ABD'de bir hafta içinde yaşananlar hem geleneksel medya hem de sosyal medya bağlamında yeni tartışmaların önünü açacak gibi görünüyor. Bunlardan ilki ana akım medya ile ilgili. 46 yaşındaki George Floyd isimli siyahi Amerikalının Minneapolis'te polisler tarafından "Nefes alamıyorum" diye yalvarmasına rağmen boynuna basılarak öldürülmesi ve sonrasında yaşanan olaylar Amerikan ayrımcılığının acımasız şiddetini bir kez daha ortaya koydu. Olaylar halen devam ediyor. Şehirdeki yıkım tablosunu görüntülemek isteyen CNN muhabiri Omar Jimenez ve ekibi ise polis tarafından gözaltına alınarak kelepçelendi. Muhabir ve ekibi sonradan serbest bırakıldı fakat CNN ekranından canlı yayınlanan gözaltına alma süreci ABD'de medya-siyaset arasındaki yeni bir tartışmayı tetikleyebilir.
Trump Twitter'a karşı
Öte yandan ABD'de eş zamanlı şekilde sosyal medya şirketleri ile ABD Başkanı Donald Trump arasında da bir gerilim yaşanıyor. Kısaca hatırlatmak gerekirse Amerikan Başkanı Trump 26 Mayıs Salı günü yaptığı Twitter paylaşımında "posta yoluyla oy kullanılmasının sahteciliğe yol açacağı" bağlamında bir içeriğe yer verdi. Twitter şirketi ise Trump'ın mesajını yayınlarken kullanıcılara bu içeriğin yanıltıcı ve yalan olabileceği ve teyide muhtaç olduğu yönünde bir uyarıyı Trump'ın twitlerinin altına ekledi. Ne olduysa bundan sonra oldu ve ABD'de sosyal medya şirketleri bağlamında hızlandırılmış bir süreç yaşandı. Trump 29 Mayıs'ta Beyaz Saray'da düzenlenen bir törenle sosyal medya platformlarının paylaşımlardan hukuki olarak sorumlu tutulmasına yönelik kararnameyi imzaladı. Trump, bu şirketlerin kendi kullanıcılarının paylaşımlarındaki içeriklerden sorumlu tutulmadığını ve bunun değiştirilmesi gerektiğini ifade etti. Trump açıklamasında şirketlerin de bu paylaşımlardan sorumlu tutulması gerektiğini belirtti. Twitter şirket yönetiminden yapılan açıklamada ise bu kararnamenin "gerici ve politize olmuş bir adım olduğu ve ifade özgürlüğünü ihlal ettiği" belirtildi.
Medya form değiştiriyor
Aslında sosyal medya şirketlerinin paylaşımlarının sınırlarının olup olmadığı, paylaşımlardan ne kadar sorumlu oldukları ve bu bağlamdaki diğer sorular küresel ölçekte gündemin ilk sıralarında. Kaçınılmaz şekilde bütün ülkeler ve toplumlar bu meseleyle yüzleşmek zorunda kalacak. Yüzleşme sürecinin negatif veya pozitif düzlemde olup olmayacağından çok bunun bir zorunluluk olduğunun bilinmesi gerekiyor. Çünkü nihayetinde medyanın form değiştirdiği bir süreçteyiz. Geleneksel medya aygıtları dışında sosyal medya giderek çok daha fazla yer tutmaya başladı bireyin ve toplumların hayatlarında. Enformasyon ve dezenformasyon için de en güçlü aygıt konumunda bu platformlar.
Bu yüzden medyanın sosyal sorumlulukları ve topluma karşı görevleri bahisleri yeni iletişim ortamları için de gündeme gelecek. Bunun ABD'de olması ise bu ülkenin süper güç konumu dışında "iletişimin akışı ve ulaşımın akışı" konusundaki görece iddialı yeridir. Görece diyorum çünkü bu iddialı duruş genelde ABD dışındaki ülkeler ve toplumlar için dayatılan bir yaklaşımdaydı uzun zamandan bu yana. Bu tablonun ABD içinde bir tartışmaya dönüşmesi küre ölçeğinde de yeni kapıları arayabilir. ABD tarihine bakıldığında bunun örnekleri var. En bilineni ise kuşkusuz Hutchins Komisyonu Raporu adıyla kayıtlara geçmiştir.
Basın sorumlu olmalı
Hutchins Komisyonu hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse Komisyonun çalışmaları 1944 yılında başlamış ve Rapor 'Özgür ve Sorumlu Basın' adıyla 1947 yılında yayınlanmıştır. Komisyonun tartıştığı temel konu ana hatlarıyla liberal düşünceye dayalı basın anlayışının ABD çıkarlarıyla uyumlu olup olmadığı ve ABD toplumunun ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir medya sistemi üretip üretemediği bağlamındaydı. Raporda basının özgürlüğü konusunda detaylı değiniler yapılmakla birlikte bazı sınırlara da vurgu yapılmaktadır. Özgürlükler kadar sorumlulukların da önemli olduğu ve ABD basınının bu konuda yetersiz olduğu vurgusu raporda ön plandadır. Basının üstlendiği iş tıpkı mühendislik ve doktorluk gibi bir meslek olarak tanımlanmakta ve gazetecilerin de tıpkı bu mesleklerde olduğu gibi kendilerini kısıtlayan prensiplere bağlı kalması önerilmektedir. Raporda ayrıca altı çizilen bir başka nokta ise gazetecilerin toplumsal sorumluluk konusunda gerekli hassasiyeti göstermedikleri durumda ne yapılması gerektiği sorusu etrafında şekillenmektedir. Modern dünyanın medya ile ilişkilerindeki temel sorunsalı da aslında şimdilerde de bu bağlamda ortaya çıkmaktadır.
Komisyonun görüşüne göre, basın özgürlüğünü ve demokrasinin geleceğini sorun edinen herkes daha hesap verebilir bir basın için çabalamalıdır. Bunu önce gazeteciler yapmalıdır. Bu toplumsal hareketlilik kendiliğinden oluşmuyorsa hükümet ancak son kertede söz sahibi olabilir.
Dolayısıyla Komisyon basının kendi kendini denetlemesini tavsiye ediyor, yollarını gösteriyor, fakat nihai kertede Amerikan çıkarları için basının bunu yapamadığı durumda devletin müdahale edebileceğini öneriyor. Yani ABD çıkarları gereği basın kendi kendini denetleyerek topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmiyorsa bu tablo içinde devlet düzenleyici bir aygıt olarak devreye girebiliyor. Raporun detaylarını merak edenler internetten hızlıca buna ulaşabilirler.
Sosyal medya kendine çeki düzen vermeli
ABD başkanı Donald Trump ile Twitter şirketi arasında yaşanan tartışma ne ilk ne de son olacak. Çünkü bireylere ve toplumlara etkisi bakımından bakıldığında sosyal medya güçlü bir iletişim ağına ve alana sahip. Kurumsal medyanın dışında normal vatandaş için de "gazetecilik yapabileceği" bir imkan tanıyor sosyal medya. Yurttaş gazeteciliği kavramıyla tanımlanan herkesin gazeteci olabildiği bir düzen-ek bu. Pozitif tarafları olduğu gibi negatif tarafları da var. Bu konuda genel bir kanaat olduğu için bunları saymaya bile gerek yok. Popüler sosyal medya şirketi konumundaki Twitter, Facebook ve Instagram gibi mecralar eğer özgürlük-sorumluluk-hesap verebilirlik üçgeninde kendilerine bir çeki düzen vermezse başları daha fazla ağrıyacak. Onların bunu yapmadığı yerde devletlerin devreye girmesi gerekecek. Erken ya da geç farklı devletler bunu yapmak için harekete geçecektir. İlk hamlelerden birinin ABD'den gelmesinin (Hutchins Komisyonu tecrübesini bir kenara not ederek) sürpriz olmadığını-olmayacağını belirtmek gerekiyor.