Türkiye, İran ve Rusya arasındaki Astana süreci ile kurulan mekanizma işlevini sürdürüyor. Üç ülke aralarındaki ihtilaflı konuların fazlalığına rağmen iş birliği kurma ve bunu sahaya yansıtma konusunda kararlılar.
Sahada olmanın verdiği avantajları kullanarak Suriye meselesinde temel karar alıcılar olarak ülkenin geleceğini inşa etme amacındalar. 7 yıldır devam eden iç savaşta birçok devlet ve devlet dışı aktörün müdahil olduğu Suriye meselesinde nihai çözüm konusunda güçlü irade sergileyebilmek için adım adım örülen bir güven ve iş birliği mekanizması elzemdir. Bu üç ülkenin Suriye konusunda ortaya koydukları yaklaşım bu açıdan ümit veriyor.
'Ürkütücü' iş birliği
Elbette Suriye meselesi konuşulmaya başlandığında oldukça karmaşık bir tablodan bahsetmek mümkündür.
Bölgesel aktörler kendi ulusal güvenlik öncelikleri merkezli olarak Suriye'de gelişmeleri etkilemeye ve yönlendirmeye çalışırken küresel aktörler yeni bölgesel düzen tahayyüllerini Suriye mutfağında şekillendirmenin derdindeler.
Hal böyle olunca diplomatik çözüm için gerekli olan şartlar halihazırda sağlanabilmiş değil. Ancak sahada olan aktörlerin daha fazla imkân taşıdıkları ve çözüme giden yolları tuttukları rahatlıkla ifade edilebilir.
Rusya ve İran için rejimin korunması hedefi özünü korusa da süreç içinde ortaya çıkan öncelikler bağlamında yeni hedeflere yöneldikleri söylenebilir.
İran, rejim üzerindeki hâkimiyetini büyük ölçüde Rusya'ya kaptırmanın ve sahada rahat hareket etme lüksünü kaybetmenin etkisiyle hareket etmektedir.
Rusya ise bir taraftan ABD'nin Suriye'deki hareket alanını daraltmayı diğer taraftan ise Suriye'deki varlığını kalıcı kılacak iş birlikleri oluşturma gayreti içinde. Bununla birlikte hem Rusya hem de İran'a yönelik Batı baskısının arttığı bir dönemden geçiliyor olması oldukça mühim bir etkendir.
Batı tarafından Rusya'yı köşeye sıkıştırmak için yapılan diplomatik manevralar sürerken İsrail ve Körfez'in şahin kadrolarının Trump'ı İran'a müdahale konusunda teşvikleri hızlı bir biçimde ilerliyor. Dolayısıyla bu iki aktörü yalnızlaştırma stratejisinin Batı tarafından karara bağlandığı görülmektedir. Bu yalnızlaştırma stratejisiyle çok önceden muhatap olan Türkiye ise sadece ve sadece güvenliğini riske sokan tehditleri ortadan kaldırmayı ve bu hususta endişelerini paylaşan aktörlerle birlikte hareket etmeyi öncelemektedir.
Bu açıdan bakıldığında farklı nedenlere dayalı olsa da Batı tarafından bu üç ülkeye yönelik baskı aslında bu aktörlerin daha fazla birbirlerine yaklaşmalarına sebep olmaktadır.
Yapılan baskılar neticesinde ortaya çıkan birlikteliğin geleceğe dönük "ürkütücü" bir iş birliğine dönüşmesi ise Batı'nın kesinlikle görmek istemeyeceği ve kabullenemeyeceği bir durum.
ABD ve Avrupa basınında ortaya çıkan hezeyanın sebebi bu.
Denklem dışı kalmak
Başkan Trump'ın son haftalarda Suriye konusunda yaptığı görüşmeler ve açıklamalara bakıldığında Washington'ın Suriye'deki finansal maliyetleri Riyad'ın, sahadaki askeri maliyetleri ise Paris'in üzerine yıkmaya niyetli olduğu rahatlıkla görülebilir.
İran'ın sınırlandırılması için her şeye katlanmayı göze alan Suudi Arabistan'ın ve asırlık mirasına Rusya'nın çökmesini hazmedemeyen "küçük enişte" Fransa'nın çoktan Trump'ın niyetine teşne oldukları anlaşılıyor. Elbette kaybeden taraf olmaktansa elini taşın altına koymak ve maliyet yüklenmek mantıklı bir çaba. Ancak saha gerçekliğinden uzak stratejik tercih hatalarının ne denli bir yekun oluşturacağını ise henüz idrak edilmemiş anlaşılan. Macron'un ortaya attığı teklif bunun açık bir göstergesidir.
Suriye'de inisiyatif üstlenmeye çalışan ve YPG ile yakınlaşan Fransa'nın göz önünde bulundurması gereken husus Paris sokaklarının PKK terörüne Washington kadar uzak olmamasıdır.
Trump'ın Suriye'den çekilme mesajları ise ABD'deki görüş farklılıklarını bir kez daha gözler önüne serdi.
Washington'da sular bir türlü durulmuyor.
Her kafadan bir sesin çıkması oldukça kötü bir görüntü. Özellikle ABD dış politikasında pek alışık olunmayan bu durumun ortaya çıkardığı sonuçlar ise müttefiklerini zorluyor. Suriye özelinde ise ABD'nin çekilme ihtimalinin gerçekleşse bile sembolik düzeyde kalacağını söylemek mümkündür. Sahadaki ortağı PKK'yı yalnız bıraktığında terör örgütünün Afrin'de başına gelenler ortadayken böylesi bir hamle ABD'nin tüm Suriye ajandasının çöpe atılması manasını taşır. Kaldı ki Pentagon'dan yapılan açıklamalar çekilme iddialarını reddeden niteliktedir.
Ancak ister ABD'nin varlığını sürdürmesi isterse de Fransız askerlerinin konuşlandırılması yoluyla olsun bir şekilde Fırat'ın doğusu konusunda PKK'nın desteklenmeye devam edileceği ortadadır. Münbiç konusunda ABD'nin ısrarlı duruşu pazarlıkta elini güçlü tutma ve sınırları önde kurma amacı gütmektedir.
Dolayısıyla Münbiç sonrası Fırat'ın doğusu tartışmalarında kendisinin ve ortaklarının pozisyonlarını korumayı hedeflemektedir. Türkiye, güney sınırlarında tutunmaya ve savunma derinliği oluşturmaya çalışan terör yapısını ortadan kaldırmak için daha aktif bir duruş sergilemelidir. Belki de 2. Ordu'nun Suriye'ye doğru Malatya'nın güneyine kaydırılması ve ofansif bir stratejiyle konuşlandırılmasının vakti gelmiştir.