Suriye iç savaşının kritik aşamalarından biri olan İdlib son birkaç haftadır gündemin merkezinde yer alıyor. İdlib'de uzlaşı ve çözüm arayışı ile çatışma girdabı arasında gidip gelen diplomatik manevralara şahit oluyoruz. Rejimin hiçbir insani hassasiyete değer vermeyen şedid askeri çözüm mantığı arzusu zaten herkesin malumu. Suriye'nin bütünlüğünü toplumu ortadan kaldırarak sağlamaya çalışıyor. Fırsat alanı bulsa aynısını İdlib'de de yapacağından kimsenin şüphesi yok. Zaten İdlib'i Suriye iç savaşının son aşaması olarak lanse edip burada elde edilecek muhtemel bir kazanımdan sonra muzafferiyetini ilan etmeyi bekliyor sabırsızlıkla. Suriye coğrafyasının neredeyse üçte birlik bölümünü kontrol eden PKK'dan ve ABD'nin askeri varlığından herhangi bir rahatsızlık dile getirilmiyor.
De facto olarak Fırat'ın doğusundaki yapı kabul edilmişe benziyor. Rejimin baba Esad döneminden beri PKK'ya nasıl sahip çıktığı hatırlanırsa aslında çok da garipsenecek bir durum ortada yok. Türkiye'nin ulusal güvenliği açısından birinci tehdit olan PKK'nın ancak rejim iş birliği ile Suriye'de bitirileceği safsatasını bir kenara bırakmak gerekir. Sadece Rusya'nın Tel Rıfat kartını neden elinden bırakmak istemediğine bakılması bile son derece açıklayıcı olacaktır. Ne kadar iyi ilişkilere sahip olursanız olun kimse elindeki kozları kaybetmek istemez. Suriye rejimi de benzer yaklaşımı sergileyecektir. Bu bakımdan Türkiye'nin ulusal güvenlik çıkarları ile rejimin bekası arasında bağ kurmak doğru değildir.
İdlib oldukça çetrefilli bir mesele zira tüm tarafların birbirinden farklı beklentileri ve kaygıları mevcut. Rusya kendi üslerine yönelik tehditlerin ve Kafkas kökenli grupların ortadan kaldırılmasını isterken Türkiye ise mevcut çatışmasızlık alanının korunmasını ve muhalifler arasındaki aşırılıkların törpülenmesini arzu etmektedir. İran ve rejim ise savaş seçeneği ile Rusya'nın ekseninde inisiyatif alanlarını artırmanın yollarını aramaktadırlar.
Almanya yeni bir göç dalgasının kendi ülkesine ulaşması sorunu etrafında meseleye yaklaşırken ABD ve İsrail tüm aktörlerin İdlib bataklığında mümkün olan en fazla zararı görmesini bekliyor.
Kimyasal silah kullanımı kırmızı çizgisi sadece dostlar alışverişte görsün algısından öteye gitmiyor. Tahran'da yapılacak zirvede Türkiye'nin argümanlarını destekledikleri yönünde yapılan açıklamalar ise Ankara'nın elini yükseltmesi için yapılan sahte bir çağrı aslında.
Bu açıdan Ankara ve Moskova yönetimlerinin anlaşarak hareket etme imkanlarının oldukça yüksek olduğunu belirtmek gerekir. ABD'nin mevcut Ortadoğu politikasından en fazla zarar gören ülke Türkiye ve her yeni günde başka bir kriz ile karşı karşıya ikili ilişkiler. Dolayısıyla İdlib merkezli olarak Türkiye, Rusya ile İran'dan daha güçlü bir ilişki modeli geliştirebilir.
Karşılıklı güvenlik hassasiyetleri Türkiye ve Rusya'nın ilişki düzeyini üst seviyelere taşıyabilir.
İdlib'de tarafların birbirlerine olan güvenlerini artıracak bir çözüm elbette ilişkilerin bundan sonraki seyrine çok katkı sağlayacaktır.
Doğu Akdeniz'deki askeri hareketlilik göz önünde bulundurulduğunda Rusya'nın elini güçlü tutmak adına Türkiye'nin desteğini kaybetmemek istediğini ifade edebiliriz.
Zira ABD ve Batılı aktörlerin önümüzdeki süreçle ilgili net kararlılıkları ve pozisyonları olmasa da Trump yönetiminin öncülüğünde Rusya'ya baskı yapmaya çalışmaları beklenebilir.
Bu açıdan Ankara-Moskova hattının gerilmemesi adına İdlib üzerinde Türkiye'nin beklentilerine hassasiyetle yaklaşacaktır.
İdlib kıskacında muhtemel senaryolara odaklanmak daha yerinde olacaktır:
Birincisi Türkiye'nin iç savaşın başından beri en çok ekonomik maliyet ödeyen komşu ülke olmasına neden olan göç problemidir.
Çatışma durumunda Türkiye'ye doğru mülteci akını başlaması beklenmektedir.
İkincisi kademeli geçiş süreci yerine çatışma seçeneğinin devreye sokulmasıyla birlikte Türkiye'nin stratejik alan hâkimiyetine yönelik tehditler daha fazla artacaktır. Hiç kuşkunuz olmasın ki rejim ve İran İdlib'de başarı sağlarlarsa hemen akabinde Fırat'ın doğusu yerine Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerine yönelik baskı kurmaya çalışacaklardır.
Üçüncüsü Fırat Kalkanı ile başlayan ofansif Suriye stratejisinin savunmacı ve tepkisel duruma geçmesi riski bulunmaktadır. Yapılan operasyonlar Türkiye'nin derinliğinin arazideki etkinliği ile doğrudan bağlantılı olduğunu göstermiştir. Bu bakımdan İdlib'de radikal unsurların temizlenmesi fakat Rusya ile koordineli olarak saha kontrolünün elde tutulması mühimdir.
Elbette İdlib bölgesi HTŞ başta olmak üzere birçok farklı grubun çeşitli alanları kontrol altında tuttuğu bir bölge ve içlerinde tasnif yapılarak istikrara kavuşturulması oldukça zor. Ancak topyekûn bir saldırı yapılması da tam bir yıkım demektir. Suriye iç savaşının yakın vadede bitmesi söz konusu değil. İdlib parantezi de hangi yol tercih edilirse edilsin kolay kapanmayacaktır. Türkiye'nin ulusal çıkarları hilafına kurulan her denklem ise büyük maliyetlerle karşı karşıya kalacaktır.