında sihirlidir. Biz bir süre sonra ona inanmaya başlarız ve onun gibi davranırız. Mesela bir işi başaramadığımızı söylüyorsak bir süre sonra gerçekten o işi başaramaz hale gelebiliriz. Çünkü inancımız bunun bu şekilde gerçekleşmesi için her şeyi yapar. O yüzden kendimizi de kendimize karşı hep olumlu sözler söylemeye teşvik etmeliyiz.
Kendi alanımızda, kendi özümüzle, yalnızlığımızla da mutlu olabilirsek daha iyi ilişkiler kurabiliriz. Bu yüzden özgüvenin aslında diğer kriterilerinden biri de bağımlı olmamak. Kişi bağımlı olmak istemiyorsa, başka birinin varlığıyla kendini idare etmek istemiyorsa başka insanlar olmadan da hayattan keyif almak istiyorsa öncelikle kendi bireysel hayatında mutlu olmayı da öğrenmeli. Ve bu yine aslında en temelden öğretilmesi gereken durumlardan. O yüzden çocuklarımızı yetiştirirken bireysel olarak sorumluluk almayı, kendisiyle mutlu olmayı, öğretmeyi en başta ilke edinmemiz gerek. Aynı zamanda da ilişkilerimizde de o bireysel alanımızı devamlı korumamız lazım ki özgüvenimiz zedelenmesin ve çocuğumuza da iyi bir rol model olabilelim.
HİÇBİR ŞEY KALICI DEĞİLDİR
Çok iyi bir ailede yetişsek bile eğer ilişkilerde hatalı davranırsak aslında özgüvenimiz de ilerleyen boyutlarda zedelenebilir. Şunu unutmamak lazım psikolojide hiçbir şey tamamen kalıcı değildir. Aynı ruh hallerimiz gibi bu gibi durumlarda dalgalanmalar yaşanabilir. Özellikle bu tarz özgüvenin kırıldığı durumlar gerçekten iyi bir şekilde tamir edilirse yenilenebilir. Mesela bir ilişkide özgüvenimiz kırıldı ya da bir işi başaramadık. Kendimizi kötü hissettik... Aslında bu bir özgüven kırılması değil, bir dahaki sefere nasıl davranmamız gerektiğini öğrenmemizin bir yoludur. Bu yüzden her negatif deneyimi de hayatımızda bir öğretici olarak görürsek bu da bizi pozitif olarak etkiler ve bu bizim özgüvenimizin zedelenmesini engeller. Ünlü basketçi Michael Jordan başarının anahtarını şu sözleriyle açıklamıştır: "Kariyerim boyunca 9 binden fazla şut kaçırdım. Neredeyse 300 maç kaybettim. 26 kere maçı kazandırmak için son şut bana verildi ve kaçırdım! Hayatımda tekrar, tekrar ve tekrar başarısız oldum. Ve bu yüzden başardım"... Yani bu sözün anlatmak istediği aslında hayatın içindeki negatif olaylar... Belki boşanmalar, ilişkide hatalar, aldatılmalar bizim özgüvenimizi zedelemesi yerine aslında bizim öğretmenimiz olup bir sonraki sefer nasıl davranacağımızın belirleyicileri olmalı.
ÖZGÜVEN NASIL GELİŞİR VE DEĞİŞİR?