Sofra tuzunun sodyum ve klorürün kimyasal etkileşimi sonucu meydana gelen bir madde olduğunu aktaran Doç. Dr. Köz, "Suya konulduğu zaman sodyum ve klor iyonlarına ayrışır. Sodyum ve klor hücre için, canlılık için, hayat için vazgeçilmez besin öğeleridir. Sodyum ve klor olmadan mevcut hücre yapılarının olması mümkün olmazdı. Sodyumun rol aldığı sadece birkaç olayı hatırlatmak bile durumu kavramamız için yeterlidir. Hücrelerin hacminin düzenlenmesi, sinirlerimizin sinyal üretmesi ve kaslarımızın kasılması, kalbimizin düzenli çalışması hep sodyum ve klorla ilişkilidir. Sodyumun (ve klorun) belli bir dengede olması biyolojik sistemlerin fonksiyonları için hayati önemdedir; bu hassas dengeyi tutturmak için birçok fizyolojik mekanizma gelişmiştir. İnsan vücudunda su ve sodyum arasında neredeyse sabit bir denge vardır; bu denge sadece hastalık durumunda bozulur" diye konuştu.
"BÜTÜN ÜLKELERDE TUZ TÜKETİMİ AŞIRI DÜZEYDE"
Günümüzde tuza erişmenin kolay sayıldığını dile getiren Doç. Dr. Köz, "Genelde bazı ülkelerde çeşitli gıda kıtlıkları olur da, tuz kıtlığıyla ilgili bir haber duymayız. Ancak tarihi kayıtlar, eski çağlarda tuza erişimin o kadar kolay olmadığını gösteriyor. Tuz bolluğu olmadan, yeryüzünde bu kadar gıdayı bu kadar devasa bir nüfusa ulaştırmak mümkün görünmüyor. Tuz bir numaralı gıda koruyucu madde olarak kullanılıyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün açıklamalarına göre, zengin ülkelerde vücuda alınan tuzun büyük çoğunluğu hazır gıdalardan, düşük ve orta gelirli ülkelerde ise pişirme sırasında veya sofrada eklenen tuzdan gelmektedir. Dünya Sağlık Örgütü ve birçok tıbbi kuruluş, günde, 5 gramdan az tuz (yaklaşık 2 gram soydum) tüketmemizi tavsiye etmektedir ve hemen hemen bütün ülkelerde tuz tüketimi aşırı düzeydedir" şeklinde konuştu.
"BİRÇOK SAĞLIK RİSKİNİ ARTIRDIĞI BİLİNİYOR"
Aşırı tuz kullanımının birçok sağlık riskini arttırdığının bilindiğini kaydeden Doç. Dr. Köz, "Bunlar arasında kan basıncı yüksekliği (hipertansiyon) ve kalp-damar hastalıklarını (kalp yetmezliği, felç ve bacak damarlarında tıkanma gibi) başta saymak gerekir. Bunun dışında, aşırı tuz içeren beslenme tarzının obezite, osteoporoz, böbrek hastalıkları, mide kanseri (gastrik kanser) ve menier hastalığı ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Aşırı tuz tüketimiyle ilgili birkaç pratik konuya değinmek istiyoruz. Bunlarda birincisi vücudunda ödem (vücutta aşırı sıvı birikimi) olanlarla ilgilidir. Bu insanlar tuz ve su alımlarını azalttığında pratik faydasını kısa sürede görürler. Tansiyonu yüksek olanların tansiyonu düşmeye başlar, nefes darlığı olanların nefesi rahatlamaya başlar. Ayak ve bacaklardaki şişlik azalmaya başlar ve her yönden bir rahatlama gözlenir" ifadelerini kullandı.
"BÖBREK TAŞLARININ BÜYÜMESİNE NEDEN OLABİLİR"
Aşırı tuz alımının, böbrek taşlarının oluşumunu artırdığına da dikkat çeken Doç. Dr. Köz, "Var olan taşların da büyümesine neden olur. Bundan dolayı böbrek taşı düşürmüş olanlar da düşük tuzlu beslenmeye dikkat etmelidir. Ayrıca aşırı tuz tüketimi, protein kaçağı olan kişilere verdiğimiz bazı ilaçların etkinliğinin azalmasına neden olabilmektedir" ifadelerine yer verdi. Bazı ilaçları kullananlarda hiponatremiye dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Köz, sözlerini şu cümlelerle tamamladı; "Kanda sodyum konsantrasyonu düşmesi (yani hiponatremi) de özellikle yaşlılarda sık karşılaştığımız bir sorundur. Hiponatremisi olan kişilerde de önemli sağlık sorunları görüyoruz. Bu yüzden tuz kısıtlaması yapılan kişiler, özellikle bazı anti-hipertansif ilaçları ve nörolojik ilaçları kullananlarda uyanık olunmalıdır."